Erbakan'dan nasıl kurtulmalı?
28 Şubat darbesinin üzerinden 11 yıl geçti. Bu süreç zarfında Türkiye’yi siyasi, ekonomik ve kültürel olarak çökerten darbeyle ilgili en çok ordu, medya, siyaset ve iş çevrelerinin rolü konuşuldu.
DARBEYİ AMERİKA ORGANİZE ETTİ, TüRKİYE’DEKİ UZANTILARI UYGULADI
Kuşkusuz, yukarıda bahsi geçen kesimlerin post-modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat’ın yürütülmesinde önemli pay sahibi oldukları artık herkes tarafından kabul edilmektedir. Ancak, madalyonun öteki yüzünde ise darbeyi yürütenleri kimlerin organize ettiğiyle ilgilidir. Milli Görüş lideri Prof. Dr. Erbakan’ın sık sık vurgu yaptığı ’Refah-Yol’un yıkılması kararı Washington’da alındı’ sözlerini haklı çıkaracak olan aşağıdaki makaleyi siz habervaktim okuyucuları için tercüme ettik.
ALAN MAKOVSKY BİR BİR ANLATIYOR
Makaleyi yazan Alan Makovksy, uzun yıllar ABD Dışişleri Bakanlığı’nda ve istihbarat birimlerinde çalışmış, hala neo-konservatif bir think-tank kuruluşunda çalışan önemli bir isim. Makovsky, makalesinde Erbakan’ın ABD’nin menfaatlerine nasıl aykırı olduğundan, Erbakan’dan kurtulmak için neler yapılması gerektiğine kadar bir dizi madde sıralıyor.
ERBAKAN, ABD TEHDİDİNİ O DöNEMDE BELİRTMİŞTİ
Makovsky’nin bu makalesi aynı zamanda Türkiye’nin bugün karşı karşıya kaldığı PKK’dan Kıbrıs’a, İran’dan Irak’a karşı bir sürü sorunun cevabını içinde barındırıyor. Erbakan’ın daha o dönemde dikkat çektiği ABD’nin Ortadoğu’daki planlarına, ancak 11 yıl sonra varabilmiş bir Türkiye’nin, neden kendi menfaatlerini koruyan bir hükümete (Refah-Yol) karşı darbe yaptığı da bir başka soru işareti olarak kalıyor.
Makovsky’nin ‘Erbakan İle Nasıl Mücadele Etmeli’ başlığıyla 1997’de ‘Amerikan Menfaatlerini Korumak’ sloganını kullanan Middle East Quarterly dergisindeki yazısının tamamı aşağıda yer almaktadır.
(Mehmet Nedim Aslan - habervaktim)
Alan Makovsky
Erbakan ile nasıl mücadele etmeli
Middle East Quarterly- Mart 1997
Alan Makovsky Washington Enstitüsü Yakın Doğu çalışmaları’nın üst düzey üyesidir. Makovsky, uzun yıllar ABD Dışişleri Bakanlığı Güney Avrupa Yakın Doğu Şefi Alan Makovsky
Türkiye’nin yeni İslamcı Başbakanı Necmettin Erbakan kısa bir süre önce İran ile imzaladığı 23 milyar dolarlık gaz anlaşmasının ardından NewYork Times Gazetesi’nden Thomas Friedman ‘Türkiye’yi Kim Kaybetti?’ başlıklı bir makale yazdı. Gerçekte, Türkiye kaybedilmiş değil. Türkiye hala laik, Batı yanlısı ve demokratik bir ülke. Bununla birlikte, İslamcıların eşi görülmemiş bir şekilde güç sahnesinde görülmeleri Türkiye’nin kaybedilmemesini garantilemek için çok fazla şey yapması gereken Amerikalılar için bir uyarı niteliği taşıyor.
DIŞ DEVAMLILIK, İç DEĞİŞİKLİK
Erbakan, Aralık 1995 yılındaki genel seçimlerde oyların yüzde 21’ini alarak başbakanlığı kazandı ancak Erbakan’ın başbakan olması bir şans eseriydi.
Daha önemlisi, Erbakan ve partisinin gücüne rağmen, Türkiye’de hala dış politika ve güvenlik alanlarındaki karar mercilerinde Batı yanlısı dinamikler egemen durumda. En önemli dış politika kararları Milli Güvenlik Kurulu’nda alınıyor. Bu Kurul, 5 üst düzey askeri ve 5 üst düzey civil yöneticilerden oluşuyor. 1982 Anayasası’nın Milli Güvenlik Kurulu’na sadece tavsiye kararı verme yetkisi tanımasına rağmen, Bu kurulun aldığı kararlar neredeyse hiç değiştirilemez. Mevcut Milli Güvenlik Kurulu üyeleri arasında tek İslamcı Erbakan. Süleyman Demirel ve Tansu çiller’in laik Doğruyol Partisi’nin diğer üç üyesi de askerle aynı şekilde Batı yanlısı ve laik bir politikadan yana.
MGK, Erbakan’ın kimlerle görüşeceğini, ne söyleyeceğini, nereye seyahat edeceğini kontrol edemez, ancak şu ana kadar geleneksel Türk dış politikası yönünü korumuş vaziyette. Türkiye bir NATO üyesi ve ABD ile olan güvenlik bağları sağlam duruyor. Erbakan başa gelmeden önce çekiş Güç’ü ve İsrail ile yapılmış tüm askeri anlaşmaları iptal edeceğini söyledi. Hükümete gelir gelmez, Erbakan’ın en üst düzey dış politika danışmanı Abdullah Gül, İsrail ile en azından bundan sonra herhangi bir askeri anlaşmanın olmayacağını belirtti. Erbakan hükümete geldiğinden beri çekiş gücün süresi iki defa uzatılmış ve İsrail ile üç askeri anlaşma imzalanmış. Kısacası, güvenlik ile ilgili konularda askeriyenin görüşleri hala hakim durumda. İki defa siyasi yasaklı duruma gelmiş olan Erbakan, askeriyenin Yahudi devletiyle ilişkileri inşa etme kararlılığını da kabul etti.
MGK, Erbakan’ın kimlerle görüşeceğini, ne söyleyeceğini, nereye seyahat edeceğini kontrol edemez.
Ancak Erbakan ve partisinin güçlerini gelecekte artırmak ve Batı karşıtı bazı politikalarını uygulamak için iyimser sebepleri var. Refah Partisi’nin büyük gelirleri, organizasyonları ve sadık üyeleri var ve en önemlisi 400 belediyede temiz yönetim ünü ile 1984’ten beri her seçimde arttırdığı oyları, partiyi daha da güçlendiriyor. Daha fazlası, Refah Partisi çok rahat bir ortamda çalışmalarını yapıyor. Refah Partisi’nin üyelerinin ve liderlerinin mezun olduğu Imam Hatiplere büyük bir ilgi var ve insanlar kayıt için sıra bekliyor. Refah Partisi’nin popüler olmasının bir diğer nedeni ise, ekonomik ve sosyal alanlarda laik politikacılarının uyguladığı yanlış politikalar, yolsuzluk ve mafya ile bağlantılardır. Türklerin birçoğu Refah Partilileri dürüst ve azimli görürken, laik politikacıları bencil ve kötü olarak görüyor. Eğer laik politikacılar daha iyi çalışmazlarsa, Batı yanlısı Türkiye radikal bir şekilde yönünü çevirebilir. Bu sebeplerden dolayı Türkiye’nin sosyal ve politik trendi bu ülkenin laik ve Batı yanlısı kalmasını isteyenlerin endişelerini haklı kılıyor.
ERBAKAN’IN DIŞ POLİTİKASI
Son çeyrek yüzyılda Erbakan ve partisi Amerika Birleşik Devletleri’ni emperyalist olmakla suçlayıp NATO’nun Türkiye’yi sömürdüğünü dile getirdiler. Siyonizmi ve Yahudileri kınayan Erbakan ve partisi, Türkiye’nin Batı ile entegrasyonunu savunan Türkleri de takliçi Batıcılar olarak nitelediler. Bunun yerine ise Türkiye’nin İslam ülkeleriyle birlikte Islam NATO’su, Islam Serbest Pazarı ve İslam Birleşmiş Milletleri’ni kurmasını istediler.
Erbakan hükümete geldiğinden beri söylemlerini biraz ılımlılaştırsa da, ana tercihlerinde herhangi bir değişklik olmamıştır. Başkakan olarak ilk ziyaretlerini Müslüman ülkelere gerçekleştiren Erbakan, Iran ile gaz anlaşması imzalamıştır. Erbakan’ın en önemli dış politika atağı en kalabalık 8 müslüman ülkeyi bir araya getirerek, bu ülkelerin ekonomik ve siyasi işbirliği yaparak G-7’ye karşı bir balans yapmasını amaçlamıştır. Erbakan bu şekilde G-7 ve D-8’in yeniden biraraya gelerek ‘İKİNCİ YALTA’ konferansında yeni bir dünya düzeni kurulmasını istemektedir. Müslüman dünyasıyla ilgili bu girişim ve önerilere karşılık, Erbakan henüz Batı dünyasını ziyaret etmemiş ve Avrupa Birliği liderlerinin Dublin Zirvesi’ndeki davetini de redetmiştir.
NATO’DAN UZAK BİR POLİTİKA
Erbakan ülkesinin üye olduğu NATO’dan farklı bir politika sergilemektedir. Tartışmalı Libya seyahati sırasında Erbakan, BM tarafından 1992’de uygulanmaya başlayan ambargoyu kınadı ve bu ambargonun kaldırılmasını istedi. Erbakan Batı’nın Libya’yı terörist olarak göstermesini bir propaganda olarak niteledi ve asıl terörismi Amerika ve İsrail’in işlediğini ima etti. Erbakan Libya’nın 1986 Amerikan hava saldırısına gönderme yaparak, Libya’nın terörizmden en çok çeken ülkelerden olduğunu söyledi. Erbakan, PKK’nın öldürdüğü binlerce vatandaşına da işaret ederek, ülkesinin de son 20 yılda terörismden en çok çeken ülkelerden olduğunu dile getirdi. Erbakan bu tuhaf seyahatini Libya ile imzaladığı terörisme karşı ortak çalışma anlaşmasıyla sonuçlandırdı.
ERBAKAN, ‘PKK’YI ABD DESTEKLİYOR’ DİYOR
Batılı hükümetler ve medya Erbakan’ın bu açıklamalarını görmezden geldi. Sadece Türk basını çok az bir şekilde sayfalarında yer verdi. Bunlar, Muammer Kaddafi’nin Kürt bağımsızlığını istemesinin gölgesinde kaldı. Ankara şiddetli bir şekilde bir Kürt devletine karşı çıkıyor. Kendi sınırları ötesinde olsa bile. Batılılar, Erbakan’ın açıklamalarına ve hareketlerini görmezden geliyor, bunun sebebi Erbakan’ın henüz Batı yanlısı Türk dış politikasını değişterememesinden kaynaklanıyor. Filistin Hamas örgütü ve Mısır Müslüman Kardeşler teşkilatının üyelerinin 1996 yılındaki Refah Partisi kongresine davet edilmeleri ise görmezden gelindi.
Erbakan’ın Amerika ve İsrail karşıtı söyleminin başka örnekleri de var. Aralık (1996)’ta, Erbakan, Amerika’yı çekiç Güç’ü kullanarak Türkiye’nin Güneydoğusunda bir Kürt devleti kurmayı planladığını iddia etti. Bu tür iddialar daha önce de başka Türk politikacılar tarafından dillendirildi ancak bir başbakan düzeyinde ilk kez. Erbakan ayrıca İsrail’i Nil ve Fırat nehirleri arasında kalan tüm bölgeyi, Türkiye’yi de kapsayan, işgal amacı taşımakla suçluyor. Refah Partili iki milletvekili bu görüşü İsrail elçisinin Hatay’ı ziyaret etmesiyle birlikte daha da iler getürdüler.
AMERİKAN MENFAATLERİNE TEHDİT
MGK tarafından kontrol edilse bile Başbakan olarak Erbakan, Amerikan menfaatlerine ve Türk Amerikan işbirliğine meydan okuyor. Erbakan’ın hükümette olması Amerikan ve Avrupa yönetimlerinin işini zorlaştırıyor. Erbakan’ın komplocu yaklaşımı ve Batı karşıtı söylemleri, Türkiye’nin dostu olarak bilinen birçok kişiyi de uzaklaştırıyor. örneğin, birçok önemli Yahudi-Amerikan kuruluşları Türkiye’ye olan ziyaretlerini ertelediler Erbakan’ın politikalarına duydukları kaygıdan d olayı.
üçüncü olarak, Erbakan açık olarak İran, Mısır, Libya, Tunus, Cezayir, Sudan ve Filistin’deki Müslüman teşkilatlara sempatiyle baktığını dile getirdi, ki bunlar önemli güvenlik riski taşıyor. MGK üyesi ve başbakan olarak Erbakan NATO’nun ve ABD’nin gizli güvenlik belgelerine ya ulaşmış ya da ulaşmış olacak. Erbakan’ın Dışişleri Bakanlığı diplomatları olmadan Iran, Suriye ve Irak temsilcileri ile sık sık görüşmesi bu konuda endişe duyulması için önemli bir sebep. Erbakan, İran gezisinde Türkiye ve İran’ın savunma sanayinde işbirliği yapmasını önermiş ve Iran devlet Başkanı Rafsanjani’ye Türkiye’nin üretiminde ortak olduğu F-16 uçak fabrikasını gezdirmeyi söz vermiş. Askerler buna karşı.
ERBAKAN AMERİKAN çIKARLARINA TERS
Dördüncüsü ve en önemlisi, Erbakan bir ideolog olarak Türkiye’yi Batı’dan uzaklaştırmak istiyor, bu ise Amerikan menfaatlerine tamamen ters bir politika. Erbakan, toplumu birçok yönde dönüştürmeyi planlıyor ve bunu da dış politika uzmanlarının görmediği bir şekilde içerden yapıyor. Mesela, Refahlı bakanlar üst düzey 400 bürokratı kendi parti sempatizanlarıyla değiştirmiştir. Refah Partili yöneticilerin Dışişleri Bakanlığı’na lobi çalışmasında bulunarak dini okul mezunlarından da diplomat alınması istediği bildiriliyor. Refah Partili bir milletvekili imam hatip mezunlarının askeri akademiye kabul etmesini teklif etmiş ancak bu şimdilik askeriye tarafından rededilmiştir. Refah Partili Adalet Bakanlığı’nın yüksek hakim ve savcıların görev yerlerinin değiştirilmesi için uygulamaya başladığı rotasyona Türkiye Barolar Birliği karşı geçti ve bu karşı durma Bakanlığı şimdilik vazgeçirdi. 1995’te Erbakan’ın parlamento grubu Anayasa’nın islami düzenlemeler yasağına ilişkin maddeyi kaldırmak için çalıştılar.Erbakan ve partisi koalisyon ortağı olmadan bir hükümet kursalardı, İslami bir toplum oluşturmada amaçlarına daha çabuk ve kısa yoldan ulaşabilirlerdi.
AMERİKAN POLİTİKASI
Amerikalılar, çok az nadir görülebilecek bir şekilde müttefiki olan bir ülkenin başbakanının Amerikan menfaatlerine zararlı olacak politikalarını nasıl ele alacakları ikilemiyle karşı karşıyalar. Şimdiye kadar henüz bir kriz yok. Ancak söylendiği gibi, Erbakan dış politikayı kontrol etmiyor ve Türk dış politikası şimdilik Batı yanlısı olarak devam ediyor. Bu yüzden Amerika büyük değişikliklerden ziyade küçük ayarlamalar yapması gerekiyor. Washington ikili bir politika uygulamalı: Uzun dönem Amerikan menfaatlerini ve Türkiye’nin Amerikan dostlarını desteklemek, Erbakan ve destekçilerinden uzak durmak. Böyle bir politika birkaç ögeden oluşur:
1. ABD DOSTLARINI DESTEKLEMEK: Asker dahil Amerikan yanlısı Türkler, kamuoyuna Türkiye’nin Amerika ile olan ikili bağlarının değerini göstermeli. Buna karşılık olarak Washington uzun vadeli ilişkilerini etkileyen tüm konularda Türkiye’yi desteklemeli. Güvenlik bağları Türkiye ve Batı’yı birbirine bağımlı kılarken, bu aynı zamanda Türkiye’nin Batı’dan yana durmasında etkili bir araç. Bu yüzden Amerika Türkiye’nin ABD silahlarına ulaşabileceğine dair garantisine devam etmeli. Bu hususta, Clinton yönetimi samimi bir şekilde Türkiye’nin silah satın alımına karşı ABD yönetimindeki muhalefetle yüzleşmeli. Son aylarda Türkiye’ye söz verilen silahların iadesi bloke edilmiş durumda. Bunun sonucu olarak, Birçok Türk Washington’un Türkiye’ye gizli silah ambargosu uyguladını söylüyor. Bu iddia aynı zamanda 1975-1978 yılları arasındaki silah ambargosunu hatırlatıyor (Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesine gerekçe olarak) ve ABD’ye karşı olan hoşnutsuzluğu da artırıyor. Erbakan’ın Refah Partisi’nin anti-Amerikancı duruşunu göz önünde bulundurursak, siyaseten bu durumdan en çok Refah Partisi yararlanacaktır. Laik Türkler gizli olarak ABD’ye Türkiye’yi Erbakan’ın eline bırakmaması için yalvarıyorlar.
2. LAİKLİĞİ DESTEKLEKLENMESİ: Laiklik konusundaki kararsızlık Batı yanlısı sistemin içerisindeki Amerikan dostlarını zayıf bırakıyor. Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Nicholas Burns, Erbakan’ın başa gelmesinden kısa bir süre sonra gazetecilere yaptığı açıklamada, laikliğin Türkiye ve ABD’nin iyi ilişkilerinde bir koşul olmadığını söyledi. Türk laikliğini hep önemsemiş olan ABD’nin bu önemli manevrası, içerdekilerin söylediği gibi, bir yanlıştı. Bu bir Türk gazetecesinin sorusuna aceleyle verilmiş bir cevap olup, ABD’nın resmi pozisyonunu yansıtmamaktadır. Daha da ötesi, daha sonraki Dışişleri Bakanlığı açıklamaları (o zamanki ABD’nin BM Temsilcisi Madeleine Albright dahil) Burns’un daha önceki açıklamasını geri çekerek Washington’un Türkiye’nin laikliğine verdiği önemi belirttiler. Yine de Burns’un yorumu arkasında bir kalıntı bıraktı ve O’nun açıklamaları İslami basında Amerika’nın Erbakan Hükümetine destek verdiğine dair kanıt olarak gösterildi. Bazı Türk laikleri, ABD’nin Erbakan’a karşı yeterince sert tavır takınmadığından şikayetçi.
3. ERBAKAN’DAN UZAK DUR: Amerikan yönetimi, Erbakan’ın siyasi kredisini artıracak herhangi birşeyden uzak durmalı ve resmiyetten öteye gitmemelidir. özellikle Washington’a çağırmamalıdır. Washington’un Türkiye’nin iç politikasını etkileme gücü sınırlı ancak Amerikan’ın onayı Türk politikacılar için önemli. Bu yüzden Erbakan hükümete geldikten bir hafta sonra ABD elçisinin 4 Temmuz’da verdiği partiye katıldı ve büyükelçi ile samimi fotoğraflar çektirdi. Eğer mümkünse, Amerikan yönetimi Erbakan ve arkadaşlarından ziyade laik bakanlar ve yüksek bürokratlarla çalışmalı. Bazı hususlarda bu ABD’nın Türkiye’ye karşı olan geleneksel politikasından farklı olarak daha az yardımcı olacağı anlamına gelebilir. Mesela, Amerika, Refah Partisi’nin halkçı ve bütçeyi zorlayan politikalarını başarması için IMF’deki nüfuzunu kullanmamalı. Ekonomik performans Türkiye’de hükümetlerin yumuşak karnıdır, birçok ülkede olduğu gibi. Refah Partisi’ne hiçbir şekilde ne uluslararası ekonomi kuruluşlarından yardım yapılmasına izin verilmeli ne de halkı memnun edecek politikaların başarıya ulaşmasına.
4. ERBAKAN’IN SöYLEMİNE SERT CEVAP VERİLMELİ: Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Burns Erbakan hükümetinin ilk haftalarında Washington’un Erbakan’ın hareketlerini ve söylemlerini dinleyeceğini ve izleyeceğini söyledi. Bir bakıma Washington şimdiye kadar bunu yaptı. örneğin, Washington Erbakan’ın Libya gezisini eleştirdi ancak Erbakan’ın ABD’ye yönelik terörizm suçlamalarına ve Kaddafi ile birlikte terörizme karşı yapacakları planlara karşı sessiz kaldı. Bu yaklaşım Türkiye’de geri tepti, çünkü Türkler Kaddafi’yi sevmiyor ancak başbakanlarının Tripoli’yi ziyaret etmesini de destekliyorlar. (Erbakan’ın bu ziyareti Libya ile olan dostluktan ziyade bu ülkenin Türk şirketlerine olan borçlarını ödemesi için yapılmış bir çaba olarak görülüyor) Washington Erbakan’ın ‘ABD, PKK’ya destek veriyor’ iddialarına da cevap vermedi. Washington bunları kesin bir şekilde yalanlayarak özür istemeliydi. Belli ki, Washington Erbakan ile sürekli bir söylem muharabesine girmek istemiyor. Ancak, bunları kabul eder görüntüsü vermemek için ABD Erbakan’ın daha kötü suçlamalarını görmezlikten gelemez. İki yönlü bir politikayı bu şekilde uygulamak basit olmayacak. Washington Erbakan’a soğuk olacağı için Türkiye’nin uzun vadeli menfaatlerine zarar vermeyi istememeli. Türkiye’ye yapılacak gerekli yardımlar kaçınılmaz olarak Erbakan’ın politik saygınlığını artıracaktır. Washington Türk Başbakanı’na fırsat kollayıp sözlü olarak hakaret etmemeli, ancak uygun olduğunda sert bir şekilde cevap vermeli. Bu politika çok ince bir şekilde ve duruma bağlı olarak uygulanmalı. Erbakan Hükümeti gerekli ekonomik önlemleri aldığında, IMF yardımı için ABD desteği uygun olur. Erbakan’ın Ağustos 1996’da İran’a yaptığı ziyaret esnasında imzaladığı 23 milyar dolarlık gaz anlaşması, enerji alanında sıkıntı çeken Türkiye’de geniş bir destek buldu. Bu yüzden Türkiye’ye karşı olası bir yaptırım (İran ve Libya yaptırımlarına bağlı olarak) geri teper ve anti-Amerikancı duyguları artırır. Bu da Erbakan’ın avantajına olurdu.
5. TüRKİYE’NİN öNEMİNİ BELİRT: Türkiye’nin ABD menfaatleri için olan stratejik önemi aşikar. Türkiye NATO’da ve Irak’ın kuzeyini gözetleyen Kuzey Keşif Gücü’nde başat bir role sahip ve Boşnak ve Hırvat Federasyonu’nun ordusunun eğitiminde rol alıyor. Orta Asya’da Tahran ve Moskova’dan farklı olarak daha ılımlı bir politika izliyor. Arab-İsrail barış girişimini destekleyen Türkiye aynı zamanda terörizmi destekleyen komşu üç ülkeye karşı bir savunma hattı görevi görüyor. Türkiye aynı zamanda müslüman Orta Doğu’daki tek demokrasi ve bu yüzden Amerikan desteği daha aleni ve güçlü bir şekilde üst düzey Amerikalılarca dile getirilmeli
6. ANLAŞILIR BİR POLİTİKA GELİŞTİR VE TUTARLI BİR ŞEKİLDE UYGULA: Soğuk savaş bittiğinden beri Amerika 8 yıldır Türkiye’ye karşı değişken bir politika izlemektedir. Neredeyse Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ilişkilerinden sorumlu her yeni yardımcısı yeni bir politika uyguluyor. Türkiye önceleri Sovyetlerin yıkılmasıyla stratejik önemini kaybetmiş olarak görüldü. O zamanlar Kuveyt krizi Türkiye’nin yeniden önemli stratejik bir servet olarak görülmesine neden oldu. İnsan hakları Clinton yönetiminin başlangıcından 1995’e kadar en önemli konu olarak gündemde kaldı. Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke Türkiye’yi Avrasya’daki Amerikan menfaatlerinin merkezinde düşündüğü zaman, insan haklarının önemli olmasına rağmen, bunun Türkiye ile ABD ilişkilerine zarar verilmesine izin verilmeyeceğini vurguladı. Holbrooke’un 1996’da ayrılması ilişkilerde bir duraklama meydana getirdi, bu aynı zamanda Erbakan’ın sunmuş olduğu belirsizliklerden de kaynaklandı. Sadece Holbrooke’ın kısa süren görevinde Ankara, Washington’un küresel stratejilerinde kendisine ne derece önem verdiğine dair kesin bir kanaate sahipti. Holbrooke’un bu politikası aynı zamanda bir model teşkil ediyor ve ABD buna geri dönmeli. Son yıllarda Washington Türkiye’ye karşı tutarlı ve prensipli bir politikadan uzak hareket ediyor. Bu hususta, Erbakan dönemi belki Amerikalıların soğuk savaştan beri ihmal ettikleri Türkiye’yekarşı daha tutarlı bir politika izlemeleri konusunda yararlı olabilir.
ERBAKAN HOCA İLE İLGİLİ HABERLER
KARE KARE 28 ŞUBAT SÜRECİ-FOTO ANALİZ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.