Bu bir ecdat geleneği!
Diline, dinine, ırkına bakmadan yeryüzünün dört bir yanında eziyet çeken mazlumlara yardım götürmek bu toprakların en kadim geleneği. Terör devleti İsrail'in ablukası altında ölümle pençeleşen 1 milyon 800 bin Gazzeli'ye insani yardım götüren gemilerin öncülüğünü Türkiyeli sivillerin yapması, insani yardımın bizler için yüzlerce yıllık bir ecdat geleneği olduğunu bir kez daha hatırlattı. Bu yardımların kapsama alanında, Hıristiyanlar da var, Yahudiler de Müslümanlar da...
Dünya kamuoyu, 31 Mayıs 2010 günü sabah 04.30 sularında Akdeniz'de açık sularda, insanlık tarihi için kırılma noktası olacak bir katliamla güne uyandı. 2008 yılının Aralık ayında kimyasal fosfor bombaları ile Gazze'yi kuşatan terör devleti İsrail ordusunun katlettiği 1500 Gazzeliye, o tarihten bu yana ambargo uygulayan İsrail, 1 milyon 800 bin Gazzeliyi göz göre göre ölüme terk ediyordu.
Bugün hâlâ 1,8 milyon Filistinli, ilaç, gıda, su, tıbbi yardım malzemesi ve yapı malzemesinden mahrum. Ameliyat olmaz ise öleceği kesin bebeklerin bile İsrail'e veya yurtdışına çıkıp tam teçhizatlı hastanelerde ameliyat olmasına izin vermeyen İsrail, bu mazlumlara yardım götürmek ve insanlığın gözü önünde Nazi kampına çevrilen Gazze blokajını kırmak isteyen insani yardım gönüllülerine saldırdı.
Tarih boyunca, hep mazlumların yanında olan bu toprakların, vicdanlı neferleri de üstüne basa basa, "Söz konusu mazlumlar Yahudi de olsa bu eylemi yapardık" diyerek, bu insanlık dışı blokajı kırmak için dünyanın 50 ülkesinden 700 gönüllü ile Gazzeli kardeşlerine insani yardım götürmeye çalıştı.
Ecdat, tarih boyunca daima mazlumların yanında yer aldı
İsrail ordusunun Şetayet 13 isimli komando birliği, destroyerler, zodyaklar, fırkateynler ve Skorsky helikopterler eşliğinde filonun rehber gemisi olan Mavi Marmara'ya saldırması üzerine 9 kişi şehit olurken, 50 insan yaralandı. Gemilerde, 1 yaşından 85 yaşına kadar siviller bulunuyordu ve Nazi zulmüne maruz kalmış Musevi askerler için bu hiçbir anlam ifade etmiyordu.
Olayın ardından İslam dünyası başta olmak üzere birçok Batı ülkesinde de insanlar ellerindeki Türk bayrakları ile terör devleti İsrail'in korsanlığına karşı protestolar yaptı. Bir televizyon muhabirinin Beyrut'ta hayatı boyunca görmediği kadar çok Türk bayrağını insanların ellerinde sallarken gördüğünü söylemesi, Filistin'de İsrail'i protesto eden ABD'li bir genç kızın elinde Türk bayrağı varken İsrail askerlerinin ateş açması üzerine gözünü kaybetmesi, uluslar arası medyada da manşetlere taşındı.
Bundan 500 sene önce de Batı'nın soylarını kurutmaya çalıştığı gemiler dolusu Yahudi'yi ülkesine kabul eden ise bugün İsrail askerlerinin katletmeye çalıştığı Mavi Marmara'daki insanların ataları idi.
Gazze'de yaşanan insanlık dramı karşısında sessiz kalamayan, halkın içinde bulunduğu zor şartları bir nebze hafifletmek için her türlü çabayı ortaya koyan Anadolu insanı için bu girişim ilk değildi. Bu toprakların vicdan sahibi insanları tarih boyunca daima mazlumların yanında yer aldı.
Bu topraklar, tarih boyunca zulme uğrayanların sığınacakları ilk kapı olarak görüldü ve sığınanlara da her zaman kucak açıldı. Din, dil ve ırk ayrımı yapmadan, gördükleri zulümden kaçan binlerce kişiyi bağrına basarak insana verilen değeri en iyi şekilde sergileyen Anadolu toprakları, bu tavrıyla tarihteki en büyük insanlık dersi veren millet oldu.
Tahtımı veririm ama... bana sığınanın saçının telini vermem
Avrupa'da katı yönetimlere karşı koyma ve hürriyet cereyanı sırasında ayaklanan beş bin Macar ve Polonyalı da zulümden kaçarak 1849'da Osmanlı'ya sığındı. Osmanlı Devleti'nin savaşı göze alarak sığınan bu mültecileri vermemesi, bir insanlık destanı olarak tarihe geçti. 1848-1849 Macar İhtilali'nin Rus ve Avusturya orduları tarafından bastırılması üzerine, başta Macar milli kahramanı Lajos Kossuth olmak üzere bakanlar, üst düzey askeri ve sivil yöneticiler Osmanlı Devleti'ne sığındı. Osmanlı'ya sığınanlar arasında çok sayıda Polonyalı da vardı. Macar milli kahramanı Lajos Kossuth, sığınmak üzere Osmanlı sınırına geldiği zaman Sultan Abdülmecid'e bir mektup gönderdi, kendisi ve yanındakiler için sığınma talebinde bulundu. Kossuth, Osmanlı Devleti'nin sığınma talebine nasıl baktığını bu mektupla öğrenmek istedi.
Sultan Abdülmecid, mültecilerin kendisinin misafiri olduklarını, saçlarının bir teline zarar gelmesindense tebaasından 50 bin kişinin kurban edilmesini yeğleyeceği cevabını verdi. Sultan Abdülmecid, Rusya ve Avusturya'nın mültecilerin kendilerine iade edilmeleri için Bab-ı Ali üzerinde yoğun baskı kurdukları dönemde yayımladığı deklarasyonda, "Tacımı veririm, tahtımı veririm, fakat devletime sığınanları asla geri vermem" ifadesine yer verdi.Osmanlı'ya sığınan Polonyalılar, İstanbul, Halep, Vidin ve Silistre'ye yerleştirilirken, Kossuth liderliğindeki Macarlar ise Kütahya'da misafir edildi. Osmanlı'ya sığınan Macar lider Kossuth ve arkadaşları, 21 ay sonra Kütahya'dan ayrılarak Londra'ya giderler. Londra'da büyük bir coşkuyla karşılanan Kossuth'un burada yaptığı konuşmada, kendilerine sığınma hakkı veren Türklere minnettarlığını şu sözlerle ifade eder: "Bugünkü hayatıma ve hürriyetime sahipliğim, Avusturya ve Rusya'nın tehditlerine ve baskılarına rağmen beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türkler sayesindedir."
Avrupa kovdu, Osmanlı kucak açtı
Dini inançları sebebiyle İspanya'dan kovulan Yahudilere de yine ilk sahip çıkan, koruma altına alan Osmanlı idi. İspanya Kralı Ferdinand ile Kraliçe İzabella, 31 Mart 1492'de imzaladıkları kararla Yahudilere, Hristiyanlığı kabul etmeleri için baskıda bulunmaya başladı. Ya yok edilmek ya da Hıristiyan olmak ikilemine zorlanan Yahudiler, yeni bir yurt arayışına girdi. Bugün Avrupa'nın hümanist geçinen pek çok ülkesi Yahudi mültecileri kabul etmedi.
Yahudilere Akdeniz'in diğer ucundaki Osmanlı İmparatorluğu'nun Padişahı Sultan II. Bayazıd sahip çıktı. Vatansız kalmış Yahudiler, İspanya'dan gemilerle Osmanlı topraklarına kabul edildiler.
Yahudiler gibi İspanya'da zulme uğrayan bir diğer millet ise Endülüs Emevi İslam Devleti'nin Müslüman halkları idi. Avrupa'nın göbeğinde medeniyet kuran Endülüs Emevileri'nin bugün İspanya'da birçok mimari eseri ayakta olmasına rağmen, tek Müslüman kalmayana kadar hepsini kesen İspanyollar bugün İspanya'da yerli Müslüman bırakmamıştır. Haçlıların soykırımdan kaçan Müslümanlar ve Yahudiler, Osmanlı Devleti'ne gönderdikleri bir elçi ile içler acısı durumlarını anlatıp yardım istediler. Osmanlı Devleti, 1505 yılında İspanyol sahillerini vurmak için Kemal Reis kumandasında bir filo gönderir, zulme uğrayan bir kısım Müslüman ve Yahudi Türkiye'ye getirilerek katliamdan kurtarılır. İspanya'daki insanlık dramı ve yapılan zulümler iyice artınca Kaptan-ı Derya ve Cezayir Beylerbeyi Kılıç Ali Paşa'ya gönderilen bir fermanla İspanya'da zulme uğrayanlara yardım edilmesi emredilir.
Birçok Müslüman ve Yahudi'nin, İspanya'dan önce Afrika sahillerine aktarıldığı daha sonra bunlardan bir bölümünün Adana, Tarsus gibi sancaklara yerleştirildiği tarihi kaynaklarda yer alıyor. Zulümden kaçarak sığınan bu insanlar, durumlarını toparlayıp verimli hale gelene kadar 5 yıl vergiden muaf tutulurlar.
Komünislerden kaçan 200 bin Rus
1917 Bolşevik İhtilali sonrası ülkelerini terk eden Beyaz Ruslar da, ilk durak olarak Türkiye'yi seçtiler. Komünistlerden kaçarken yanlarına hiçbir şey almayan Beyaz Ruslara yardım amacıyla Hilal-i Ahmer Cemiyeti tarafından on binlerce göçmen için 1921 yılının ocak ayında "Halk çorbası" kampanyası başlatılır. Ayrıca, düzenlenen battaniye kampanyasıyla 1921 kışında binlerce Beyaz Rus'a yün battaniye sağlanır, sağlık sorunlarının çözümü için çeşitli fonlar oluşturulur.
Sayıları 150 ila 200 bin arasında olan Beyaz Rusların Türkiye'yi seçmelerinde en büyük neden ise engin hoşgörü ve misafirperverliktir. Yazar Jak Delon, kaleme aldığı "Beyoğlu'nda Beyaz Ruslar" adlı eserinde Türkiye'ye kaçan Beyaz Rusların hayatını anlatırken, o dönemleri yaşayanların anılarına da yer veriyor. Eserde bir Beyaz Rus, Türkiye'yi seçme nedenlerini, "Rusya'dan kaçarken hep şunları düşündük: İspanyol engizisyonundan kaçan Yahudilere kapılarına açan tek ülke olan Türkiye, 1920'lerde bizi de geri çevirmeyecektir" sözleriyle özetliyor. 1905 yılında Çarlık Rusyası'ndaki meşrutiyet devrimi sırasında, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan 30 bine yakın Rus'un da Türkiye'ye sığınarak hayatlarını kurtarabildikleri tarihi kaynaklarda yer alıyor.
Hitler'den kaçan Almanlar
İkinci Dünya Savaşı sırasında zulme uğrayan binlerce insan da yine Türkiye'ye sığındı. Hitler döneminde siyasi ve ırkçı nedenlerle işlerinden olan, sanatlarını icra edemez hale gelen ve onun da ötesinde hayatları tehlikeye giren binlerce Yahudi kökenli ya da sosyal demokrat düşünceye sahip Alman, 1933'ten itibaren gidecek ülke ararken, aralarında bilim adamı, mimar, mühendis, sanatçıların da bulunduğu bir bölümü Türkiye'ye sığındı. Alman mültecilerden çoğu, genç Türkiye Cumhuriyeti'nde özellikle üniversiteler de önemli görevler aldılar.
Hitler rejiminden kaçarak Türkiye'ye sığınan yaklaşık bin Alman mültecinin üçte ikisi, 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden hemen sonra Amerika ve İngiltere'ye yerleşir, bir bölümü Almanya'ya geri dönerken 28 Alman da Türkiye'yi vatan olarak seçer.
Kızılordu'dan kaçan Afganlar
Sovyetler Birliği'nin 1979 yılında Afganistan'ı işgal ederek dünyanın en büyük ordusu olan Kızılordu ile Afganlıları katletmeye başlamasının ardından yüzbinlerce Afganlı ülkelerinden kaçmak zorunda kaldı. Türkiye 1980 ihtilalinin ardından askeri darbe dönemini yaşıyordu ve Afganistan'dan kaçan 5 bine yakın mülteci Türkiye'ye sığındı.
Jivkov zulmünden kaçan Türkler
1980'lerin ortasında komünist lider Todor Jivkov zamanında doruk noktasına ulaşan "Bulgarlaştırma" ve kültürel asimilasyon politikaları sonucunda çoğu Türk, Türkiye'ye sığınmak zorunda kaldı. Jivkov rejimi, ülkedeki Türk azınlık üzerinde çok büyük baskı kurmaya başladı. Zorla değiştirilen isimler, din değiştirmeye zorlamalar, anadilde konuşmanın yasaklanması gibi baskılar en sonunda şiddete başvurma noktasına geldi. Ve Bulgar Türklerinin sembolü olan küçük kız "Aysel" ile birlikte 300 yüz bin insan, karayolu ve demiryolu ile Türkiye'ye iltica etmeye başladı. Bu Türklerin çoğu, komünizmin çöküşünden sonra Bulgaristan'a geri dönmüşlerdir.
Sultan Abdülhamid, ABD'ye yardım göndermişti
1889 yılında "ABD'de yüzyılın en büyük felaketi" sayılan sel baskını felaketi yaşandı. Şiddetli yağmurların ardından başlayan ve yaklaşık 2 bin kişinin ölümüyle ve binlerce insanın evsiz barksız kalmasıyla sonuçlanan bu felaketin ardından büyük bir yağma utancı yaşanmıştı. Amerika'daki yağmacılar, ölülerin ceplerini yırtarak paralarını, parmaklarındaki yüzükleri ve başka değerli eşyaları da alıyordu. Selden sonra 18 ülke gıda, ilaç, giysi yardımlarında bulunmuş, işin ilginç yanı, bölgeye ilk yardımı yapan ve ulaştıran devlet ise Osmanlı olmuştur. Daha da önemlisi Sultan Abdülhamit yardımı, talep gelmeden yapmıştı. Afetten gazeteler vasıtasıyla haberdar olan Abdülhamit, ABD'nin İstanbul elçisi Oscar Strauss'u huzuruna çağırarak kendisinden, afetzedeler için yapacağı gıda yardımının yanı sıra 200 Osmanlı lirası (40 bin dolar) nakit yardımın yerine ulaştırılmasına yardımcı olmasını istedi. Selden 5 yıl sonra bu defa bir yangın felaketi yaşar Amerika. Minnesota ve Wisconsin'deki orman yangınları karşısında Abdülhamid yine elini kesesine atıp bu defa 300 Osmanlı lirası (60 bin dolar) gönderir.
Peşmergeler Diyarbakır'da
16 Mart 1988 tarihinde Halepçe'de 5 bin Müslüman Kürdü kimyasal bombalarla yok eden Basçı, ırkçı ve faşist Saddam Hüseyin'in, Körfez Savaşı'nın ardından yine Müslüman Kürt nüfusa karşı giriştiği baskı politikalarının sonunun Halepçe gibi olacağından endişe eden 500 bin civarında Peşmerge can korkusuyla Türkiye sınırlarına yığıldı. Türkiye'nin sınırları açmasıyla birlikte 500 bin Peşmerge Türkiye'nin şefkati ile ölüm korkusunu yendi. Diyarbakır, Muş ve Mardin'in Kızıltepe İlçesi'nde oluşturulan kamplara yerleştirilen Kürtler, Irak'taki yeni yapılanma üzerine 1992 yılında Kuzey Irak'a döndü. Kuzey Irak'tan yıllar sonra, geçtiğimiz sene altlarında jipleri ile tekrar Türkiye'ye gelen mülteci Peşmergeler, Türkiye'ye şükranlarını sundular.
Tarihçi yazar Mustafa Armağan:
Yahudilere de insani yardım yapmıştık
"İsrail Başbakanı Netanyahu, Gazze ablukasını gevşetmeye hazırlanıyormuş. Demek ki, barış gemilerinde şehitlerimiz boşuna ölmediler, gaziler boşuna o eziyetleri çekmediler... 65 yıl önce de Stalin'in zulmünden kaçan Rusya Yahudilerinin Türkiye üzerinden Filistin topraklarına göç etmesine imkân tanınmış, İsrail devletinin kurulmasına giden yolda en büyük insanî iyiliklerden birini yapmıştık. Düşünün ki, gerek Almanya, gerekse İngiltere, Yahudi göçmenlerin geçişine izin vermememiz için bize baskı üstüne baskı yapmaktaydılar. Buna rağmen Türkiye, Yahudilere Filistin topraklarına kapağı atmaları için yardımcı olmaktan çekinmemişti... Tek Parti döneminde İsrail devletinin temellerinin atılmasına katkı sağlayan bu insanî yardımlara mukabil, Türkiye'ye defalarca teşekkür mektupları gelmesinden de anlıyoruz ki, bunlar hayatî önemde yardımlardır."
Milli Gazete
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.