Atatürk mü değişti, yoksa laikçiler mi?

Atatürk mü değişti, yoksa laikçiler mi?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938 tarihinde vefatından sonra, ‘dindarlığın’ ya da ‘dini bütünlüğün’ karşısındaymış gibi algılanmasına ses ç

Değişen neydi acaba? Devir mi, onlar mı, Atatürk mü? Yoksa dünya mı? Hedef gösterdiği çağdaş uygarlık seviyesinde asıl nerelere ulaşmamızı istiyordu o? Din, vicdan ve fikrin kenara itildiği ortam ‘özgür’ kelimesiyle nitelenebilir miydi?

Halkı ‘renk körü’ zannederek gazeteleri dilediği gibi boyayan eski yayın yönetmenlerinden Hürriyet yazarı Rahmi Turan, Atatürk’ün dine dair sözlerinden örnekler veriyor, 31 Ekim 2011 tarihli köşesinde. İşte onlardan birkaçı: “Türk milleti dindar olmalıdır. Yani bütün sadeliğiyle dindar olmalıdır demek istiyorum. Bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Din, şuura muhalif, ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor.”, “Bizim dinimiz hiçbir vakit, kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir.”, “…..Elhamdülillah hepimiz Müslüman’ız, hepimiz dindarız.” Din, Atatürk’ün de vurguladığı üzere, ‘şuura muhalif ve ilerlemeye engel hiçbir şey ihtiva etmiyor’ idiyse, dinin afyonluğunu ve bilimle bir arada bulanamayacağını ileri sürenler neyi amaçlıyordu? ‘Çağdaşlık’ kıskacıyla namaz kılanlar niçin fişlenmişti? Allah’ın günde 5 vakit tatbikini buyurduğu bu ibadet, dinin ve dindarlığın direğiydi oysa. Sarhoşlaştıran maddelerin azının bile bünyeyi zarara uğrattığı ilmî hakikatken, inancı gereği alkol içmeyenler neden kara listeye alınmaktaydı?

Elbette ki ‘laiklik dinsizlik değildir.’ Peki, ‘laikçiler’ de böyle mi düşünüyor?

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.