Dağda Kardeşini Bile Görsen Selam Vermeyeceksin

Dağda Kardeşini Bile Görsen Selam Vermeyeceksin
Türk halk müziği sanatçısı Seher Dilovan, şimdilerde çok farklı bir telaş içinde. Eşinin senaryosunu yazdığı, kendisinin de yönetmen koltuğunda oturacağı, JİTEM’i konu alan filmi çekmek için gün sayıyor. Dilovan, Alevi ve Kürt bir sanatçı olarak gündeme

Türk halk müziği sanatçısı Seher Dilovan, yeni projesi ile sevenlerini şaşırtacak. Eşinin senaryosunu yazdığı filmde yönetmenlik yapacak olan Dilovan, türkülerle anlatamadıklarını film vesilesiyle anlatacağını söylüyor. Filmde Güneydoğulu bir gencin, başına büyük işler açan JİTEM elemanıyla yıllar sonra İsviçre’de karşılaşma hikâyesi işlenecek. Kemal Burkay’ın yeğeni olan sanatçı, Kürt sorununun çözümü için her iki tarafın da istismara son vermesi gerektiğini düşünüyor. “BDP ve sivil örgütlenme imkânı varken KCK gibi illegal yapılara gerek yok.” diyen Dilovan, legal duruşu olanların şiddete prim vermemesi gerektiğini söylüyor.

Biyografinizde bale eğitimi aldığınız bilgisi var. Halk müziği ve bale biraz farklı kulvarlar değil mi?

Annemin vesilesiyle oldu. Klasik müzik ve sanata ilgiliydi. Hiçbir eğitim almadan direkt seçmelere gittim. 11 yaşımdaydım. ‘İçinizden geldiği gibi dans edin’ dendi. Ve elemeleri geçtim. 1 yıl devam edip bıraktım. Çünkü özverili olmak, psikolojik ve fiziksel olarak ciddi disiplin isteyen bir alanda çalışmak zordu. Ben de o küçük yaşta bunu devam ettiremeyince yarım kaldı.

İlginç bir eğitim serüveniniz var.

Öyle. Ankara Radyosu’nun sınavlarına başvurdum, kız kardeşimin de desteğiyle. O kazanamadı, ben kazandım. Avukat olmak isterken kendimi Ankara Radyosu’nda buldum. Hem sahne sanatçısı olmak hem de radyo atmosferinde yetişmek herkese nasip olmaz. Bütün bunları yaparken lise sonrasında Gazi Üniversitesi Tarih bölümünü kazandım. Aslında bunların hepsi sadece bir şeyi gösteriyor. Benim çıkış yolu aradığımı. Hiç unutmuyorum, daha 9 yaşındayken “Ben bu dünyadan böyle göçüp gitmeyeceğim, iz bırakacağım” sözlerimi.

ALEVİ’YİM AMA EŞİME SAHUR HAZIRLAMAK BENİM İÇİN ZEVK

Eşinizin Sünni Kürt, sizin de Alevi Kürt olduğunuzu biliyoruz. Bu, evliliğinizde sorun teşkil ediyor mu?

Bu, bizim için hiç sorun olmadı. Takım tutar gibi mezhep tutulmaz ki. Dünyaya evrensel insan hakları bazında bakarsanız her şey değişiyor. Evlilik, bu toplumun küçük bir birimi. Biz bu sorunları en küçük birim içinde halledersek topluma da sirayet eder. Dolayısıyla o da ben de  birbirimize ve  arkadaşlarımıza ‘Senin mezhebin şu, sen şu millettensin, ben buradanım.’ demiyoruz. Ayrıştıran, ötekileştiren üslup kullanmıyoruz. Eşim bugün kalkıp yanımızdaki camiye namaz kılmaya gitse, başım gözüm üstüne. Namazını kılabilir, orucunu tutabilir. Büyük bir zevkle kalkıp ona sahurunu hazırlarım. Bundan da hiç gocunmam. Ama benim babam evimize geldiğinde 12 imamlar orucunu tutarken eşim de yadırgamaz. Bunlar bizi Anadolu insanı kılan değerler. Hep yedi cihana hükmedildiğinden bahsedilir ya, bu işte birbirini kabullenerek olmuştur.

Kemal Burkay’ın yeğenisiniz. Bu durumu çok gündeme getirmeseniz de size ilk gelen soruların başında geliyordur herhalde.

Onun kimliğine sığınabileceğim bir durum yok. Dayım yurtdışına gittiğinde 11 yaşındaydım. Hâlâ gittiği günü hatırlıyorum. O gün gidip de 31 yıl gelmeyeceğini kimse düşünmemişti. Gidiş o gidiş. Kimi öldürmüştü, yaralamıştı, kime ne demişti? Sadece bu ülkenin huzura kavuşması için çözüm önerilerinde bulunuyordu. Nitekim eline silah almayanların çözüm önerileri dikkate alınmadığı için, şimdi eli silahlıların çözüm önerileri dikkate alınıyor. Zamanında yazarlar, akil adamlar hiç  dikkate alınmadı.

YETERİNCE AŞK FİLMİ ÇEKİLDİ

Yeni bir film çalışmanız var. Yönetmen olarak ilk filminiz olacak. Film çekme fikri nasıl oluştu?

Eğer siz kendi içinizde bir öz görüyorsanız farklı şeyler yapmamalı, onu içinizde saklamamalısınız. Film şöyle olur böyle olur diye bomba iddialar ortaya atma gibi bir niyetimiz yok. Türkülerimle anlatamadığım şeyleri filmle anlatma ihtiyacı duydum.

Konu olarak JİTEM’i tercih etmenizdeki sebep ne?

Yeterince aşk filmi çekildiğini düşünüyorum. Hem Hollywood’da hem de Türkiye’de. Eşime ait bir hikâye. Ona katkıda bulunuyorum. O yazarken, içerik olarak destek veriyorum.

Film nerede geçecek

Hem İsviçre’de hem Türkiye’de çekilecek. İsviçre Kültür Bakanlığı destekliyor. Güneydoğu’da köydeki bir çocuğun hikâyesi. Daha sonra biz onu İsviçre’de göreceğiz. Başına büyük dertler açan JİTEM elemanıyla karşılaşmasını anlatıyoruz.

Sizin ailenizde de JİTEM’den dolayı mağdur olanlar var mı?

1990’lardaki faili meçhul cinayetler, köy yakmalar, boşaltmalar... Bunları bizzat yaşamadıysak bile çok yakınımızda yaşayanlar oldu. O bölgeli olup da bunları yaşamamış insan olması mümkün değil.

ULUDERE İÇİN ÖZÜR YETMEZ AMA HATAYI KABUL ETME, DEVLET OLMA EMARESİDİR

Kürt Sorunu’nun çözümü için bir süredir mücadele ediliyor. Fakat karşılıklı istismarlar oluyor.

Evet, mesela BDP’li milletvekillerinin dağda kucaklaşma seremonisi öyleydi. Legalle illegal çorba yapılırsa çözümsüzlüğe mahkûm olunur. Legal bir oluşum niye illegal bir yönteme başvurur ki? Israr ve inatla biz birlikteyiz mesajının verilmesi yanlıştı. Bunu hiçbir mantık almaz. Bu hareketle ‘Beni böyle kabul edeceksin’ mesajı veriliyor. Ama karşı taraf da hassasiyetlerini vurguluyor. Zaten toplum bir dönem acılar yaşamış. Bir dönem medya, halkları birbirine düşürmüş. Barıştan bile söz eden hain olarak görülüyor. Bu durumda olması gereken, kardeşini bile dağda eli silahlı görsen, görmezden geleceksin. Hele de legal bir duruşun varsa. Dayım da bunları söylüyor.

Nasıl?..

Dayım, “Zaten BDP var, zaten sivil örgütlenmeleriniz kadın gençlik kollarınız var. Neden KCK gibi bir yapılanmaya gittiniz?” diye soruyor. Sebep neydi? Bizim insanımız dışarıda daha güzel çalışmalar yapabilecekken, yan komşusu Türk bir aileyi “Biz barış istiyoruz, aslında görünen ve anlatılanlardaki gibi değiliz” diye ikna edebilecekken, neden KCK gibi bir yapılanmaya gidilir ki? O gencecik kızlar, çocuklar neden böyle bir çıkmaz için harcansınlar?

Uludere hâlâ kanayan bir yara. Siz ne düşünüyorsunuz?


Orada çok yanlış bir yol izlendi. Ülkenin bir tarafında tarla, bağ, bahçe, sanayi yok. Üstelik bu bölgede sürekli savaş ve olağanüstü bir hal var. Bu çocuklar o şartlarda doğmuşsa, o bölgenin hayat şartlarına göre yaşamlarını sürdürüyorlar. Neymiş, onlar kaçakçıymış. Başka şans tanınmadıysa ne yapsın? İkincisi oradaki görevli subay ve astsubaylar, “Bizim haberimiz vardı, nereye gittiklerini biliyorduk.” dediler. Telefonlara, bütün haberleşmelere rağmen bir değil iki sorti haline sürekli bomba yağdırılmış olması hiç normal değil. Bazı devletler sizi yanılttı mı, yanlış bilgi mi verildi, bir kasıt mı oldu devletinize, ordunuza karşı, en azından bu kabul edilsin. Çünkü hatayı kabul etme, büyük devlet olma emaresidir.

Bu konuda hâlâ insanlar özür bekliyor. Peki, özür dilenmesi kâfi mi?

Elbette ki yeterli değil ama ‘Verdik haklarını. Tazminat ödedik.’  denmesinden daha iyidir. Kim kime hakkını veriyor? Allah’ın verdiği hakkı bir başkası nasıl verebilir? Zamanında darbecilerin, çetecilerin yasakladığı, aldığı hakları verme gibi bir durum söz konusu değil. Kimsenin haddine değil hak vermek. Allah bilmiyor muydu tek bir din, dil, ırk, cins, millet yaratmayı. Hâşâ! Allah’a şirk koşmaktır bu. Sonuç olarak biz burada da Dersim’de duyduğumuz özrün aynısını duymak istiyoruz. Bu hâlâ ciğerleri yakıyor, vicdanları sızlatıyor. 34 gencecik bedenin etleri katırların etlerine karıştı. Bu cesetleri yine o çocukların anne-babaları topladı. Bu kadar imkân varken, bir helikopter gidip de toplamadı. Evladınızın parçalarını ellerinizle topladığınızı düşünün.

“Tüm bölgenin sorunu yatırım yapılmamış olması” diyorsunuz…


Cumhuriyet tarihinden beri bütün yatırımlar Marmara’ya, Ege’ye yapılmış. Artık topraklar fabrikaya doymuş. Sınır baştan çizilmiş ve bir süre sonra kimse gitmemiş, Devlet gidip ‘Ben geldim buradayım, dinliyorum’ deyip kucaklamamış. Eli silahlılar da bu kez gelip, ‘Gördünüz mü dayandığınız devlet nerede; hiçbir hakkınız yok, ser sefilsiniz. Sizin haklarınızı biz alacağız’ diyor.

Bundan sonrası için ne yapılmalı sizce?

Bu, hükümetin ya da Kürtlerin tek başına aldiği kararlarla çözebileceği bir sorun değil. Ancak taraflarıyla beraber çözülür. Bu sorunun çözümünde medyanın dili de önemli. ‘Şu kadar terörist öldürdük, bu kadar şehidimizi vurdu hainler’ vs. bu dil olmamalı. Dil, barış uğruna değiştirilmeli. Her iki tarafı da çok yaralıyor bu ifadeler. Bence bu sorunun çözümü için birçok platformda başta medya olmak üzere, silahı ve şiddeti savunmayıp, barış ve demokratik yollarla bu işin çözülmesini isteyen insanlar ön planda olmalı. Şiddet ve  terör lanse edilmemeli.

Zaman


HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum