Başbuğ'dan ilginç mesajlar

Başbuğ'dan ilginç mesajlar
İlker Başbuğ, Harb Akademileri'nde bir değrelendirme yaptı. Başbuğ'un gündeminde sivil-asker ilişkileri, terörle mücadele, etnik meseleler, din ve laiklik ilişkisi ile TSK'nin hassasiyetleri vardı.  Başbuğ'un sivil asker ilişkisini akademik bir çarçe

Başbuğ, güncel konulara fazla girmeden son yıllarda sık sık gündeme getirilen sivil-asker ilişkileri başta olmak üzere terör ve terörle mücadele, demokrasi ve laiklik gibi konulara akademik bir pencereden bakmaya çalışacağını söyleyerek başladığı konuşmasında şunları söyledi: 

-Güncel konulara önümüzdeki hafta düzenleyeceğim basın toplantısında paylaşacağım.

-Milli Güvenlik kavramı gelişirken tehditler de artmıştır. Bu gelişmeler sivil asker ilişkilerinin önemini arttırmıştır. Bu konu farklı olarak tartışılmaktadır. Akademik anlamda da bilim adamları ve düşünürler arasında bu konuda da çeşitli uzlaşma alanları mevcuttur. 

-Önce askerlik mesleğinin ne olduğunu anlamak gerekiyor. Askerlik prorfesyonel bir meslektir. Büyük deneyim gerektirir. Ancak iş dünyasındaki profesyonellikten farklıdır. Bunda askerlikte maddi gereksinimlerin önceliğinin daha fazla oluşu, bir meslekten ziyade adeta bir yaşam biçimi olduğudur. İcra ile vazifenin toplumun yaşam ve güvenliği için gerekli ve hayati öneme haiz olmasıdır. İcra edilen vazifenin aynı duyguları paylaşanlar tarafından yerine getirilmesi. Askerlik sadece yeterlilik değil etkinlik ve topluma yararlılıkta da öne çıkar. 

-Askerliğin ve silahlı kuvvetlerin ulusal yapı içindeki önemi düğümlendiği gibi konu çok önem taşımaktadır. Toplumsal yarar ve toplumsal iyi değişmez bir ilke olarak geçerliliğini korumaktadır. Toplumların dönüşümünde ve modernleşmede asker daime öncü olmuştur. Silahlı kuvvetler aynı zamanda teknoloji demektir. Bu teknolojik gelişmelerin toplumsallaştırılması silahlı kuvvetlerin bu yoldaki öncülüğü ile olur. Etik ve ahlaki değerler çok önemlidir. Etik ahlaki değerler içinde askerin üniformasının şerefi ve onuru her şeyin üzerindedir. Hayati sorumluluktur bu. 

-Askerlikte güven ve itimat ilişkisi çok önemlidir. Bu ilişki ise üç boyutludur. Bunların birincisi güven ve itamata sahip olması, sivil ve askeri liderlerin, ast ve üst personelin güven ve itimadına sahip olmaktır. Bunların içinde en önemlisi toplumun güvenliği ve itimadı üzerine inşa edilmesidir... Bu çok hayatidir. Güvenlik ve güvene layık oluşu kurumun sorumluluğu ve güvene layık oluşu...

-Silahlı Kuvvetlerin halkın vergisi ile oluşturulduğu unutulmamalıdır. TSK halkın en güvendiği kurumların başında geliyor. Bu nasıl oluyor. Her şeyden önce ulusumuzun tarih içinde şekillenen kollektif benliğinde bunun nedenini bulabilirsiniz. Ülkemizin, hiç bir fedakarlıktan kaçınmayarak güvenliğini sağlamaktayız. Bu itibar ve güveni sarsmayı amaçlayan iki ön yargı üzerinde duralım. Birincisi demokratılık kisvesi altında TSK'ya karşı sistematik muhalefet yapılması. Her şeyden önce bu tutum demokrasimizi geliştirmeyecektir. Bu açıklanabilecek bir husus değildir. TSK demokrasinin gelişmesinde çoğulculuğun toplumsal bir boyut kazanmasında engelleyici bir kurum olarak göstermek yanlıştır. 

-İkincisi toplumun özellikle mütedeyyin kesimlerini etkilemek amacıyla TSK'yı din karşıtı gösterme mücadelesidir. Toplum bu propagandaya itibar etmemektedir. Ordusunu sevmekte ve güvenmektedir. Çünkü bu asker Türk milletinin bizatihi kendisidir. Kim ne derse desin Türk milletinin ordusu halktır. 

-Sivil ve askeri liderler arasındaki güven ve itimat büyük öneme sahiptir. Asker ve sivil arasındaki yetki ve sorumlulukların nasıl paylaşılacağı yasalarda belirtildiği şekilde olur. Güvenlik ortamı ve toplumsal algı da bunda belirleyicidir. Bu bakımdan TSK'nın kendine özgü şartları dikkate alınarak incelenmelidir. Bu ilişkide elbette sivil liderler gerçek güce sahiptir. Ama sivil otorite askeri konulara müdahalesinde katı prensiplerden ziyade sağduyulu davranışlar ön plana çıkmalıdır. Askerlik mesleğinin profesyonel bir meslek oluşundan ileri gelmektedir. Elbette yasalarla çizilen sınırlar içinde karşılıklı saygı ve itibarda ve en önemlisi de askerlik mesleğinin profesyonel niteliğine saygı gösterilmesine dayalıdır.

-Güvenlik kurumun saydam olmasına engel teşkil etmemelidir. Bunun için üstlerin astları ile çok iyi iletişim içinde olması gerekiyor. Uygun olan hususları dikkate almaları zorunludur. Komutan, karar almadan önce konuya ilişkin düşüncelerini almalıdır. Ama karar aldıktan sonra her şey biter. Alınan kararın en iyi şekilde yerine getirilme en temel öğedir. 

-Güvenliği ilgilendiren konularda bazen bu konu üzerinde doğru olmayan değerlendirmeler de yapılmaktadır. Askerler teklif yaparlar ve görevleri burada biter. Bu konu doğru değil. 2003'teki Irak savaşında asker sivil ilişkilerinin son derece önemli olduğu görüldü. Askeri uyarılar dikkate alınmadığı taktirde yaşanacak sorunlar burada net olarak görülmüştür. 

-Ancak denilebilir ki karar siyasi makamlara aittir. Elbette bu husus doğrudur ama gerçekçi tavsiyelerin dikkate alınmaması durumunda sorumluluk büyük ölçüde karar verici siyasi otoritelere aittir. 

-Askeri liderler konusu; Genelkurmay Başkanı Anayasa'nın 111. maddesine göre TSK'nın komutanıdır. Dolayısıyla yetkili ve sorumlu tek makamdır. Genelkurmay Başkanı'nın sorumluluklarını yerine getirmesini ve sivil-asker ilişkilerini yürütmesini politik ve siyasal hareketler olarak değerlendirmek doğru değil. Bu bir zorunluluktur ve uygundur. Bu faaliyetler bütün ülkelerde böyledir. 

-Genelkurmay Başkanı bu görev ve sorumluluğunu ilgili makamlarla yapılacak görüşmeler ve toplantılar vasıtası ile yapılır ve görüşler kamuoyuyla paylaşır. MGK'nin asker üyeleri kurul üyesi askerler olarak, ki her üye eşittir-anayasal bir kurum olan MGK'nın gerekliliğini sorgulayanlara ilgili yasaları okumalarını öneririm. Bilemiyoralarsa Obama'nın MGK danışmanının yazıları ve konuşmasını yararlı bir referans olarak öneriyorum. 

-Mesleğin temel etik ve ahlaki değerlerini korurken yeni ihtiyaç ve farklı koşullara da hazırlıklı olmalıdır. Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı olarak görevine devam edecektir. Demokrasi, laiklik ve sosyal hukuk devleti önemlidir. TSK'daki bütün personel, dürüstlük, sadakat, disiplin, cesaret gibi nitelikler bugün de önemini korumaktadır. 

-Açıklık, sonuçlara odaklanma, sorumluluk. Açıklık karşılıklı güven ve itimadı zorunlu kılar. Sorumluluğu devretmeden görev ve yetkilere fazla müdahale edilmemesini gerektirir. Günümüz şartları milli gücün diğer unsurları ile koordineli ve işbirliği içinde kullanılması kon septinin önemini arttırmaktadır. Askeri liderlerin bilgi alanının daha bir genişlemesini zorunlu kılmaktadır. 

-Anayasanın 5. maddesinde yer alan devletin temel amaç ve görevlerii "Türk milletinin bağımsızlığını, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyet ve demokrasiyi korumak, kişilerin refah, huzur ve mutluluğunu korumak" olarak tanımlanmaktadır.  

-1975'ten beri ülkemiz çeşitli terör örgütleriyle mücadele etmektedir. Bunlardan en zarar vereni PKK terör örgütüdür. Bölücü terör örgütü ve destekleşicilerinin iddia ettiği gibi etnik çatışma olarak Türkiye'deki durum tanımlanabilir mi? Terör ve terörle mücadeledeki sıkıntıların temeli işte bu kavram kargaşasıdır. 30 yıldır bunun içinde olmamıza rağmen çok da akademik anlamda bu kavramların oturtulduğunu söyleyemeyiz.

-Etnik çatışma ve asimilasyon nedir, entegrasyon nedir, millet nedir, ulus devlet kavramı nedir. Kültürel özgürlükler nedir; 70'li yılların sonunda bölücü terör örgütünün kuruluş yıllarında örgüte sınıf temelli ve Marksist-Leninist bir ideoloji hakimdir. 1994'ten sonra örgüt bu idieolojiyi geri plana iterken etnik kimliği ön plana çıkardı. Soğuk savaş sonrası dönemin konjoktürel yapısı değişti. Örgüt bütün vurgusunu etnik kimlik üzerine yapmaya başladı. Kürt kökenli vatandaşlarımız üzerinde kontrol sağlamayı amaçladı. Buna rağmen örgüt, sorunu bir etnik çatışmaya dönüştüremedi.

-Binlerce yıl bu topraklarda yaşayan muhtelif gruplar var ve bunlar arasında bir kültür alışverişi olması çok normal. Bunun sonucunda aslında farklılıklarımız törpülenirken ortak paydalar ve değerlerimiz artmıştır. Bir benzeşme var. Bunu reddedebilir miyiz, bunu reddedebilir miyiz. Ortak noktaların küçümsenemeyecek kadar büyük olduğunu neden görmüyoruz. Hiç bir dönemde hiç bir kurumumuz etnik temelde yapılandırılmamıştır. Keşke konuyu iddia edenler örnek gösterse, sözde kalmasa.

-Her türk vatandaşı hiç bir fark gözetmeksizin TSK'da anayasal hak olan askerlik hizmetini eşit şekilde yapar. Bölücü terör örgütüne karşı sürdürdüğümüz macadelede şehitlir ve gazilik mertebesine ulaşmış kahramanlar arasında çok sayıda Kürt ve Zaza kökenli vatandaşlarımız var. Bunu nereye koyacaksınız. Türkiye'nin dört bir yanından gelen askerler var. O bölgelerimizden de Harp Okullarına öğrenci gelmesi için ilave tedbirler alıyoruz. Milletimizin bütün bireyleri hiç bir fark gözetmeksizin çok değerlidir. 

-Biz TSK personelinin bırakın sorgulanması etnik kökeni, siyasi görüşü ve mezhep farklarının sorgulanmasını TSK içindeki en büyük tehdit olarak görüyoruz. Milli olma vasfını kaybederseniz her şeyinizi kaybedersiniz. Hiç bir siyasal hak ve görev Türkiye'de etnik temele addedilmemiştir. Tüm vatandaşlarımız eşit siyasal ve sosyal haklara sahip olmamıştır. Etnik köken farkına bakılmaksızın her vatandaşımız kanun önünde eşittir. Serbest piyasa koşullarının sağladığı fırsatlardan faydalanabilmektedirler. Bunlar varken bir etnik ayrışmadan söz etmek doğru değildir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın batı illerine göçetmesi iyi bir örnektir. Etnik çatışma olsaydı kim bunu kabul edebilirdi?

-Cumhuriyet in ilk yıllarındaki olaylar nedeniyle alt kimliklerin üst kimliğin önüne geçmemesi için bazı tedbirler alınmıştır. Ama bu asimilasyon politikası değildir. Zorunlu iskan politikası bazıları tarafından yanlış değerlendirilmiştir. Ama batıya göç etmiş kişilerin geri dönmeleri için çıkartılan izin nasıl açıklanır. Bu uygulamalar isyancı liderleri kapsamış ve göçten ötürü mağduriyetler giderilmiştir. Bu durumda 1938 ile 1984 yılları arasındaki huzur ve barış ortamını nasıl izah erdeceğiz. Üzerinde çok düşünülmesi gereken bir model. Bu asimilasyon madeli geçerli bir model değil. Sistematik bir asimilasyon politikası uygulanmamıştır. 

-Denilebilir ki, peki 1938 yılına kadar olan isyanların nedenleri neydi? Haklı bir soru. 1. Cumhuriyetin başlattığı bir modernleşme var. Merkezi bir yönetim biçimi var. Buna karşı yerel tepkiler olması doğaldır. Laik devlet düzenine geçiş var. Laikliğe geçiş cumhuriyetin başıyla başlıyor. Bölgedeki yerel liderler karşı çıkıyor, özellikle dini liderler, kimler şeyhler. Kışkırtmalarla Şeyn Said isyanı ile Irak'ın bugünkü hale gelişi arasındaki bağlantıyı nasıl göremeyiz.

-Osmanlı döneminden beri bölgenin geri kalmışlığı var. Devletin bazı memurlarının bölge halkına zaman zaman baskı yapması var. Bunu da inkar edemeyiz. İlk dönemlerde yaşanan ayaklanmalar da temel anlamıyla etnik temele dayanmıyor. Etnik temelli değildir. Bunları doğru görmek gerekiyor. Türkiye bazılarının görmek istediği gibi etnik temelli ayrışan bir ülke değildir.

-Türk milleti bir bütün olarak ana ulusal konulara bakışta da bir fark yok... Yapılan araştırmalarda da bunun aynı olduğunu görüyorsunuz. Anketlere verilen cevaplar bizi bütünleştiriyor. İstiklal Marşı ve bayrağa, bölge halkının yüzde 90'ı saygı duyuyor. Bu varken etnik çatışmadan söz edilebilir mi? Etnik çakışma demek kardeş kavgası demektir. Bu kaçınmamız gereken bir şey. Bu hepimize düşen en temel görevdir. Herkes vatanını seven, TC vatandaşlığını benimseyen herkes bu tip oyunlara karşı dikkatli, sorumlu davranmak zorundadır. 

-Türk Devrimi'nin modernleşmesi neyi içeriyor. Kuruluşumuz devrimdir. Amacı bir ulus devletinin yaratılmasıdır. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti'ni şöye tanımlıyor. TC'yi kuran, Türkiye halkı- Türk halkı derseniz bütün cümle değişir-buradaki halk ifadesi sınırları çizilen coğrafyadaki halkı işaret ediyor, Türk koyun oraya bu etnik bir tanım olur; siyasal ve sosyal bir olgu etrafında kendi iradesiyle birleşmesiyle oluşan millete Türk Milleti denilmesi... Bu tanımda da anlatıldığı gibi Türk sözcüğü bir sıfat değil, değişik unsurların hepsine verilen ortak bir isimdir. Bütün bunlara rağmen bu tanıma etnik eklemeler yapmak yanlıştır. 

-Bugün ulus devlet yapısının ortak değeri ne olacaktır. Ortak değeri yoksa ulus devleti ayakta tutamazsınız. Bunu kendimize soralım. İkincisi 21. yy'da ulus devlet yapısının ortak değerlerini nereye oturtacaksınız. (anayasanın 5. maddesi)Refah, huzur ve mutluluk. İşte ortak değerlerimiz. 

-Ulus devlet yapısı vatandaşlık esasına dayanan milliyetçilik anlayışına dayanıyor. Obama dedi ki, biz aynı zamanlarda farklı kökenlerden gelen ama ortak idealler etrafında birleşen bir milletiz. ABD'nin en güçlü yanlarından biri son derece büyük bir Hıristiyan nüfusa sahip olmamıza rağmen bir Hıristiyan, bir Yahudi ve bir Müslüman bir ulus olarak görmememiz. Cumhuriyeti ulus devleti kuranlar etnik ya da din referanslı kurmadılar. O halde ikincil kültürel kimlikler doğrudan mı kalacak, yoksa bireysel olarak önünün açılması yeterli mi? Sorunun temeli budur. Modern devlette bireysel kültürel özgürlüklerin önünü kapatamazsınız. Asimilasyon değil entegrasyon sağlanmalı. 

-Önemli olan bizi bir arada tutan üst kimliğin önüne kültürel kimliğin geçmesi. Bugün yaşadığımız durum. Siz etnik kimliği siyasallaştırırsanız, bu bir noktada devlete olan siyasetinizi etnik kimlik üzerine yapılması demektir, ortak kimliğin tartışmaya açılması demektir. Bunu önlemezseniz, Lübnan, Irak olursunuz. İkincil kültürler yaşanabilir, geliştirilebilir ve korunabilir. İkincil kültürel kimliklerin anayasa, yasal çerçevede tanımlanması böyle bir şey, Anayasa, üniter devlet yapısı içinde mümkün değildir. 

-Elbette devletimiz Türk vatandaşlarına olduğu gibi o bölgelerde yaşayan vatandaşlarımıza daha müreffeh bir yaşam sağlamak zorundadır. Bu vatandaşlarımızın mağduriyeti gibi olguların değiştirilmesi gerekiyor ki bu da devletin asli görevidir. Vatandaşa düşen görev de sadık olarak ülkesini ve devletini sevmektir. Haklar kadar sorumluluklar da vardır. Barış içinde yaşamamıza kimse engel olmamalıdır. Atatürk'ün bize emanet ettiği ulus devlet konusunda TSK taraftır ve taraf olmaya devam edecektir. 

-1984'ten beri Terörle mücadele içindeyiz. Terörle mücadelenin ana hedefi terör örgütünün etkinliğinin tam olarak kırılmasıdır. Terör ve teröristler bir bütünün parçasıdır.  Terörle mücadelenin ana stratejik prensibi bunun insan odaklı olmasıdır. Mücadele insanların kalbine hitap etmeli. Halkı tanıma, halkın değerlerini ve geleneklerini iyi değerlendirerek ilişkileri sağlam ve samimi zemine oturtmak... TSK yıllardan beri bunu sağlamaya çalışıyor. 

-Terörist de neticede insandır. Bu nedenle örgüte katılım nedenleri çok iyi irdelenmeli. Çocukluğun sevgisiz gelişmesi, şiddet ortamı, yoksulluk, haksızlıklar, şiddetin tek çare olduğuna inanma, eğitim eksikliği, etnik temelli propagandalara inanma... 14 ve 20'li yaşlarda örgüte katılıyorlar. Bunların örgütte bulunma süresi ortalama 10 yıl. 14-20 yaşında çeşitli nedenlerle örgüte katılanlar 26 yaşında ya örgütten kaçıyor ya da hayatını kaybediyor. 1984'den beri bu şekilde etkisiz hale getirilen terör örgütü üyesi ve destekçisinin sayısı 40 bin. Bölücü terör ve teröristle mücadele görevi güvenlik kuvvetlerine aittir.

-Terör kriminal bir suçdur. Kriminal suçludur terörist. Bu da nedir, kriminal suçluyu yakalayacak ve yargıya intikal edeceksiniz. Kırsal alanda teröristlerle sağlanan temaslar çatışmaya dönüşüyor. Bu durumda onları sağ olarak yakalayıp adalete teslim etme şansınız yok. Bizim için önemli olan teröristin sağ yakalanmasıdır. 

-Türkiye'de yürütülen terörle mücadele de tam anlaşılamıyor. Ya da diğer ülkelerle karıştırılıyor. Terör tedidinin boyutu nedir. Bunun iyi bilinmesi gerekiyor. PKK çok geniş bir alanda terör yapıyor ve büyük bir bölümü kırsal alanda. Bizim mücademizi Irak'taki mücadele ile aynı ortamda değerlendirmek yanlış sonuçlar getirir. Bölge geniş, kırsal alanlar. Bu nedenle jandarma, polisle mücadele edemezsiniz. Bu nedenle TSK 1984'ten beri kararlılıkla sürdürüyor. 

-Bugüne kadar TSK'nin bu mücadelede verdiği şehit sayısı 4 bin 970. Irak'ta ABD'lilerin verdiği zaiyat buna çok yakın. Ne oldu sonuç. Örgüt stratejik savunma aşamasında kaldı. İlerleme sağlayamadı, dağ kadrosunu denge ayamasına getiremedi ve 40 binden fazla personelini kaybetti. 1993'teki terör olaylarının geldiği boyutla 2008 arasını matematik olarak değerlendirelim. 1993'te 5 bin 717 olay, bır yılda 538 şehit, 1479 vatandaş hayatını yitirdi. 2008'de bin 602 olay, 138 şehit, bir şehit bile bizim için çok önemli. 

-Bugün bu sorunlar yok. Bunları ne çabuk onutuyoruz, bunlar bu 4970 vatan evladı bunun içine dahil değil. Namus borçlarından bir tanesi şehitlerini unutmaması ve geride bıraktıklarına sahip çıkması. Burada ikinci bir kahramanlar gönüllü ve geçici köy korucuları. Bu geçici köy korucuları 1335 şehit verdi. Bunların TSK'nin yanında yer alması  bunun bir etnik çatışma olmadığını da gösteriyor. 

-Bir sistemin içinde yanlışlar olabilir mi elbette. Yanlışları düzeltmek ayrı sistemin tümünü yıkmak ayrı bir şey. Bunu eleştirenler Irak'a baksınlar. ABD 2007'den itibaren korucu sistemini kurdu. ABD bu sistemi şu an Afganistan'da da kurduğunu biliyor muydunuz? Her sistemin içinde yanlışlar olabilir. Ama bu sistemin tümüne saldırmak için olmamalı. 

-Terör örgütü şu an nerde. Kan kaybediyor. Çünkü Irak'ın kuzeyi artık emniyetli bir bölge değil, katılımlar düşük, kaçışlar artıyor, AB ülkelerinin aldığı tedbirler var, Irak'ın kuzeyindeki örgütün varlığına karşı Türkiye-ABD ve Irak yönetiminin aldığı tedbirlerin önümüzdeki dönemde etnik sonuçlar vereceğine inanıyor ve bekliyoruz. -Ulus olarak bütün bireylerimizin desteğiyle TSK ve güvenlik kuvvetlerimiz ve Jandarmamız, Emniyetimiz, polisimizin kararlılığı ve cesareti karşısında inanınız ki bu mücadeleden karşı tarafın arzu ettiği sonuçlara ulaşması mümkün değil. Bu kanlı bir süreçtir, uzun bir süreçtir, sabır ister. 

-TSK bugün terörle mücedele karşısında vatanına ve milletine karşı hizmetten başka bir görevi olmayan, dün olduğu gibi bugün de teröre karşı kahramanca mücadele edenlerin şerefi ile oynanamaz. Herkesin bu konuda aynı duyarlılığı göstermesini bekliyorum. 

-Terörle mücadelenin süreci nasıl kısaltılır. Devlet örgüte katılımların nedenlerini araştırmalı ve önlem almalı. Dağ kadrosunun ayrılmasını sağlamak için daha kararlı düzenlemeler yapılmalıdır. Terörle mücadele terörist odaklı görülmemelidir. Örgütün destekleri mutlaka engellenmelidir. Kuzey Irak'taki varlığı mutlaka etkisiz hale getirilmelidir. 

-Türkiye ziyaretinde Obama dedi ki, 'bu sabah Atatürk'ün anıt mezarını ziyaret etti. Onun yaşamına ait en büyük anıt Türkiye'nin gücü ve laik demokrasisidir...' ABD Başkanı'nın bu sözlerini dost bir ülke halkına sempatik görünme arzusunun aksine ... bence ondan ziyade karşı karşıya kaldığı sorunlar karşısındaki çözüm arayışında bulunduğunu gösteriyor. Türkiye'yi güçlü gösteren laik ve demokratik bir ülke olmasıdır. 100 yılı aşan demokratik kültürüyle küçümsenemeyen lider bir ülke...

-Koca bir imparatorluğun çöküşüne şahit olan kadroların demokrasi ve laiklik fikirleri üzerine devlet kurma ufkuna saygı ve hayranlık göstermeliyiz. 21. yy'da yaşayan en güçlü ülkelerden bir tanesiyiz. Bunu Atatürk olmak üzere kurucu kadronun stratejik vizyon ve öngürüsüne borçluyuz. Herkesin buna karşı dikkatli ve sorumlu olması gerekir.

-Laiklik ilke, kuruluş felsefesinin temellerinden bir tanesidir. Anayasa'nın başlangıcı ile diğer maddelerinde tanımlanmıştır. Siyasal yönetimin demokrasi olması son derece doğaldır. Çünkü modern bir devlet ancak demokrasi ile mümkündür. Bu nedenle demokrasi de cumhuriyetin temel ilkelerinden bir tanesidir. Buna rağmen halen ortak bir tanım yoktur, demokrasinin olmazsa olmaz koşulları üzerinde fikir birliğine varılması çok önemli. Bu çerçevede, kuvvetler ayrılığı, yargının bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, çoğulculuk, artık 21. yy demokrasinin temel niteliği, temel hak ve özgürlüklerin çoğunluğa karşı güvenceye alınması... Önemli olan düşüncelerimizi medeni ortamda tartışabilme hakkıdır. 

-Demokrasinin çok önemli bir kuralı fırsat eşitliği, haklar ama aynı zamanda da sorumluluklark getirmesidir. TSK Cumhuriyetin temel niteliklerinden birini oluşturan demokrasi rejimine bağlıdır ve saygılıdır. Laiklikle de çok iyi ilişkileri olduğu görülmektedir. Laik düzen Türk demokrasisizin gelişmesinde ana itici olmuştur. Laiklik egemenrlik sorununu da çözmüştür. Egemenliğin kutsalda değil de millette olmasını sağlayan laikliktir. Geçmişten bugüne kadar bazı laiklik karşıtı hareketlerle de karşılaşıldığı bir gerçektir. Bu hareketlerin farklı boyutlarının olduğu unutulmamalıdır. 

-Laiklik karşıtı hareketlere demokrasi ve yasalar çerçevesinde daha etkin cevap verebilmek için bu olayların tanımlanması gerekmektedir. Öncelik insandır. İnsanların inandığı değerlerin anlaşılması da önemli. Bunun içinde inançlar sistemi de var. Dinin ortak bir duyarlılık yaratması bakımından önemi inkar edilemez. Yanlış olan, dinin toplumsal davranışı ve sosyal düzeni belirleyen bir sistematik olarak düşünülmesi ve kabul edilmesi. Bize göre. Buradan bütün insanların düşüncelerinin toptancı bir anlayışla aynı kefeye konması. Atatürk, 'din gerekli bir kurumdur. dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur' diyor. Ama din Allah ile kul arasındaki bağdır diyor. Amaca ve eyleme dayalı bağnaz hareketlere asla meydan vermeyiz diyor. 

-Bu düşünceler cumhuriyetin sağlıklı işlemesi için dini alanın nasıl sınırlanması gerektiğine işaret ediyor. Askerlik moral değerlere önem vermeyi gerektiriyor. Bu açıdan ordunun halkımızın değerlerine saygı oduymaması düşünülemez. TSK binlerce evladını şehit vermiştir. Bizim için şehitlik ve gazilik kutsaldır. Halkın arasındaki en yaygın kanaatlerden biri de Peygamber Ocağı fikridir. Ordumuz hiç bir zaman dine karşı olmamıştır. Biz dinin araç olarak kullanılmasına karşıyız. Laikliğin din karşıtı olduğunun ve TSK'nin din karşıtı gibi söylenmesi Atütürk ve onun ordusuna karşı yapılabilecek en büyük sorumsuzluk ve haksızlıktır. 

-Günümüzde de sosyal gruplaşmaların ve din eksenli bazı cemaatleşme yapılanmasının gittikçe artmasına neden olmuştur. Önce örgütlenme, sosyo politik örgütlenme, dine dayalı sosyal devlet oluşturma çabası. İşte sorun burada. Sorun dinin kendi amaçları doğrultusunda kullanılması. Bunların varlığı bu konuda söz söylemekten henüz uzak tutmaya yetmiyor.  

-Bugün bazı din eksenli cematler kendilerini politik alanda göstermek ve güçlü olduklarına inanmaktadırlar. Ancak bu yanıltıcıdır. İşte bu tip cemaatler kendileri için en büyük nedef olarak TSK'yı görmektedirler. Bunlara karşı hukuk devleti kapsamında TSK'nin tepkisiz ve etkisiz kalacağını düşünmek ise büyük bir yanlıştır. Anayasamızın 24. maddesine baktığımız zaman herkese din vicdan hürriyeti sağlanmamış mı, bazı kısıtlamalar dışında. Bütün bunlara rağmen bu konularda hürriyetlerin englelendiğini söylemek ne kadar doğru. Kısmen de olsa devletin yönetiminin din kurallarına dayandırılamayacağını söylemiyor mu anayasa. Herkes 24 maddeye uygun davransa hiç sorun kalmaz. Anayasa'nın 24. maddesinde açıkça bilirtilmesine rağmen dinin kısmen bazı alanları düzenlemesi kabul edilebilir mi? Bu kapsamda bazı cemaatleri nereye koyacaksınız. Önemli olan dini kutsalların istismar edilmesi değil mi? Dinin bir araç olarak kullanılmasının engellenmesi önemli değil mi? Modern toplumlarda bireyler bir cemaat üyesi değil toplumun bir ferdi olarak yaşamak istemiyor mu? İnsanların iman ve dini inançlarını siz hangi hakla değerlendirerek inanan inanmayan olarak ayırıyorsunuz. Bu aslında dinimize karşı en büyük saldırı. Böyle bölünmelerle nereye gideceğiz. 

-Türkiye anayasamızda açıkça belirtildiği gibi devletimiz laik ve demokratik bir devlettir. Bu nitelikler Türkiye'ye özgün bir karakter kazandıran niteliklerdir. Bunların yıpratılmaması herkese düşen görevdir. 

-Yaratıcı zekaya sahip lider komutanların yetiştirilmesi geleceğin insiyatifinizle şekillendirilmesinde büyük katkınız olacaktır. Geleceğe sizden sonraki kuşakların sorumluluk alanı olarak bakmaı lüksünüz yok. Sizler bilim ve aklın ışığında kendinizi sürekli yenileyin. Atatürkçü düşünce sistemi ne yapılmasını anlatan bir ideoloji değildir; akıla ve bilime dayanakak nasıl karar verileceğini gösteren bir dünya görüşüdür. 

HABERVAKTİM.COM

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.