“Ambargo” yedik ey halkım!
“Ambargo” kelimesinden hayatım boyunca nefret ettim: Çünkü bir şekilde gücü eline geçirenin, daha güçsüzleri ezmesi olarak algıladım.
İslam tarihinde, bilinen ilk “ambargo”, Peygamber Efendimiz’e ve çevresindeki Müslümanlara konulan “ambargo”dur..
Hikâyesi kısaca şöyle:
Hâşim ve Muttalib oğullarının tümü (Müslim ve gayr-i Müslim) toplanıp Peygamberimiz’i korumaya ant içtiler…
Bunu duyan Kureyş müşrikleriyle Kinane’ler bir araya geldiler ve Müslümanları dize getirmek için “ambargo” kararı aldılar. Buna göre:
1. Haşim oğullarından gelecek hiçbir barış teklifi kesinlikle kabul edilmeyecek;
2. Onlara asla acınmayacak;
3. Kız verilmeyecek, kız alınmayacak;
4. Onlara hiçbir şey satılmayacak ve onlardan hiçbir şey satın alınmayacak;
5. Onlarla oturulmayacak, görüşülmeyecek, konuşulmayacak;
6. Evlerine gidilmeyecek, evlere alınmayacak…
Kararlarını, üç mühürle tasdik edilmiş bir sayfaya geçirdiler.
Götürüp Kâbe’nin içine astılar.
Âlişan Efendimiz bu “ambargo”dan haberdar olur olmaz, canı o kadar yandı, yüreği öylesine acıdı ve sığınılacak yegâne dergâha öyle bir sığındı ki, metni yazan Mansur bin İkrime’nin kalem tutan eli ömür boyu çolak kaldı.
İşte “ambargo” denilince ilk bunu hatırlıyorum. Ardından İsrail’in yıllardan beri devam eden “Gazze Ambargosu”nu…
Bunlar da kelimeye karşı duyduğum antipatiyi arttıran unsurlar…
Bir gün benim kitaplarımın da “ambargo”ya uğrayacağını söyleseler inanmazdım.
Ama bu da oldu: NT Mağazaları, Yavuz Bahadıroğlu kitaplarına, gerekçe göstermeden “ambargo” koydu.
Kara listeye girdik!..
Hiç önemli değil elbette, zira daha önce de “Balyoz Darbesi”ni plânlayan güruhun “kara liste”sine girmiştim…
Darbe başarıya ulaşsaydı, âcilen içeri atılacak yazarlar arasındaydım…
Hesapları ters tepti: Kendileri içeri girdi.
Herkesin bir hesabı varsa, Allah’ın da bir hesabı vardır ve şaşmaz tek hesap O’nun hesabıdır!
Gerisi boş!
Bendeniz kırk yıldır yazıyorum. Zaman zaman Aydın Doğan’ın da aleyhine yazdım, ama ona bağlı kitapçılardan “ambargo” yemedim.
“Ticarî ambargo”larla görüş değiştirmeyeceğimi beni tanıyanlar ve kitaplarımı okuyanlar iyi bilirler.
Önemli değil, ama bu tür bir “ambargo”nun, Müslüman olarak beni kırıp inciten pek çok yönü var:
Ben yanlış yapsam bile, bunda kitaplarımın ne “suç”u var?..
Kitaplarımın bir “suç”u varsa, şimdiye kadar neden sattınız, öğrencilerinize neden tavsiye edip okuttunuz?..
Kendilerine (ve kurumlarına) hükümetin “ambargo” koyduğunu iddia edenler, neden bazı yazarlara “ambargo” koyar?..
Yüzlerce müşterek noktayı görmezden gelip tek ihtilaflı nokta üzerinden “ambargo” koymak “hizmet esasları”yla bağdaşıyor mu?..
Farklı hiçbir düşünceye tahammül edememek, “hoşgörü” söylemini “takıyye” tereddüdüne bulaştırmaz ve sorgulamaya açmaz mı?..
Bu tartışmalar başladı başlayalı “üçüncü yol”u tavsiye ettiğime yazdıklarım şahitken, ille de “taraf” olmaya zorlamak ve bu olmayınca “ambargo” koymak İslâmî açıdan şık duruyor mu?..
Eskiden demediklerini bırakmayan yazarlara bile müsamaha ile bakan ve gazetelerinde, televizyonlarında yer veren camia(yı yönetenler), öz kardeşlerini neden vurmaya çalışıyor?..
“Ambargo” dünyevî bir terim iken, uhrevi amaca yönelik insanları bununla vurmaya kalkışmak, “varlık sebebi”ne aykırı değil mi?..
Bu yaklaşım, “Bana biat etmezsen seni yok ederim” (hoş Allah’ın yok etmediğini kimse yok edemez ya) tehdidi içermiyor mu?..
Söylenecek çok şey var, ama masum, mazlum, fedakâr, cefakâr insanların hatırına susacağım.
Camiayı yönetenleri camiaya havale ediyorum!
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.