Boğazda rakı!

"Paşam, yanlış yapıyorsunuz. Fakat çok zor durumdaysanız, ağustos ayını beklemeye de mecbur değilsiniz.Necip Paşa gibi emekliliğinizi kendiniz isteyebilirsiniz, şimdi, yedi ay daha beklemek zorunda kalmadan... Emekli olunca belki daha rahat da konuş

"Paşam, yanlış yapıyorsunuz.
Fakat çok zor durumdaysanız, ağustos ayını beklemeye de mecbur değilsiniz.
Necip Paşa gibi emekliliğinizi kendiniz isteyebilirsiniz, şimdi, yedi ay daha beklemek zorunda kalmadan...
Emekli olunca belki daha rahat da konuşabilirsiniz.
Çünkü, kaderin getirip sizi koyduğu bu çok ilginç dönemeçte, örneğin bir Hilmi Paşa'nın "duruşunu" sergilemediniz.
O çok kararlı davranmıştı, hem de bunu sağda solda hiç konuşmadan yaptı, siz bocaladınız.
Paşam, bu bocalamanın hem orduya zararı dokunuyor, hem ülkeye, hem de size....
Zor geliyorsa daha fazla zorlamayın, bırakın paşam.
Verin dilekçeyi, gelin Boğaz'da rakı içelim.
Siz de rahatlayın, biz de." 

Yukarıdaki cümleler sayın Engin Ardıç Beye ait. Evet istifa eden Başbuğ’a boğazda rakı ısmarlayacak. İyide Sayın Ardıç bu muvazzaflar içinde adı ETÖ ile anılan ve pişkin pişkin oturduğu yere yapışan diğer aveneleri ne yapacaksınız? Eğer istifa etmesi gerekenlerin hepsine rakı ısmarlamaya kalkarsanız, masraflar için evinizi arabanızı satmak zorunda kalabilirsiniz. Ama yok içiniz rahat olsun kimsenin bu konuda kılı kıpırdamıyor. Her adı karışan daim ve kaim yerinde duruyor. İstifada ne demek, merak etmeyin onlarda bu zihniyet oldukça size bir kuruş ödettirmezler. 
Adamlar memleketin altına tünel kazmış üstüne kilim sermişler, birde pişkin pişkin demokrasi dersi veriyorlar. Küçük çocukları, öğrencileri, camii cemaatini kuyuya düşürüp cesetler üstünde rakı içmeyi planlamışlar, Engin Ardıç Bey sizin boğazdaki rakı içmek, onlara cazip gelmez, ceset üstünde içme hayallerinin yanında. Hem onlar yıllardır o kadar içmişler ki sarhoşluktan kendilerinden geçmiş, kendi milletlerine düşman olmuşlar, başka mihrakların bağımlısı olmuşlar.
Nerede Hz Ömer gibi, “Fırat kenarında bir koyunu kurt kapsa korkarım ki, ru-i mahşerde bu Ömer’den sorulur” diyen, zihniyet. Nerede “görevin hakkını yerine getiremezsem bu apoletleri etimle birlikte sökerim” diyen. Nerede askeri görev/ülke koruma söz konusu olunca “sakalın tarak tutmuyor yaşın küçük, sen askere alınamazsın” denilince tarağı çenesinin etine tutturan. Nerede gencecik bir asker olarak görevlendirilip Osmanlı ordusunda görev alan komutan , hani şu merhum , İlhan Bardakçıyı çok etkileyen 11. makineli takım komutanı, Hasan Onbaşı. İlhan Bardakçı’nın 1974’de Kudüs ziyaretinde rastladığı, nöbet yerini yetmiş yaşına değmesine rağmen terk etmeyen Hasan Onbaşı. Bardakçının ağzından dinleyelim.
“Onu mescidi Aksa’da merdivenin başında gördüm, upuzun boyu, iskeletleşmiş vücudu, üzerinde garip bir giysi, pardösü mü, kaput mu, desem değil, değişik bir giysi vardı. Başındaki kalpak mı, fes mi desem, değişik bir başlık vardı. Yüzü hasadı yeni kaldırılmış kıraç toprak gibi kırışık kırışık. Yanımda İsrail Dışişleri bakanlığı daire başkanı Yusuf Bey var, ona sordum. Kim bu adam dedim. Bilmem, dedi, “bir meczup işte ben beni bildim bileli burada duruyor kimseyle konuşmaz, kimseye bir şey sormaz. Yıllardır burada bekler durur.
Yanına vardım Türkçe “ selamün aleyküm baba” dedim.
O canım Anadolu şivesiyle, “ aleykümselam” dedi ve heyecanla torbalanmış göz kapaklarının altından gözlerini açtı sordu. “Türk müsün?”. “Evet. Ya sen kimsin baba?” diye sordum . Hazır ola geçti diklendi, “Ben Artçı bölüğünden. 20. kolordu, 36. tabur 8. bölük 11. ağır makineli tüfek komutanı Hasanım. Devam etti.
‘’Oğul, dedi, Devlet-i Âli çökerken, 401 yıl 3 ay 6 gün bekçiliğini yaptığımız Efendimiz Aleyhisselamın miraca yükseldiği bu yüce makamın, sahipsiz kalmasına gönlümüz razı olmamıştır. Orduyu Hümayun buraları terkederken, İngilizler şehre girene kadar bu kutsal mekan sahipsiz kalıp yağmalanmasın diye bir manga asker bıraktı ardında. Ben o askerlerden biriyim. Esirlik pahasına, ölüm pahasına bu göreve gönüllü talip oldum ben. Efendimiz Aleyhisselam’a hürmetin kerameti olsa gerek, İngilizler esir muamelesi yapmadılar bize arkadaşlarım memleketlerine döndüler sonra, ben görevi bırakmadım.
“Dön” emri gelmedikçe dönmem dedim ben. Dönmedim de. Efendimiz Aleyhisselamın makamında nöbet tutmak herkese nasip olmaz. Gerçi onun makamını layıkıyla koruduğumuz söylenemez evlat. Yabanın çizmeleri altında çiğnenir bu mekan şimdi. Ben bu kapının gönüllü bir bekçisiyim. Bu kapıdan ayrılmadığım için belki Efendimiz Aleyhisselamın şefaatine mazhar olurum. Şimdi senden bir ricam olacak evlat.’’
İlhan bardakçı’nın gözleri dolmuş: “emret dede rica da ne demek” diye karşılık vermesi üzerine, dede manalı manalı ufka dikerek, esas duruşa geçer bir vaziyette söyle der:
‘’Memlekete vardığında, Tokat sancağına yolun düşerse eğer. Burayı bana emanet eden kolağası Musa Efendi’yi bul. Ellerinden benim için öp ve ona de ki: ’11. makineli takım komutanı Iğdırlı Hasan Onbaşı o günden bu yana, bıraktığın gibi Efendimiz Aleyhisselamın âli makamını şerefle beklemekte ve nöbetinin başındadır.
Bu konuşmadan sonra İlhan Bardakçı çok müteessir olur, eğilir dedenin elini öper öper.
Evet bu ordunun selefleri böyle yiğitlerle doluydu, haleflerine neler oldu ki, vatan aşkının yerini çarpık ideolojiler aldı. Affet bizi 57 yıl gönüllü nöbet tutan 11. ağır makineli takım komutanı Iğdırlı Hasan Onbaşı. affet bizi Seyit Onbaşı affedin bizi. Affedin bizi, din için vatan için ömrünü canını hiçe sayan peygamber neferleri.

Rukiye Yıldız ERDOĞMUŞ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür Sanat Haberleri