Açlıktan önce bir savaş var Somali’de

Bir acıyı tahlil etmek çok zor ve acımasız... Bunu dabiliyorum. Okuyucunun vicdanına seslenen bütün alışıldık cümlelerden nefretediyorum. Onların açlığının üzerinden edebiyat parçalayan insanlardan nefretediy

Afrika’ya doğru yola çıkıyoruz. O andan itibaren de oraların kokusunu almaya başlıyorum adeta... Türk Havayollarından kalkan uçağımızda Bursa İHH’dan Celil Uysal ve eşi Hatice Uysal, Gaziantep’ten Zübeyde Tunç ve Meryem Uçarkuş, İstanbul’dan Cengiz Sağın, İHH’nın prodüksiyon bölümünden Recep Köse ve benimle birlikte 7 kişiyiz.

Uçak Somali’nin Başkenti Mogadişu’ya iniyor. Havaalanından çok Türkiye’de özellikle Anadolu’ya giderken yollarda gördüğümüz metruk köşeleri andırıyor burası... Hayat burada çok yavaş akıyor. Buranın insanı da kendini buna çoktan alıştırmış. Ancak hayatın baş döndürücü bir hızla ilerlediği metropollerden gelen bizler için bu durağanlığa alışmak çok zor... İnsana sabrı öğretiyor. Ben daha önce Afrika’nın başka bölgelerine gittiğim için bu durağanlığa alışığım. Bu sebepten gruptaki diğer arkadaşlardan tecrübeliyim. Havaalanındaki işlemlerin saatler sürmesi canımı sıkmıyor. Mizaç olarak içi içine sığmayan biri olan ben, burada başka bir insana dönüşüyorum. Hiçbir şeye aldırmıyorum burada... Hiçbir şeye sinirlenmiyorum. Bizim birkaç günlük serüvenimizde yaşadığımız ve sabrettiğimiz şeyler onların hayatlarının bir parçası çünkü... Biz bir süre sonra geri döneceğimiz bir evimiz olduğunun farkındayız. Ama onların anavatanı burası...

BİR ÇADIRDA

10 KİŞİ YAŞIYOR

Ve Mogadişu’ya ayak basıyoruz. İşte dünyanın bir ucu daha... İşte İHH... Kalacağımız misafirhaneye doğru yola koyuluyoruz. Önünden geçtiğimiz binaların hepsi delik deşik... Bu da bizi koruyan bir aracın önümüzde bize eşlik etme sebebini açıklıyor.

İlk olarak ‘Adele Kampı’nı geziyoruz. Kamptaki insanların zor şartlar altında üç-beş metrekarelik çadırlarda altı-yedi kişi, hatta bazı çadırlarda on kişi yaşadıklarını gördüğümde aklıma büyük evlerde yaşayan küçük insanlar geliyor.

AçlıĞIN üzerinden

edebiyat parçalayan

insanlardan

nefret ediyorum

Kampı gezerken çocukların gözlerinde hüzün ve mutluluğun karma bir kompozisyonunu teşhis ediyorum. Bir acıyı tahlil etmek çok zor ve acımasız... Bunu da biliyorum. Okuyucunun vicdanına seslenen bütün alışıldık cümlelerden nefret ediyorum. Onların açlığının üzerinden edebiyat parçalayan insanlardan nefret ediyorum. Sırf karınlarını doyurmak uğruna onların gururunun yerle bir edilmesinden nefret ediyorum. Aslında açlıktan önce bir savaş var Somali’de... Yirmi yıldır insanları yiyip bitiriyor. Her gün Mogadişu sokaklarında masum insanlar ölüyor. Bu halen devam ediyor. Ülkenin savaştan bir türlü çıkamadığını söylüyorlar. Tam her şey bitti sanılırken yeni bir patlama oluyor Mogadişu’da...Bölgeye gitmeden dersime biraz çalışmak için eski notlarımı karıştırıyorum. Afrika ile ilgili aldığım notların arasında anonim bir şiir gözüme çarpıyor:

 

SEVGİLİ BEYAZ ADAM!

Doğarım, siyahım!

Büyürüm, siyahım!

Güneşlenirim, siyahım!

Üşürüm, siyahım!

Korkarım, siyahım!

Hastalanırım, siyahım!

Ve ölürüm, hâlâ siyahım!

VE SEN BEYAZ ADAM!

Doğarsın, pembesin!

Büyürsün, beyazsın!

Güneşlenirsin, kızarırsın!

Üşürsün, morarırsın!

Korkarsın, sararırsın!

Hastalanırsın, yeşilsin!

Ve ölürsün, grisin!

Ve hâlâ bana renkli dersin.

 

Şiiri gördüğüm sayfayı defterimden koparıp hafızamın bulanık sularına atıyorum. O suyun bütün mikroplarını öldürecek şifanın da bu mısralarda gizli olduğunu bilerek yapıyorum bunu...

akit

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yaşam Haberleri