Takva olmazsa oruç olmaz

Oruç, İslam dininin üzerine bina edildiği beş esastan biridir. Oruç, nefsi terbiye eden, ahlâkı güzelleştiren ve iradeyi kuvvetlendi­ren en büyük ibadetlerdendir.

Onun için Cenab-ı Hak bir hadis-i kudside şöyle buyurmuştur: "Oruç benim içindir ve onun mükâfatını ancak ben veririm" İşte bu kudsi hadis, orucun ne yüce bir ibadet olduğunu açıkça or­taya koymaktadır. 

Oruç (savm)un kelime anlamı, bir şeyden el çekmek, nefsi meylettiği şeylerden uzak tutmak demektir, 'imsak' bu anlamda kullanılmaktadır. Dini terim olarak oruç, ilâhi emir­lerle yükümlü olan bir insanın tan ye­rinin ağarmasından güneşin batma­sına kadar geçen zaman içinde ye­mekten, içmekten ve cinsel ilişkiden uzak durmasıdır. İnsanı kötülüklere sevkeden başlıca iki kaynak vardır. Bunlardan birisi mide hırsı, diğeri ise cinsi şeh­vettir, insan çok defa bu iki unsurun tesiri altında kalır ve onların esiri du­rumuna düşer. O zaman insanda ne din duygusu, ne Allah korkusu, ne de Peygamber sevgisi diye bir şey kal­maz. Şehvet ve ihtiraslarını tatmin etmeye çalışır. Buna çalıştıkça daha da aşağılaşır ve zararlı bir varlık haline gelir.

İşte oruç, insanı bu tür şehvet­lerden koruyan ve onun Allah'a daha çok yaklaşmasını sağlayan bir ibadet­tir. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîslerinde şöyle buyurmuşlardır: "Oruç, ateşten koruyan bir kal­kandır" (2)

Görülüyor ki oruç, savaşta in­sanı koruyan bir kalkana benzetilmiş­tir. Kalkan, insanı savaşta nasıl ko­rursa, oruç da insanı Cehennem ate­şinden öylece korur. Zaten orucun anlamı, şehvetlerden el çekmek ve onlardan uzak durmak olduğuna göre oruç tutan bir insan oruç saye­sinde Cehennem ateşinden korun­muş olur. Diğer taraftan oruç, insan nef­sine en zor gelen bir ibadettir.Bunun için Yüce Allah, tedrici olarak önce ibadetlerin en hafifi olan namazı, sonra zekâtı, daha sonra da en zoru olan orucu farz kılmıştır. Bununla beraber orucun geçmiş milletlere de farz kılındığı bildirilerek, Mü'minler tarafından daha rahat benimsenmesi ve yaşanması hatırlatılmaktadır. Ayet-i kerime ile müminlere hitab edilerek âdeta 'Bu öteden beri yaşanıla gelen ilâhi bir kanundur, sakın nefislerinize zor gelmesin' ikazı yapılmaktadır. Nefis terbiyesinde ve insanı olgunlaştırmada orucun daha pek çok faydaları vardır. Meselâ: 

Oruç tutanlar, Yüce Allah'ın ulvi bir emrini yerine getirmek suretiyle üstün bir dereceye ulaşırlar. 

Oruç tutanlar, güzel ahlâka sahip olurlar. Çünkü oruç, nefsin kötü temayüllerini frenler, insanın şefkat ve merhamet duygularını artırır, kalbi hikmet ve marifet nurlarıyla aydınla­tır.

Oruç tutanlar, toplum hayatının huzur ve ahenkle işlemesine yar­dımcı olurlar. Yüce Allah'ın emri ol­duğu için akşam iftar saati gelmeden kendi helal malını bile yiyemeyen bir insan, haram olan bir mala el uzatabi­lir mi? Ayrıca bir günün açlığına kat­lanmanın zorluğunu bizzat yaşayan insan, her halde muhtaç durumda bulunan kimselerin hallerini daha iyi anlamış ve onlara yardım elini uzat­mış olacaktır. Böylece yardımlaşma duygulan gelişmiş ve insanlar ara­sındaki ahenk sağlanmış olur.

Oruç tutanlar sağlıklarına da hiz­met etmiş olurlar. Orucun insan sağ­lığı üzerindeki müsbet tesiri tartışma­sız bir gerçektir. Şartlarına uyularak tutulan oruç, yukarıdaki ayetin sonunda da işaret edildiği gibi insanı takva derecesine yükseltmiş olur.

Takva Allah'tan korkmak ve Al­lah'ın yasak etmiş olduğu şeylerden kendini korumaktır. İnsan temiz bir ruh ve saf bir fıtrat üzere yaratılmıştır. Allah'ın bir emaneti olan o temiz ruhu kötülüklerle kirletmesi, Allah'tan kor­kan insanın asla yapacağı bir iş de­ğildir. Çünkü Allah korkusu buna manidir. Allah'tan korkmak, O'nun rıza­sını kazanamamak veya azabına uğramak endişesiyle kalbin heyecan ve şiddetle yanıp yakılması demektir. Hiçbir mü'min bu endişelerden ken­dini müstağni sayamaz. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem: "Yüce Allah'tan en çok korkanı­nız benim" (3) buyurmak suretiyle bu hususun önemini belirtmişlerdir. Yüce Allah'tan en çok korkanlar "marifetullah" a en çok nail olanlar­dır, Hz. Ebubekir radiyallahu anh da bu endişeyle bir ağaç üzerinde duran bir kuşa şöyle seslenmiştir: "Ne mutlu sana ey kuş! Sen ağaç üzerinde durur, meyvalanndan yersin. Senin ne hesabın, ne de cezan vardır. Keşke ben de senin gibi olsaydım. Allah'a yemin ederim ki bir insan değil, bir yol kenarında ağaç olmayı ve bir kervanın bana uğrayıp beni çiğnemesini sonra yutup beni bir posa halinde çıkarmasını İster­dim"

Cennetle müjdelendikleri halde 'marifetullah'a nail olanların endişe­leri böyleydi. Ne kadar düşündürücü ve ne kadar ibret alınması gerekli bir' olaydır!.. İnsan gözünü haramdan; dilini gıybetten; kalbini kötü zan, kibir, ve gururdan uzak tutmalı; yalan söyle­mekten, başkalarını aldatmaktan ve kötü alışkanlıklara temayül etmekten sakınmalıdır. Kısacası insan bütün haramlardan kaçmalı ve ilâhi emir­lere sıkı sıkıya bağlı kalmalıdır. İşte bu şartlara riayet edilerek tutulan oruç, İnsanı takva derecesine yükseltmiş ve melekler safına katmış olur.

(1) Bakara Sûresi, 183.

(2) Buhâri. Sahîh, II, 226.

(3) Buharı, Sahîh, IV, 360.

(4) Eş-Şeyh Ali Mahfuz, Hidâyetü'l-Miirşidîn, s 371.

 

İslam Dergisi '95 - Yrd.Doç.Dr.Şevki SAKA

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yaşam Haberleri