’’Hürriyeti bilinçli ve sanatkâr beyinler kullanabilir’’

Sözün büyüleyici gücü şiirle zirveye ulaşmış ve şiir her devirde sanatların sanatı olarak baş köşede yerini almasını bilmiştir. Bir divan şiirinde şair: ‘’Şayet sözden daha değerli bir şey olmuş olsaydı gökten söz yerine o inerdi’&rsq

Umut Bulut'un röportajı...

Türk şiirinde bu aralar bir bulanıklık var. Kimin ne söylediği ve ne yapmak istediği pek belli olmuyor. Siz bu bulanıklığı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Şiir insan ve toplumla, hele bizim toplumumuzla çok iç içe. Topluca yaşantımızda problem olunca şiirde de oluyor. Bugünlerde toplumumuza hezeyan yaşatıyorlar. Şiir de bundan etkileniyor. Bu da bulanıklığa sebep oluyor. Bu birçok dönemde olmuştur da buradaki asıl problem şu: biraz eli kalem tutan kendini bir yerlerde gösterebilen şairler hemen ekol olduklarını ilan ediyor. Her şair böyle durumda birer keçi yolu bulup oradan yürümeğe başlıyor. O yolun da şiirin tek asfaltı olduğunu savunuyor. Evet ‘İkinci Yeni’ kalıpları yıktı önümüzde geniş ufuklar ve onlarca yol oluştu. Ancak bu her kafadan bir ses çıkacak anlamına gelmemeli… Hürriyeti bilinçli ve sanatkâr beyinler kullanabilir…

Siz modern şiirin yanında durmakla birlikte geleneksek şiiir damarının hece yoluyla devam etmesi gerektiğini de savunuyorsunuz. Size göre Türk şiiri suyun yatağını bulması misali kendi mecrasını nasıl bulacak? 

Tabii ki öyle düşünüyorum. Şiirde hiçbir damar kesilmemeli. Son yüz elli yılda bizde bir ret, bir kapatma, yok sayma geleneği başladı. Bu maalesef sanattan kültüre, eğitimden ekonomiye böyle.. Biz şair ve yazarlar bu anlayışı da yıkmalıyız. Ret yok hoşgörü var.. Hiçbir damar kesilmemeli çünkü ileriki yıllarda, hatta yüzyıllarda hangi damarın hayat bulacağını kimler kesin olarak iddia edebilir. Ben şiirde hecenin, kafiyenin, kalıbın şiiri daralttığına, özgürlüğünü elinden aldığına inanıyorum. Dolayısıyla kendi yolumda özgürce yürüyorum. Şiirlerimle, yazılarımla ve sözlerimle diğer anlayışların önünü kesmemek için de özen gösteriyorum. Şiiri duygu, ilham, özgürlük, iradenin tüm katmanlarıyla serbestçe kullanabilme yetisi, zevkin ve sanatın doyumsuz zirvesi olarak anlıyorum. Yazarken de bu haz üzere yürüyorum. Tüm bunları söylerken şunu da belirtmek gerekir ki disiplin özgürlüğe ters değildir. Çünkü şiir ‘matematikten az palavra kabul eder’ özelliktedir.

Evet her damar yürüsün tabii… Tekke şiiri, halk şiiri, ozanlarımız yürüsün.. Ancak şiirde çağdaş ana damar görevini üstlenen serbest şiir çok disiplinli ve kaliteden taviz vermez bir şekilde öncülüğünü yapsın. Ben böyle düşünüyor, hareketlerimi buna göre ayarlıyorum.

Mutlaka kendi oturmuş yerleşmiş bir üslubunuz var. Ama bu devirde kendinizi yakın hissettiğiniz bir şair var mı? 

Olmaz mı var tabii; Ben Mevlana, Şeyh Galip, Fuzuli, Yahya Kemal, Ahmet Haşım, Sezai Karakoç, Cemal Süreya damarını kendime yakın buluyorum. Bunların mümkün olduğunca şiirden taviz vermediklerini, belli bir kaliteyi yakaladıklarını düşünüyorum. Bir şair vebaliyle bu yolu devam ettirmeğe çalışıyorum. Tabii ki kendi yorumumla bunu yapmaktayım.

Bu yeni dönemde hangi şairleri başarılı buluyorsunuz. Aha işte tam da bu dediğiniz bir şairden bahsedebilir miyiz? 

Gençler arasında çok başarılı isimleri görmek beni sevindiriyor. Aslında topyekün olmasa da geçmişin şiirinin üstünde çok güzel şiirler olabiliyor. Bu teşvik edilirse şiir genç şairlerin elinde iyi bir noktaya gelecektir.

Sizce şiirde anlam mı öne çıkmalıdır estetik kaygılar mı? Yoksa sizin şiirden beklediğiniz başka şeyler var mı? Sizce şiirin bir derdi olmalı mıdır?

İnsan ve şiir çok iç içe… İnsanın derdi şiirin derdi. Herkesin içinde mutlaka bir şiir boşluğu vardır da bunu idrak edip doldurabilirler mi, o başka! Ama bunu hep hamasi nutuk şeklinde dillendirmemek lazım. Şiir doğduğundan beri hep imge ve simge üzerine kurmuştur yapısını. Hele o günden bugüne dünyaca da kültür birikimi arttıkça  imge yoğunluğu olmazsa olmaz halini almıştır. Fotoğraf çıkınca resmin sürrealist boyuta, kübizme kayması gibi.. Şiirde anlaşılmaz gibi görülen imgelerin ağır bastığı noktalara yürümektedir. Bu derinliği ve kaliteyi artıracaktır. Hayır, hemen okuyucu okuduğunu pat anlasın, böyle şiir olmaz. Birileri şimdi Yunus’un “beni bende deme, bende değilem / bir ben vardır bende benden içeru” sözünü hemen anlaşılır mı zannediyor. Herkes ona kendi gönlünden bir tek anlam yükleyip geçiyor, işte o kadar. Sekizyüz yıl önce yazılıp onbinlerce kez okunup cıcığı çıktığı halde hala yer yer anlam gizliliği yok mu? Tabii ki bugünkü yeni şiirde daha çok anlam gizliliği olacak. İrdelendikçe o da anlaşılır noktaya gelecek. Okuyucu biraz kafa yormalı. Ayrıca estetik çok önemli. Bizde tarih boyunca o zarafet hep vardır. Avrupa giyinme nedir bilmezken biz pantolonu ve iç gömleğini kullanmış bir toplumuz. Sonra yüzyıllar önce Orhun Kitabelerinde “ey Türk titre ve kendine dön” sözleri bir seçiciliğin, bir estetik kaygının, bir damıtılmışlığın işareti değil midir? Şiirde estetik, ses, imge yoğunluğu, anlam, anlam bütünlüğü, duygu ve ilham olacak. Bu dengeyi iyi kuran iyi şairdir işte. Eseri de uzun soluklu, ölümsüz olur… İyi şiir ve iyi şair çağlar boyu okunur.  

Genç şairlerden geleceğin şiiri adına ümitvar mısınız? Size göre şairlik öğretilebilir bir şey midir? Son zamanlarda yaygınlaşan şiir atölyelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Az önce söyledim. Gençlerden, dolayısı ile şiirin geleceğinden ümitvarım. Ancak kolaya kaçan şair çok. Ben yazdım oldu diyen de.. Yazan yüz sene sonra, belki beşyüz sene sonra okunmalıyım iddiası, altyapısı ve gayreti ile bunu yapmalı... Başka türlüsü uçar gider. Saman alevi gibi kalır şiir… külleşir. Nergis değil ki külünden doğsun…

Her şeyin olduğu gibi şiirin de ustası vardır. İyi bir şairin dizinin dibinde oturup iyi üstad olunabilir. Ancak şiire yetenekli gençler için bunu söylüyorum. Ben şair yaratıldım diyen bir genç kendinde o yeteneği görür de iyi bir üstadın dizinin dibinde oturursa çok yol alır. Daha uzun soluklu ve daha ekol yaratacak şair konumuna gelebilir. Bu böyle biline…

Üstat diye tanımlanan eski şairlerin gençlerin önünde çeki taşı gibi durduğundan söz ediliyor. Yoksa gençler üstatlarını aşamadıkları için bahaneler mi uyduruyor siz ne dersiniz?

Şu anda yaşayan tanınmış yaşlı şairlerden bazıları; “şiir benim yazdığım gibidir. Bana benzeterek yazarsan şair olursun” diyebilir. İma edebilirler en azından. Bu tabidir. Genç şair önce bir üstad’dan etkilenecek  sonra da  kendi yolunu çizecek. Genç şairler şiir duygusundan sonra çok geniş şiir bilinci yüklenmeli. Yüklenirlerse yollarını bulurlar zaten. O zaman kim ne derse desin şiir vadisinde akar gider.Tabii ki bahane uyduran genç şairler de var. Şair dünya savaşı yapacak ordu komutanı gibidir. Tüm gücüyle, tüm teçhizatıyla noksansız hazır olmalı. Yoksa bugün birkaç güzel mısra yazar, yarın erir gider. 

Bir dönem Türk şiirinde efsana bir kuşak gelip geçti. Necip Fazıllar, Nazım Hikmetler, Akifler Tevfik Fikretler onlardan sonra eski karizmaları çıkaramadı Türk şiiri siz bu kısırlaşmayı neye bağlıyorsunuz? 
Türk şiiri, 1. ve 2. dünya savaşları dönemlerinde ve seksen ihtilali öncesi o dediğin şairlerle bir ivme, bir karizma kazandı. Ancak bu tam tamına müthiş bir zirve kazandı anlamına gelmez. Savaş sırasında destani duruşlar tüm halkı kucaklar. Hamasi duygular şiirle can bulur. O günlerde de öyle oldu. İdeolojiler döneminde de bir nevi böyle bir ortam vardı. Necip Fazıl sağın, Nazım Hikmet solun başını çekiyordu. İdeolojilerin kontrolünde bir şiir vardı o zaman. Şiir ideolojilerin kontrolünde daralır bayağılaşır. Şiirin kontrolünde ideolojiye evet, şiiri ideolojinin, oyuncağı haline getirmeye hayır. Şiir, şiir hassasiyetiyle üstat ellerle yazılırsa her şeyi kapsar zaten. Aslında bugün ideolojilerden sıyrılmış (tam anlamında söylemiyorum)  zirve şairler var. Daha önce de oldu..  Mesela Sezai Karakoç, İsmet Özel, Ece Ayhan, İlhan berk gibi... Bunlar yeni şiir anlayışında önemli yerde şairlerdir. Ancak bunların şiirleri destan çağrışımı yapmadığından kitleleri arkalarından sürüklemez. Şiiri iyi bilen üst bilinç bunları okuyup anlayabilir. Şiir bu kadar da naz istemeli tabii… Yani Türk şiiri kısırlaşmadı sürekli yol arayan duruma geldi. Düşünün divan şiiri yediyüz senelik bir geleneğin üzerinde çok değişmeden devam etti. Halk şiiri de hakeza.. Yeni şiir hep yenilik üzerine binasını kurmuş bir anlayışta geliştiğinden zoru ve uzun yolu seçmiş durumdadır. Bu da zirvenin gecikmesine sebep olabilir.. 

Sadece modern şiirde değil halk şiirinde de bir kısrlaşma söz konusudur. Mesela Yûnus Emre, Karacoğlan, Pir Sultan Emrah ve Aşık Veysel’in gölgesinden kurtulamadı halk şiirimiz. Sizce de yanılıyor muyum?  
 
Bu doğru. Hece yazan yeni şairlerimiz özellikle Necip Fazıl, Arif Nihat Asya, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, Bekir Sıtkı Erdoğan’dan sonra çıkamadı. Ancak o damar aslında Necip Fazıl ile zirveyi yakaladığından. yeni bir zirve hiç de kolay değildir. Şu anın hecedeki sancısı bu.. 

Şiir size göre bir amaca hizmet etmeli midir? Yoksa bizatihi kendisi bir amaç mıdır?  
 
Şiir dünyayı yıkmak, yapmak, yönetmek, yakmak için vardır. Şiir yakar, yıkar ve yapar. Ancak bunu bir duvar ustası gibi yapmaz tabii.. Şiir olmadan alfabe, söz, edebiyat, kelime, duygu, kültür, kelime hazinesi, sanat ve bilim gelişmez. Bunların her birinin dolaylı olarak mimarı şiirdir. Dolayısıyla şairlerdir. Şiir amaçların esiri olmamalı. O yolunda bir sultan edasıyla çağlayanlar gibi yürümeli, kabını uzatan kabının büyüklüğü kadar alabilecektir ancak. 

Şiirde ideolojik aşiretleşmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz. İdeolojiler şiiri besliyor mu yoksa köreltiyor mu? 

İdeolojiler çağında idik. Yetmiş ve seksenli yıllar böyle bir zirveydi. O dönemler çok güzel şairler vardı. İdeoloji bataklığına düşmeselerdi şiir çok daha güzel yerlerde olacaktı. Yani diyorum ki; Necip Fazıl, Nazım Hikmet o dönemin sağ- sol ideolojilerini omuzlayıp birbirleri ile çekişmeselerdi, sadece şiirin rekabetini yapsalardı daha büyük şairler olacaklar, daha güzel şiirler yazacaklardı. İdeoloji bataklığı bizi bunlardan mahrum etti. Aslında onların bizi böyle bir güzellikten mahrum etme hakları yoktu. Onları seviyorum, ancak bu yüzden de kızıyorum. Çünkü biz bugün onların çok daha güzel şiirlerini okuyor olacaktık. Şimdi sadece güzel şiirlerini okuyoruz.

Şiirin içinde ideoloji sırıtmamalı, şiirin şelalesi önünde set, baraj olmamalı. Kalıplar gibi ideolojiler de şiirlerin barajlarıdır. Önlerini keser yapay göl yaparlar, sadece sivrisinek büyütürler. 

Para, piyasada değeri olan bir mal ve hizmetin karşılığı ise, şiire değer verilen ve herkesin şair olduğu bir ülkede şiir neden para etmiyor. Burada bir çelişki yok mu?

Herkes şair olunca, herkes kendi şiirini okuyor. Kişi kendi şiirini para vererek okumaz ki. (gülüşmeler.) Şaka bir tarafa şiir okumanın da bir kültürü, bir altyapısı vardır. Hece şiiri kısırlaştı dediniz.. Evet sancı var halkın kültürü hece şiirine yönelik o şiirde kısır, yeni şiir damarlarına da halkın o altyapısı uzak eee, asıl çelişki burada işte…

Bize düşen görevlerden biri de okuyucuyu yeni şiir kültürü altyapısına taşıyabilmektir. Burada görev sadece şairlerin değil, hatta ilk görev ‘yetkililer’indir. Devleti yöneten ‘seçilmiş ve atanmışlar’ındır. Şiirin kısırlaşmasında kısır döngüdeki yöneticilerin etkisi ve günahı çok büyüktür. Zaten birçok yöneticiyi şiirin vebali çarpmıştır. Onlar kötü çarpılmışlar da çarpanın ne olduğunu anlayamamışlardır. Çünkü anlamak da bir kültür gerektirmektedir.

Yine de şunu söylemem gerekiyor;  bize, yeni şiiri yazanlara önemli görevler düşüyor. Şiirden taviz vermiyorsak ki vermiyoruz. O zaman halkın şiir duyarlılığını o noktaya getirmeliyiz. Böylece sorun da çözülmüş olur. 

Şiir adına bundan sonra yapacağınız çalışmalar hakkında bize bir ip ucu verir misiniz?
Şiirde yeni yorumlar yeni damarlar aramaya devam edeceğim. Şairsek, bunun geri dönüşü yok. Sorumluluğu da büyük. Onun bilincindeyiz ve çok uğraşacağız, çok kaliteli eserler çıkaracağız. İşimiz, tek işimiz bu olmalı… olacak da…

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür Sanat Haberleri