'Kayıp Halife' okuyucusuyla buluştu

Mustafa Yahya Coşkun'un, son  kitabı "Kayıp Halife" okuyucusuyla buluştu. İlgilyle okunacak kitaba, seçkin kitapçılardan, internetten ya da telefonla sipariş ederek ulaşılabilir. 

Mustafa Yahya Coşkun’u önce Anadolu Gençlik dergisindeki çalışmalarıyla tanıdık. Sonra Milli Gazetede yayımladığı birbirinden ilginç dosyalarla akıllarımıza kaydettik ismini. Daha dikkatli bakmaya başlayınca birçok dergide çıkan yazılarını gördük. En son da her hafta Çarşamba günleri Başkent TV’de yayımlanan “Kitap Vadisi” adlı programını izlemeye başladık. Son kitabı “Kayıp Halife” de bu günlerde çıktı. Biz de bunu fırsat bilip kendisiyle keyifli bir sohbet yaptık.

Öncelikle kitabınız hayırlı olsun. Kayıp Halifenin bir arayışın romanı olduğunu söylüyorsunuz. Nedir bu arayış? Neyi arıyoruz?

Malumunuz aramadan bulunmaz. Fakat her arayan da bulamaz. Bu tasavvuf sözlüğünün en kıymetli cümlelerinden biridir. Bu kapıyı çalmaktır. Kapıyı her çalan giremez ama girenler sadece çalanlardır. Roman kahramanımız günümüzde, hayatımızda, islamımızda, Müslümanlığımızda eksiklik olduğunu hisseden bir genç. Kendisini mutmain edecek hayatı aramaktadır. Atalar dini olan islamı istemez. Arayıp bulacağı ve işte bu diyeceği islamı ister. Fakat neyi nerde arayacağını da bilmez. Aramanın bulmaktan daha önemli olduğunu bile düşünür. Çünkü yola çıkmıştır. Dardadır. Bunalmaktadır. Ve aramanın büyüsüne kapılır… Romanımızın diğer kahramanı Mücahit Bey. Zengin ve şuurlu bir Müslüman. Bizim genci finanse ediyor ve arayışına katkıda bulunmak istiyor. Onu üç yolculuğa çıkmaya ikna ediyor. Bosna, Somali ve Çeçenistan. Kahramanımız bu üç yolculuğa çıkıyor ve her bir coğrafyada farklı şeyler görüyor. Buralarda arıyor.Acıları, hikayeleri görüyor, yaşıyor. Aliya ile tanışıyor. İslam birliğinin kurulmasının gerekli olduğuna hükmediyor. Aliya’ya sen bizim halifemiz olsana diyor. 

Peki Aliya ne diyor?  

Halifeyi burada arama diyor. Başka bir yeri işaret ediyor. Kahramanımız da arayışını sürdürüyor. Kahramanımız soruyor: “Peki efendim İslam birliği nasıl gerçekleşecek?” diye. Aliya: “Nasıl gerçekleşeceğini bilmiyorum ama gerçekleşmesi için ilk şartın ne olduğunu söyleyebilirim: Gerçekleşebileceğine inanmak…” diyor. 

Mücahit Bey kim? Onun hikayesi de var mı?

Elbette. Mücahit Bey bir Anadolu Kaplanı. Dişiyle tırnağıyla zenginleşmiş bir müslüman. Büyük bir iş adamı. Bosna’da savaşmış. Derdi olan, yardım eden ve tekeli bozmaya çalışan biri. Haliyle de düşmanları var. BESİAD. Beyaz Sanayici ve İş Adamları. Bunlar Mücahit Beyi tasviye etmek istiyor. Onun çarka çomak sokmasını istemiyorlar. Tehdit ediyorlar. Suikast düzenliyorlar ve vuruyorlar. Bu çok ciddi bir mesele. İşte Filistin’de İsrailin devlet terörü hortladığında mitinglerde boykot malları listeleri dağıttılar. Hatırlayın. Bir arkadaşım dedi ki; “Ya alacaklarımızı yazsalar daha kolay olurdu.” Niye böyle? Çünkü doğru dürüst yerli üretimimiz yok. Hep dışarıdan hep dışarıdan. Hep İsrail’den, Amerika’dan. Batı’dan. 70 milyonuz ama bir tane yerli arabamız yok. Onu bırakın her evde olan kalekimi bile üretemiyoruz. Bu mevzu uzar. İşte Mücahit Bey üretmiş de üretmiş. Tekeli kırmış. Onun mücadelesi de var romanda. Tabi hepsini de anlatmayalım.

Peki kahramanımız neler görüyor bu üç yerde? 

Tabi bunlar çok uzun kısımlar ama özetle eksikliklerimizi görüyor. Hayatımızda uzak tuttuğumuz veya olması gereken şeyleri. Cihadı mesela. Birlikteliği. Siyasetin gerekliliğini ve tabii ki adaleti. Ama bunları kendi hikayeleriyle görüyor. Yani bunlar çıkardığı dersler. Bunları, bu dersleri çıkaracak olayları müşahede ediyor. Bosna’da cihadın hayatın içine naıl yerleştiğini ve kimliklerini kazanmalarında nasıl etkili olduğunu. Somali’de siyaseti görüyor. Somali ve Etiyopya işbirlikçi yöneticileri yüzünden savaşıyor. Müslümanın yöneten olması gerektiğini görüyor. Çeçenya’da birlikteliği adanmışlığı… Sonra da Mücahit Beyle birlikte bir akil adamın dizinin dibine gidiyorlar. Kahramanımız eksikleri anlatıp bize Halife lazım diyor. Halife olunca sorunlarımız biter. Akil adam ise doğru sebeplerden yanlış sonuca gittiğini söyleyip hikmeti anlatıyor. 

Bence o hikmete muhtacız. Kitaptan bir bölüm okur musunuz bu hikmet kısmından?

Tabi bu da çok uzun ama şöyle denk gelen yerden okuyalım: “Üstad vazifemizi şöyle özetledi. Halık’i tazim, mahluka şefkat. Halık’i tazim bildiğimiz kısım fakat mahluka şefkat köpeğe ekmek dilenciye para vermek değil. Çünkü bu insana verilen göreve mütenasip değil. Mahluka şefkat hakkın üstünlüğünü sağlamak. Güçlünün değil haklının yanında olmak. Bütün insanlığı kurtarma azminde olmak. Dünyanın muhtaç olduğu hak ve adalet merkezli bir medeniyeti tesis etmek… Bu yok. Zalimler çok kuvvetli diye ağlamak yok. Cenab-ı Allah’ın ‘Size ne oluyor da kurtarıcı bekliyorsunuz?’ ayetinde dediği gibi hep beraber ayağa kalkmak. Niye bunları söyledi Üstad? Çünkü İslam bir bütündür. Parçası İslam değildir dedi. Din nedir diye sorduğumda imandır diyenler var. Din iman değildir. İman kapısıdır. Binanın tamamı değil. Onunla binaya girilir. Ağacın dalına ağaç denir mi? O daldır. Kesip parçalarsan kütük olur elinde ağaç kalmaz. Bu dinin kökü iman, gövdesi amel, dalları muamelattır. Bu yüzden dini sosyal ve siyasi hayatın içinde yaşayacağız. İşte bu ağacın dalı muamelatımızdır. Zalimlere baş kaldırışımızdır. Dallardır solunum yapmamızı sağlayan. Bir avuç zalim bütün bir insanlığa nefes aldırmıyor değil mi? Hayır! Onlar değil. Biziz bunu yapan. Çünkü dalları kesen biziz. Muamelatı es geçen biziz…”

Eyvallah. Kayıp halifeyi bulup bulamadığımızı söylemezsiniz herhalde.

Evelallah arayan bulur. Yeter ki ısrarla ve samimiyetle aransın. Kahramanımız da buluyor. Onunla beraber hepimiz buluyoruz. 

Her kitabın bir hikayesi vardır yazmaya sevk eden. Kayıp Halifeninki ne?

Aslına bakarsanız yazmak istediğim bu değildi. Hakan abinin (Albayrak) çok sevdiğim bir şiiri vardır. Halifesiz bir Türk’ün seyir defterinden diye. Onu ilk okuduğumda çok etkilenmiştim. Kafamda şimşekler çaktı. Belki de yapmak istediğim şey kafamda canlandı. Hatta ismini buldum “Halifesiz Günler” diye. Sonra Hakan abinin bu isimle bir kitabının olduğunu öğrendim. Bilmediğim için de utandım. Fakat yılmadan bu mevzu üzerine düşündüm. Çünkü şiir “Bir de halife gelse ne biçim olur” diye bitiyor. Bir tarihçiyim. Kalbimden yakalandım. Ve tabii başka bir hikaye çıktı ama amaç hasıl oldu. Zaten bu kitabı biz Nobel alsın diye yazmadık. Hatta itiraf etmem gerekirse birçok yerde kolaycılığa kaçtım. Roman tekniğinin dışına çıktım. Kahramanları uzun uzun konuşturmanın kolaycılığına sığındım ama bunu romanı bilmediğimizden değil derdimizin olmasından yaptım. Ha moda tabiri ile salt sosyal mesaj vermek için değil ama derdimizi de anlatmak adına. Bu kitap herkesin kütüphanesinde değil, gönlünde ve imanında olması gereken bir kitap. İnşallah okuyanlar da bu yorumlarıma katılır.  

Nerelerde bulabileceğiz kitabı?

Seçkin kitapçılarda mevcut. Olmayan yerlerde de istenerek getirtilebilir. İnternetten de temin etmek mümkün.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Vallahi söz bitmez. Bizim bir derdimiz var. Dertliyiz. Yenilgiyi kabul edemeyiz. Yenilemeyiz. Bütün dünyaya adalet dağıtma derdinde olmalıyız. Muhayyilemizde bunu beslemeli büyütmeliyiz. Olacak mı olmayacak mı diye değil. Vazifemizi yapabilmek adına. Çünkü biz zaferden değil seferden sorumluyuz. Dünya bir medeniyet buhranı içindeyken doğal çözümün bizim medeniyetimizde olduğunu haykırmak zorundayız. Hele ki biz gençler… Gençlerimizin elinden hayalleri alındı. Alınıyor. Gençler reel politikten bahsediyor. Halbuki genç dinamizmi ve heyecanı ile herkese adalet ve özgürlük taşıma niyetinde derdinde olmalı. Medeniyet havzamızı bilmeden, emperyalistlerin çizdiği sınırların dışına burnunu bile çıkarmadan hiçbir şey olmaz. Oyunları bilmeden şuurlu Müslüman olunmaz. Oyunu bozma azminde olmadan halife beklenmez. Son olarak Allah hepimize dert versin… 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Kültür Sanat Haberleri