Yavuz Sultan Selim'in nedimlerinden Hasan Can, Tacü't-tevarîh adlı meşhur kitabın yazarı olan oğlu Hoca Saadettin Efendi'ye şunları anlatmıştır:
Yavuz Sultan Selim Hazretleri, gecelerini genellikle kitap okuyarak geçirmeyi adet edinmişti; pek az uyurdu.
Çoğu zaman bana okutur kendisi dinlerdi. Tarihi baştan sona bilirdi. Bir keresinde, bu şekilde bir kaç gece üst üste uykusuz kalmış, sonunda yorgunluktan uyuya kaldım. Padişah da gece biraz uyumuş. Sabah namazını kıldıktan sonra hizmetine koştuğumda, bana:
- Bu gece görünmedin, ne yaptın diye sordu.
- Birkaç gece uykusuz kaldığımdan bu gece gaflet galebe edip hizmetinizden mahrum oldum diyerek özür diledim.
- Pekala! Ne rüya gördün? Dedi.
- Öyle hatırda kalacak rüya görmedim diye cevap verdim!
- Bu ne sözdür? Böyle uzun geceleri hem sadece uyku ile geçir , hem de bir rüya görme! Mutlaka görmüşsündür! Söyle! Benden saklama diyerek ısrar etti. Ne kadar düşündüysem de hatırlıyamadım.
- Nakli mümkün bir şey görmedim diye yemin ettim.
Mübarek başlarını hayretle iki tarafa sallayıp düşündü. Ben de "Bu ısrarla sualin sebebi nedir?" diye hayrette kaldım. Biraz sonra beni bir iş için kapı ağasının bulunduğu daireye gönderdi.
Gittiğimde Hazinedar Başı Mehmed Ağa, Vekilharç Başı Osman Ağa ve Saray Ağası Hasan Ağa'nın, hepsinin topluca bir arada oturduklarını gördüm. Saray Ağası Hasan Ağa'nın başı önünde ve gam ü kasavet içindeydi.
Gerçi salih ve dindar bir kişiydi; ama bu hali, evvelkilerden pek başkaydı. Gözlerinden yaşlar aktığını da görünce, yakınlarından birinin vefat ettiğini zannettim. Kendisine:
- Ağa hazretleri! Kalbiniz kederli, gözünüz yaşlı görünüyor. Hikmeti nedir? dedim.
- Hayır! Hiçbir şey yok dedi, rüyayı benden gizledi, fakat Hazinedar Başı:
- Ağa kardeşimiz bu gece garip bir rüya görmüş, şu anda onun tesirindedir diye açıkladı. Ben:
- Allah Teala hayırlar vere! Bana da söyleyin!. Zira Devletli Padişahım; Sen bu gece mutlaka rüya görmüşsündür! Niçin söylemiyorsun? diye beni azarladı.
Beni sıkıştırması boşuna değildir. Ne gördünse anlat diyerek Hasan Ağa'ya ısrar etti. Söylemekten sıkılarak dedi ki:
- Benim gibi asî günahkarın, padişah huzurunda söylenmeye layık ne rüyası olabilir ki? Lütfen bana bunu teklif etme!
Biz ısrara devam ettik. Gitgide hayası artıyor ve:
Sonunda Hazinedar Başı Mehmed Ağa:
- Niçin söylemiyorsun? Daha önce söylemeğe memur olduğunu kendin açıkladın. Şimdi gizlemek hıyanet olmaz mı? deyince sırrını açıklamaya mecbur kaldı:
- Bu gece rüyamda, bu eşiğinde oturduğumuz kapıyı aceleyle vurduklarını duydum. Ne oluyor diye ileri vardım. Baktım ki kapı dışarısı biraz görünecek kadar aralanmış; ama adam sığmaz. Ne var diye baktım. Ellerinde bayraklar vardı ve silahlarını kuşanmışlardı. Harbe hazırdılar.
Ellerinde birer sancak olan dört nûranî kişi, kapıya yakın duruyordu. Bana: "Niye geldiğimizi bilir misin?" dedi. Ben de: "Buyurun!" dedim. "Bu gördüğün büyük kalabalık Rasulullah'ın ashabıdır. Bizi o gönderdi. Selim Han'a selam etti Hemen kalkıp gelsin, bugünden sonra Haremeyn (Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere) hizmeti ona verildi" diye ferman buyurdu.
Bu gördüğün dört kişi Ebü Bekir Sıddîk, Ömer bin Hattab, Osman Zinnüreyndir. Ben de Ali bin Ebî Talib'im. Git Selim Han'a benim tarafımdan bildir!" dedi ve kayboldu.
Bana dehşet gelip kendimi kaybettim. Sabaha kadar yatıp kalmışım. Hizmetçiler teheccüd zamanı, adetim olduğu halde kalkmamamı hastalığıma hamletmişler.
Sabah namazını kaçırmayayım diye gelip beni uyandırmak istediklerinde, terden su içinde yattığımı görmüşler.
Değiştirmek için çamaşır getirmişler. Beni ovarak uyandırdılar. Alem bana dar geldi. Aklım başıma gelince aceleyle kalktım.
Namazımı kıldım; hatta zor yetiştirdim. Fakat hala benden hayret ve şaşkınlık gitmedi" dedikten sonra tekrar ağlamaya başladı.
Ben de padişahın emrettiği işi görüp hemen, döndüm.
Padişahın huzuruna çıktığımda o, yine rüyadan söz açıp:
-Böyle uzun gecelerde sabaha kadar uyuyup bir şey görmemen bana acayip geliyor. dedi.
Ben de: - Padişahım! Eğer rüyayı bu Hasan kulunuz görmediyse Saray Ağası olan Hasan Ağa görmüşlerdir. Şayet emriniz olursa arz edeyim" dedim.
- Söyle!. Göreyim! buyurdular.
İşittiklerimi anlatırken mübarek yüzleri kızarmaya başladı ve:
- Biz sana her zaman demez miyiz ki "Bizler bir cihete, vazifeli olmayınca hareket etmemişizdir?
Ecdadımız keramet sahibi idi, içlerinde sadece biz (onlara) benzemedik " diyerek tevazu gösterdiler.
Bu rüya olayından sonra sefere çıkan Yavuz Sultan Selim, 1517 yılındaki Mısır Seferi'nden döndükten sonra.
Halife III. Mütevekkil Alallah'ın İstanbul'da kendisine bıraktığı halifelik unvanını üzerine almıştır.