'Cennetin Krallığı' büyük yalan!

'Cennetin Krallığı' büyük yalan!
Haçlılara kıyamet gününe kadar unutamayacakları bir ders veren Selahaddin Eyyubi, saldığı korku ile hala düşmanlarının kalplerinde yaşıyor. Elbet bu korku tekrar bedene gelecek ve günümüzün çirkin haçlı çağrılarını karşılıksız bırakmayacaktır.

Not: “Cennetin Krallığı” isimli filimde konu alınan Kudüs’ün fethi gerçeği tam anlamı ile yansıtmamaktadır. Filimde başrollerin dağıtıldığı isimler tamamen hayal mahsülüdür. Filmi izleyenler ne kadarda objektif bir film olmuş iddiasında bulunsalar da kesinlikle hakikat değildir.

Selahaddin Yusuf bin Eyyub, tam adı; el-Malik el-Nāṣir Ebū el-Muẓaffar Ṣaliḥ el-Dīn Yusūf İbn Eyyūb (d. 1138, Tikrit - ö. 4 Mart 1193, Şam)

Mısır ve Suriye sultanı, Eyyubi hanedanının kurucusu olan Müslüman lider. Hıttin Muharebesi ile 2 Ekim 1187'de Kudüs'ü Haçlı kuvvetlerinden alarak kentte 88 yıl süren Hıristiyan egemenliğine son vermiş, akabinde Hıristiyanların düzenledikleri III. Haçlı Seferi'ni etkisiz hale getirmiştir. En güçlü olduğu dönemde Mısır, Suriye, Irak, Hicaz ve Yemen egemenliği altındadır. Irak'taki Selahaddin ili ve Arap ülkelerinde kullanılan kartal figürü onun sembolüdür.

HAYATI
Selahaddin tanınmış bir ailede dünyaya geldi. Doğduğu gece, babası Necmeddin Eyyübi ailesini de alarak Halep'e göçtü. Burada Kuzey Suriye'nin güçlü Türk valisi İmadeddin Zengi'nin hizmetine girdi. Baalbek ve Şam'da büyüyen Selahaddin, ayrıcalıklı bir çocukluk geçirmedi. Askeri eğitimden ziyade dini derslere meraklıydı. Sanatla ve ilimle uğraşırdı.

Vali İmadeddin Zengi, Selahaddin’in babası Necmeddin Eyyub'u vali olarak atadığı tarihi Baalbek şehrinde ve Şam’da büyüdü. Burada iyi bir tahsil hayatı geçirdi. Selahaddin’in biyografisini yazan al-Wahrani onun Öklid Geometrisi, Astronomi, Matematik ve Aritmatik konularında uzman olduğunu belirtmiştir. Ayrıca İlm-i Mantık, Felsefe, Sosyoloji, Fıkıh (İslam Hukuku) ve Tarih öğrenmiş, Şam'da Dar'ul-Hadis (Hadis Üniversitesi)'nden mezun olmuştur.

İmadeddin Zengi'nin ordusu 1131'de Karaca el-Saki tarafından mağlup edildi ve Zengi, Tikrit'e sığındı. Selahaddin'in babası Necmeddin Eyyub ve amcası Esedüddin Şirkuh, Zengi'ye yardım etmiş ve Tikrit'te hapseilen Aziduddin el-Mustevfi'nin kaçmasını sağlamışlardır. Bunun üzerine Bihruz ile araları açılmış, buna mukabil Musul ve Halep Atabeyi Zengilere yaklaşmışlardır. Şirkuh'un bir Selçuklu yüksek memuru öldürme olayından sonra iki kardeş Zengi'ye başvurmuş ve 1138'de görevinden alınan Necmeddin Eyyub ve ailesi İmadeddin Zengi'nin hizmetine girmiştir.


Avrupalı ressam gözüyle selahaddin

SOYU
Selahaddin'in annesi Selçukluların Harim emiri Şihabeddin Mahmud ibn Tokuş el-Harimi'un kız kardeşidir. Şam bölgesini yöneten Tutuş'un aksine, Tekeş ile ilgili bir olay, İbn-ul Esir tarafından aktarılıyor. Kız kardeşi Sitti Şam (Zümrüt Hatun) önce Hüsameddin Muhammed (Hüsameddin Muhammed bin Ömer bin Laçin)'in babasıyla daha sonra amcası Şirkuh'un oğlu Nasreddin Muhammed ile evlendirilmiştir.

Tarih boyunca Selahaddin Eyyubi'ye farklı etnik kökenler atfedilmiştir. Genel kanaat Selahaddin'in Kürt olduğu yönündedir. Ancak Zeki Velidi Togan, Eyyubîlerin evvelâ Kürtleşmiş sonra da Türkleşmiş bir cenubî Arap sülâlesinden olduğunu aktarmıştır. Bunun yanı sıra Türk kökenli olduğu da iddia edilir. Tarihçi İbn Haldun'a göre ise Selahaddin Eyyubi'nin ataları, Yemen'in Himyeri vilayeti mensup Araplardandı ve bu aşiret Himyeri bölgesini yüzyıllarca yönetmiş Devs hanedanına akraba idi.

İLK SAVAŞINI AMCASIYLA BİRLİKTE YAPTI
Selahaddin Eyyübi, henüz 26 yaşındayken amcası tarafından eğitilmek üzere kendi hizmetine alınmıştır. Mısırın güçlü aşiretlerinden Banu Ruzzaiklerin ele geçirilmesinde Fatımi halifesinin yanında savaşmışlar. Daha sonra Haçlı ordusun elinde bulundurduğu Mısır’daki Bilbeis şehrini ele geçirmişlerdir. Asıl ön plana çıktığı olay ise Bilbeis'in ele geçirilmesinden sonra karşılaştıkları Haçlı ordusuna karşı amcasının ordusunun sol kanadını oluşturan Kürt süvari birlikleri ile elde ettiği başarı ile kendini göstermiştir. Savaşın sonunda haçlı kumandanı "Kayserili Hugh" (Hugh of Caesarea) Selahhaddin'in birliğine saldırdığı esnada ele geçirilmiştir. Savaşın sonunda Selahaddin ve amcası Şirkuh İskenderiye geçmişler burada kendilerine halife tarafından para, asker, ve bir kale idaresi verilmiştir. Kaleye saldıran Mısır Haçlıları Şirkuh'un birliklerini dağıtmışlar fakat Selahhattin şehri tek başına savunmuştur.


Hilal Taktiği

HAYATI HAÇLILARLA MÜCADELE İLE GEÇTİ
I. Haçlı Seferi sonucunda kurulan Kudüs Krallığı gözünü Mısır'a dikmişti. Mısır'ın iç siyaseti karışıklıklar içindeydi. Mısır veziri Şavar bir saray darbesi sonucu vezirlikten olunca gizlice Şam'a Nureddin Mahmud Zengi'nin yanına gitti ve O'ndan yardım istedi (1164). Nureddin Mahmud bu olayı fırsat bilerek İslam dünyasındaki iki başlılık problemini halledebileceğini ve Müslümanları tekrar haçlılara karşı birleştirebileceğini de hesaba katarak Şavar'a olumlu yanıt vermiştir.

Selahaddin'in askeri hayatı bu noktada, amcası Esedüddin Şirkuh’un hizmetine girmesiyle başladı. Mısır'a gönderilecek orduya Nureddin Mahmud komutan olarak Şirkuh'u atadı. Şirkuh Nureddin Zengi'nin emriyle, ilki 1164 yılında olmak üzere Mısır’a üç sefer düzenledi. Selahaddin bu seferlere Nuredddin Zengi'nin emriyle katılmıştır. Önceleri Selahaddin bir ilim adamı olmak istiyordu, yönetici olmak gibi bir niyeti yoktu. Nureddin Mahmud, Selahaddin'in bütün karşı çıkmalarına rağmen askeri sahada Selahaddin'den faydalanmak istemişti.

Fatımiler hilafetini devam ettirmek adına Haçlılarla işbirliğine gitti. Ordu Mısır'a ulaşıp Şavar tekrar Fatımi Halifesi tarafından Mısır veziri ilan edilince verdiği sözlere uymadı ve ihanet etti. Şirkuh hem Kudüs kralı I. Amalrik ile hem de Mısır’ın Fatımi halifesinin veziri Şavar ile mücadele etmek zorunda kaldı. Şavar yaptığı ihanetin cezasını öldürülerek buldu. Fakat Şirkuh da iki ay sonra öldü. Selahaddin, amcası Şirkuh'un ölümünden sonra, henüz 31 yaşındayken Mısır'daki Suriye birliklerinin komutanlığına, melik unvanıyla Mısır vezirliğine atandı. (1169).


Haçlılar

EYYUBİ DEVLETİNİ KURMASI
1171’de Mısır’da Şii Fatımi halifeliğine son vererek Sünniliğe dönüldüğünü ve Bağdat'taki Abbasi halifeliğine bağlılığını ilan eden Selahaddin Eyyubi böylece Mısır’ın tek yöneticisi durumuna geldi. Böylece İslam dünyasındaki iki başlılık son bulmuş ve biri Bağdat'ta, biri de Mısır'da olmak üzere mevcut olan iki halifeli yapı değiştirilmiş oldu. Artık İslam dünyasında tek bir halife vardı. Bu olay Müslümanların haçlılara karşı birleşmesinde tarihi dönemeçlerden birisi olmuştur.

Selahaddin bundan sonra Nureddin Mahmud Zengi’ye hayatı boyunca bağlı kaldı, fakat Nureddin'in 1174 yılında vefat etmesiyle durum değişti. Selahaddin, Nureddin'in dul eşi İsmedüddin Hatun ile evlendi. Fakat Nureddin'in yerine geçen oğlu İsmail, Selahaddin'i tanımadı ve işbirliğine yanaşmadı. Mısır’daki zengin tarım topraklarını mali dayanak olarak kullanan Selahaddin, Nureddin’in çocuk yaştaki oğlu adına naiplik talebinde bulunmak üzere küçük, ama çok disiplinli bir orduyla Suriye’ye hareket etti. Ama çok geçmeden bu talebinden vazgeçti. 

1177 yılındaki Montgisard Muharebesinde Kudüs kralı IV. Baldwin'e yenildi.

1186’ya değin Suriye, Kuzey Mezopotamya, Filistin ve Mısır’daki tüm Müslüman topraklarını kendi bayrağı altında birleştirmeye girişti ve İslam birliğini tekrar kurdu. Zamanla sahtekârlık, ahlaksızlık ve gaddarlıktan uzak, cömert, erdemli, ama kararlı bir hükümdar olarak ünlendi. O zamana değin iç çekişmeler ve yoğun rekabet yüzünden Haçlılara direnmede güçlük çeken Müslümanların maddi ve manevi açıdan güçlenmelerini sağladı.

Selahaddin, yeni ya da gelişmiş askeri teknikler kullanmak yerine, çok sayıdaki düzensiz kuvvetleri birleştirip disiplin altına alarak askeri güç dengesini de kendi lehine çevirmeyi başardı. 1187’de bütün gücüyle, Latin Haçlı krallıklarına yöneldi. Bu arada Kudüs Kralı ölmüş yerine Lüzinyanlı Guy geçmişti.

Selahaddin, Kudüs kralını ve ordusunu Kuzey Filistin’de Tiberya yakınlarında Hittin'e kadar getirmeyi başardı. Hittin kuyularıyla ünlü bir yerdi. Selahaddin çok önceden kuyuları tutmuştu, böylece haçlılara bir damla su bırakmadı.

Kudüs ordusu günlerce süren yürüyüşten sonra 4 Temmuz 1187’de tükenmiş ve susuzluktan bitkin düşmüş bir halde Selahaddin ile karşılaştı, İslam ordusu çoktan kuyuları tutmuş ve hiçbirini bırakmak gibi bir niyeti de yoktu. Bu noktadan sonra geri dönemediler ve Selahaddin'in karşısına çıkmak zorunda kaldılar.


Eyyübi Devleti

KUDÜS ESİRKEN BEN NASIL MUTLU OLABİLİRİM


Kudüs Esirken
Selahaddin Eyyubî, aradan 88 yıl geçmesine rağmen, Kudüs'ün Haçlıların tahakkümü altında bulunmasını bir türlü içine sindirememişti. İslam’ın ilk kıblesi ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Miraç'a yükseldiği mukaddes beldenin, Haçlı sultasında bulunmasını kabullenemiyordu. O kadar ki, Sultan Selahaddin'in âdetâ bir mecnun gibi dolaştığı; yemeği ve uyumayı unuttuğu; gülmeyi, zevk ü sefâyı kendine haram ettiği ve Kudüs'ün fethine dek hep çadırda kaldığı anlatıla gelmiştir.

Bahaüddin b. Seddad, Selâhaddin'deki bu derin hicranı şu sözlerle anlatır: "O, Kudüs hakkında o kadar gamlı idi ki, onun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları, Kudüs'ü kurtarmak için cihâda davet ediyordu. Dâimâ hüzünle gözyaşı döküyor, göz pınarları hiç kurumuyordu. Hele Aksa'ya baktığı zaman, kendine bir türlü hâkim olamıyor, halkına yapılan zulüm ve işkenceleri hatırlamak istemiyordu. Boğazına bir türlü yemek girmiyordu. O şöyle diyordu: "Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgâlinde olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku nasıl girebilir?!"

Ve beklenen fetih Hıttin Savaşı ile geldi. Hıttin Savaşı'nda Selahaddin, Haçlı ordusunu yenmeyi başardı. Haçlıların verdiği kayıpların büyüklüğü Müslümanların Kudüs Krallığı’nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon üç ay içinde düştü.

Selahaddin Haçlılara en büyük darbesini ise 88 yıl Haçlıların elinde kalan Kudüs’ü 2 Ekim 1187’de Miraç Gecesi’nde teslim alarak indirdi.

Kudüs’ü 20 Eylül 1187’de kuşatma altına aldı. Beş gün boyunca surların en zayıf noktasını bulmak için araştırma yaptıktan sonra, Babu’l Amud cihetinden saldırıya geçti. Şiddetli saldırı karşısında mukavemet güçleri azalan Haçlılar, kendilerine can güvenliği verilmesi mukabilinde şehri teslim edeceklerini bildirdiler. Bu teklifi önce reddeden Selâhaddin Eyyubi, daha sonra fidye karşılığında Arap Hıristiyanlar ve Yahudiler hariç, bütün Frenklerin (Haçlılar) şehri terk etmelerine izin verdi. (el-Kudsü Tarih ve Hadara sh: 18-19)

İsra ve Mi’rac’ın yıl dönümüne rastlayan 2 Ekim 1187’de şehri teslim alan Selâhaddin Eyyubi, Peygamberler mabedi olan Mescid-i Aksa’yı Hıristiyan figürlerinden temizletti.



Fethin ardından Mescid-i Aksa'ya gelen muzaffer Sultan, Haçlılarca tahrip edilen ilk kıblegâhı elleriyle süpürüp gül yağı ile yıkadı. İlk Cuma Namazı’nda, Zekiyiddin Ali el-Kurasi, Yavaş yavaş yaklaşık altı metre yüksekliğindeki minbere çıkışını tamamlayarak, hamd ve salâvatlardan sonra Fatiha Sûresinin tamamını, İsra, Kehf, Sebe ve Fatır Sûrelerinden ise tevhid akidesini ele alan âyetleri okudu. Daha sonra ise şöyle bir hutbe irad etti:

“Ey insanlar! En yüksek gaye ve en ulvî derece olan Cennet size müjde olsun ki, Allah sizlerin eliyle yüzyıla yakın bir zaman müşriklerin elinde aşağılık bir duruma düşen ve şirkin revaklarına kadar vardığı ümmetin kayıp malını, tekrar İslâm’daki yerine kavuşturdu. Ve içinde isminin (Allah’ın) anılmasına izin verdiği, direkleri tevhid üzerine kurulu olan bu evi (Mescid-i Aksa) tathir etti…

O ev ki, babanız İbrahim’in (as) vatanı, Peygamberiniz Aleyhissalatu Vesselâm’ın Mi’rac’ı, sizin ise İslâm’ın ilk yıllarında kendisine doğru namaz kıldığınız kıblenizdir. Aynı zamanda da Peygamberlerin merkezi, evliyaların maksadı, vahyin indiği yerdir…

Kadisiyye günlerini, Yermuk vakıasını, Hayberi, Halid’in hücumlarını tekrarladınız…

Size hibe edilen bu nimeti takva ile muhafaza ediniz. Kim ona (takvaya) tutunursa selâmete kavuşur. Nefsinize uymaktan kaçının. Sakın ola ki, şeytan size bu zaferi kılıç ve atlarınızla kazandığınız fikrini vermesin. Çünkü zafer, ancak Aziz ve hakim olan Allah katındandır..

Ey Allah’ın kulları bu şanlı zaferle şereflendikten sonra, büyük çaba sarf ederek örgüsünü ören sonrada söken gibi olup masiyete düşmeyin. Cihad, sonra yine cihad…. O cihad ki; Allah katındaki en makbul ibadetiniz ve en güzel âdetinizdir. Allah’a yardım ediniz ki; Allah da size yardım etsin…..” (el-Ünsü’l Celil bit Tarihi’l Kudsi vel Halil sh: 334)

Savaş esnasında Sultan’ın yanında bulunan oğlu el-Melik el-Afdal savaştan Şöyle bahseder. “Bu savaşta babamın tarafındaydım. Bu benim şahit olduğum ilk savaştı. Kral yanındaki süvarilerle tepeye çekilince karşılarındaki Müslümanlara öyle korkunç bir saldırıda bulundular ki, onları babamın yanına kadar sürdüler. Babama baktığımda yüzü mahzun, rengi kaçmıştı. Sonra sakalından tutup ilerledi ve: “şeytan yalan söylemiştir.” Diye bağırdı. Müslümanlar düşmana hücum edip Franklari tepeye kadar sürdüler. Sevincimden onları yendik diye bağırdım fakat Frenkler tekrar hücuma geçip Müslümanları babamın yanına kadar püskürttüler. Ben yine onları yendik diye bağırdım. Babam bana dönüp “Sus! Şu çadır düşmedikçe onları yenmiş olmayız” dedi. O, bu sözleri söylerken çadır düştü. Babam atından inip şükür secdesine kapandı, sevincinden ağladı. Bunun ardından Müslümanlar kral ve arkadaşlarını esir aldılar.”

Sultan’ın Halife’ye gönderdiği mektupta ölü ve esir düşmanın kaybı 23.000 ile 60.000 arsında olduğu belirtilir. Vezir Kadı’l Fadıl’ın kaleme aldığı bir mektupta ise düşmanın 40.000 den fazla ölü verdiği belirtilir.
Hıttin Savaşı’nın savaşının bir özelliği de İslam dünyasında ilk defa toplu cihad kavramının oluşmasıdır. Bu savaşla birlikte 8 asır boyunca Kudüs Müslümanların elinde kalmıştır ta ki İsrail’in tekrar bu bölgede yasadışı yollarla devlet kurmasına dek.


Hittin Savaşı

İsrail’in ilk kuruluş yıllarında, bu savaşı hatırlar derecede bariz bir "Hıttin korkusu" vardı. Zira bir zamanlar Hıristiyanların zorla bu bölgeye girmesi ve buradan cihad ile kovulmaları onlarda bu tedirginliği yaratmıştır acaba bu olay tekrar eder mi diye düşünmekte ve bölgede ikinci bir cihad oluşumuna izin vermemek için politik oyunlarını oynamaktadırlar. Bunun en önemli göstergelerinden biri hiç kuşkusuz milliyetçilik hareketlerini körükleyerek etrafındaki ülkeleri yenilir-yutulur boyutlarda bölmektir. Bu sayede İsrail’in çevresel güvenliği de önemli bir ölçü de sağlanmış olacaktır.

3. HAÇLI SEFERİ KUDÜS’Ü 3 DİNİN PAYLAŞMASINA KATKI SAĞLADI
Üçüncü Haçlı Seferi 1189-1192 yılları arasında gerçekleşti. Kudüs tarihini değiştiren bir savaştır. Selahaddin’in başarısına gölge düşüren tek şey haçlıların son kalesi Sur’un ele geçirilmemesiydi. 1189’da Haçlı işgali altında yalnızca üç kent kalmış, ama sağ kalan dağınık Hıristiyanlar zorlu bir kıyı kalesi olan Sur’da toplanarak Latin karşı saldırısının çıkış noktasını oluşturmuşlardı.

Kudüs’ün düşmesiyle derinden sarsılan Batılılar yeni bir Haçlı seferi çağrısında bulundu. III. Haçlı Seferi çok sayıda büyük soylu ve ünlü şövalyenin yanı sıra, üç ülkenin krallarını da savaş alanına çekti. Selahaddin Eyyubi'nin 1187 yılında Kudüs'ü tekrar ele geçirmesi üzerine Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa, 100.000 kişilik bir ordu ile Anadolu'ya girdi. Anadolu Selçuklu Devleti hükümdarı II. Kılıç Arslan bu orduyu imha etti. Bunun üzerine Fransa Kralı II. Philip (Fransa) ve İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard Akdeniz yoluyla Akka'ya çıktılar ve şehri zaptettiler. Yafayı zaptettiler I. Richard Selahaddin Eyyübi’yi hem Arsuf hem de Yafa’da olmak üzere iki kez yendi.

III. Haçlı Seferi uzun ve tüketici oldu. I. Richard ("Aslan Yürekli" Richard) hiçbir sonuca ulaşamadı. Haçlılar Doğu Akdeniz’de ancak güvensiz bir toprak parçasına tutunabildiler. Kral Richard Ekim 1192’de dönüş için yelken açtığında savaş sona ermişti.

III. Haçlı Seferi genelde başarısız kabul edilse de Aslan Yürekli Richard Selahaddin Eyyübi’yi iki kez yenerek Kudüs’ün 3 din arasında paylaşılmasına katkıda bulunmuştur.

VEFATI
Selahaddin başkent Şam’a çekildi. 1193 yılında öldü. Ölümünün ardından akrabaları imparatorluğu paylaştılar.
Haçlıları tarumar eden Kudüs Fâtihi, ölüm döşeğindeyken, emri gereğince şehre dağılan münâdiler, mızrağa geçirilmiş kefenini göstererek Şu ibret yüklü sözü haykırmışlardı: "Ey ahâli!.. Şarkın hâkimi Sultan Selâhaddin ölmek üzeredir. Ahirete ancak Şu bez parçasını götürebilecektir. Öyleyse, Allah'a kullukta gevşeklik göstermeyin!.."

Şöhreti cihâna mâl olan İslam Mücahidi vefat ettiğinde, geride miras olarak bıraktıklarının dünya nâmına hiçbir değeri yoktu. Tüm mal varlığı şundan ibâretti: 1 Mısır dinarı, 36 veya 37 Nasirî dirhemi.

Selahaddin, fetihlerden sonra gösterdiği müsâmaha, merhamet ve insanlıkla, Haçlıları, bidâyette işledikleri vahşetten ötürü utandırmıştı. Mağlupların sefâletine gösterdiği mürüvvet ve âlicenaplık her türlü senâya değerdi. Frenkler ve Latinlere, isterlerse 40 gün içinde Kudüs'ü terk etmelerine müsâade etmişti. Esirleri, fidyelerini ödemeleri için fazla zorlamamış; 7 bin zavallıyı toptan 30 bin dinarla âzat etmeye razı olmuştu. Ayrıca, 2-3 bin kişiyi hiçbir bedel talep etmeden bırakmaktan da kaçınmamıştı.

Selahaddin Eyyubi'nin sergilediği muhteşem insanlık manzaraları, hasımları ve Avrupalı tarihçiler tarafından bile takdirle karşılanmıştı. Yerli Hıristiyanlar ve Museviler onun idaresini, Frenklerinkine tercih etmişlerdi. Sultan bütün bunlarla, sadece İslam dünyasında değil; Batı âleminde de bir "Selâhaddin Efsânesi"nin doğmasına sebebiyet vermişti.

AVRUPALILAR ONU KİTAPLARINDA ANLATTI
Avrupa'da yayılan efsaneler, onun şövalyelik ruhu, asaleti, adaleti, cesareti, mertliği ve kudreti etrafında yoğunlaşmıştı. 13. ve 14. Yüzyıllarda Avrupa'da ondan bahseden pek çok Latince eser yazılmıştı. Başta Erakles olmak üzere, fazla sayıda tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almışlardı.

Selâhaddin-i Eyyûbî, Batılıların hâfızasında engin bir hayranlığa değecek kadar yer etmesine karşılık, şuur altında derin bir kâbus uyandıracak kadar unutulmaz bir tesir de bırakmıştır. Meselâ, Fransız Generali Garo, 1920'deki Meyselun Savaşı’nı müteakip Şam'a girmiş ve Sultan Selâhaddin'in kabrini teptikten sonra Ona, Haçlı ruhuna tercüman olan şu müstehzî sözle seslenerek; Batılılar adına sanki Hıttin'in öcünü almak ve kabaran öfkeyi boşaltmak istemişti: "Ey Selâhaddin! Haçlı Seferi şimdi bitti! İşte biz döndük!.." 

11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs'e giren İngiliz Orduları Komutanı Orgeneral Edmund Henry Hynman Allenby “Kalk Selahaddin biz yine geldik” şeklinde bir konuşma yapmıştır.


İşgalci İngiliz Komutanı

Haçlıların ve Siyonistlerin kabusu Selahaddin ruhu elbet bir gün tekrar bedene gelecektir ve bu haçlı çağrıları karşılıksız kalmayacaktır.

YÜKSEK ŞAHŞİYETİ
Sultan Selâhaddin, yüksek insanî meziyetlere mâlik, iyi huylu, cömert, âdil, kültürlü ve müsâmahakâr bir yapıya sahipti. Türkçe, Arapça, Farsça ve Kürtçe'yi bilen, iyi tahsil görmüş bir hükümdardı. Kur'an-i Kerim ve Ebû Temmam'in Hamase'sini çok mükemmel bir şekilde ezberlemişti.

Zamanındaki çeşitli âlimlerden hadis ve fıkıh dersleri almıştı. Mezhebi Şafiî idi. Edebî zevkleri üstün, tarihî malumatı engindi. Verdiği sözü tutar, insanların kendisine güvenini sarsmamaya titizlikle gayret ederdi. Adalete ehemmiyet verir, gerektiğinde kendisi de hakim karşısına çıkmaktan sarf-i nazar etmezdi.

Engin tevâzuu, hilmi, hoşgörüsü ve cömertliği "Onunla oturan bir sultanla oturduğunun farkına varmaz; bir arkadaşıyla oturduğunu sanırdı. Anlayışlı, hataları affeden, dindar, temiz, samîmi bir kimseydi. Kusurları görmezden gelir, kızmazdı. Mütebessim davranır, yüzünü asmazdı. Bir şey isteyeni, eli boş çevirmezdi."

KUDÜS YENİ SELAHADDİN’İNİ BEKLİYOR
Bugün Filistin'de, Selahaddin gibi bir kurtarıcının çıkması ve İslam sancağının Kudüs semâlarında yeniden sehbâl açması; zalim Siyonistlerin ve suç ortağı Batılıların hâlâ kâbusudur. Lâkin Kudüs ve Filistin topraklarının, istiklâl için Selâhaddin gibi kahramanlara ve liderlere muhtaç olduğu da mutlaktır. O, bu anlamda bir "sembol" ve "timsâl" mevkiindedir. Kudüs, Selâhaddin Eyyûbî'sini hasretle aramakta ve 'Çağın Firavunlarına' dur diyecek o şanlı Fâtihinin çıkacağı anı büyük bir heycanla beklemektedir.

Selahaddin'in kabrinden kareler...









www.sutunhaber.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.