Namazın ruhu hayatın pınarı

Namazın ruhu hayatın pınarı
Yeryüzünde Müslüman olarak hayatımızın pınarı, ikâme ettiğimiz namazımızdır. Biz namazımız kadar hayat sahibiyiz.

RUHU’S SALÂT AYNU’L HAYAT (Namazın ruhu hayatın pınarı)  

Namaz, Allahû Teâla ile diyalogumuzun, münasebetimizin alâmetidir. Allahû Teâla ile diyalog halinde, münasebet halinde olan, Allah ile beraber olan hayat sahibidir, diridir. Dolayısıyla hayatımız namazımız, namazımız da hayatımızdır. Namaz; iyiliklerin ve güzelliklerin membaıdır. Namaz; dirilişin ve direnişin, hareketin ve bereketin kaynağıdır. 

Namaz; ferd, aile, toplum ve devlet seviyesinde bize diri duruşlar kazandıran bir hayat kaynağıdır. Namaz’ın Kur’an’daki karşılığı salât’tır. Türkçe konuşanlar salât’a “namaz” derler. Namaz, Farsça “ibadet” manasındaki namaz’dan Türkçeye geçmiştir. Zira ilk Müslüman olan Türklerin İslâmi kavramları öğrendikleri ortam, Fars dilinin etkin olduğu bir kültür evrenidir. Salât kelimesinin birçok manası vardır. Salât kelimesi, Kur’an’da farklı vurgular ve farklı anlamlarda kullanılmıştır. Ancak en çok kullanıldığı anlam hiç şüphesiz şer’î namaz manasıdır. 

Şer’i bir ıstılah olarak "Salât" kelimesi, dinde Peygamberimizden görüle geldiği üzere kalbe, dile ve bedene ait fiiller ve özel esaslardan oluşmuş gayet intizamlı, eksiksiz, tayin edilmiş vakitlerde kendine özgü şartlarla belirli zikir ve özel esaslardan oluşan, tekbirle başlayıp selamla tamamlanan bir ibadettir. 1

Namazın bu şer’i tarifinden yola çıkarak deriz ki; Hz. Muhammed (s.a.s.)’in örnekliğini ve önderliğini esas almadan İslâm’ı Allahû Teâla’nın muradına göre anlamanın ve yaşamanın mümkün olmadığına inanmak, ruhu’s salât’a/namazın ruhuna sadakatin bir ifadesidir. Namaz, İslâm’ı Allah’ın muradına göre anlama ve yaşama hususunda Hz. Muhammed (s.a.s.)’in üsve-i haseneliği/örnek ve önderliği vazgeçilemez bir şart-ı lazım olduğunu bize öğretir. Allah’ın yegâne hak dini olan İslâm’ı anlama ve yaşama hususunda Hz. Muhammed (s.a.s.)’in örnekliğini ve önderliğini gereksiz görerek “Kur’an Müslümanlığı”, “Kur’an’ın Muhammed’i” sloganıyla ortaya çıkanlar, Allah’ın kat’i emri olan namazı metruk hale getirerek kendilerini ve muhataplarını İslâm dininden çalmaya çalışan nursuzlar ve huysuzlardır. Bu nursuzları ve huysuzları söylem ve eylemleriyle ötelemeden, batıl söylem ve eylemler çöplüğüne göndermeden ruhu’s salât’ı idrak etmek mümkün değildir.

Namaz, Rasûlüllah (s.a.s.)’in örnekliğinde ve önderliğinde ikâme edilir. Rasûlüllah (s.a.s.)’in örnekliği ve önderliği esas alınmazsa namaz, namaz olmaz. Namazın olmadığı yerde de hayat olmaz. İyilikler, güzellikler namazladır. Kötülükler, fuhuşlar ve fahşalar namazsızdır. Bundan ötürüdür ki Rabbimiz şöyle buyuruyor: 

“Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı dosdoğru kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.” (Ankebût Sûresi/ 45) 

Namaz, kötülükler denizin dalgaları karşısında Rabbani bir limandır. Hayata etkili olmayan, hayatı düzenleme konusunda varlığından söz edilemeyen, kişiyi kötülüklerden, Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine muhalif olan kul kaynaklı kanunlara, yasalara evet demekten, onlara tabi olmaktan men etmeyen bir namaz, Allah’ın istediği bir namaz değildir. Allah’ın istediği namaz, bizi kötülüklerden ve kötülerden kurtaran, uzaklaştıran namazdır. 

Allahû Teâla’nın rızasına uygun olan hayatın kaynağı namazdır. Namaz adeta hayat fışkıran bir pınardır. Bundan ötürüdür ki; İslâm âlimleri, “Ruhu’s salât aynu’l hayat/ namazın ruhu, hayatın pınarıdır” demişlerdir. Namaz her sabah ve her akşam uygulanan bir programdır. Sabahleyin ilk söylenmesi gereken söz, ilk yapılması gereken faaliyet namazdır; akşamleyin de en son söylenmesi gereken söz ve yapılması gereken eylem yine namazdır. Hayat namazla başlıyor ve namazla kapanıyor. Yani, güne namazla başlayıp ve günü namazla bitirmek durumundayız. O halde her günün başlangıcı ve sonu, Allahû Teâla’yı anmak ve O’nun rızasını kazanmak olmalıdır. Mukimlikte veya seferde; karada veya havada; fakirlikte veya zenginlikte kılınan namazların sırrı ve mesajı şudur: Ey insan, kim olursan ol, nerede olursan ol, sadece Allah’a kul ol, Ondan başkasına boyun eğme. Allah’ın şeraitinden başka kul kaynaklı ideolojilere, sistemlere, kurallara, kaidelere, yasalara bağlanma! 

Tevhid ailesinin mensupları olarak biz siyasetimizi, münasebetimizi, hukukumuzu, iktisadımızı, ahlâkımızı namazımızdan anlarız. Biz Allahu Ekber diyerek namaza başlarız. Bunun anlamı; Allah’ın hükmünün ve hâkimiyetinin fevkinde, üstünde hüküm ve hâkimiyet tanımayız, Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine muhalif olan hiçbir sisteme, hiçbir oluşuma yanaşmayız, demektir. Dolayısıyla günde beş defa kıldığımız namazımızın ruhuna muhalif olan bir durumu kabul etmeyiz.  

Namazın ruhunu anlamak için namazı tanımak, namazla tanışmak gerekir. İnsanın güzelliklerini keşfe dalmak için senelerce onunla dost kalmak ya da fedakârane bir şekilde onunla bağlantı kurmak lazımdır. Namazın da canımızdan bir can gibi, herkes tarafından görülebilen bir şekli vardır; bir de derinlerde saklı huşu ve ikâme ile ortaya çıkan bir ruhu vardır. Huşu; gönlümüzü, zihnimizi ve ruhumuzun her noktasını namaza verme, odaklanma halidir. İkâme ise namazı ne dediğimizin ve yaptığımızın şuuru içerisinde dosdoğru bir şekilde kılmak; namazı Efendimiz (s.a.s.)’in kıldığı şekilde şartlarına uygun ifâ etmektir. 

Namaz, Müslüman’ın inancını, düşüncesini, isteklerini ve edindiği örnekleri ortaya koyan bir pratiktir. Namazla ilişkimizin sığlığı/derinliği de kadınla ilişkimiz üzerinden anlaşılabilir. Bakınız eşimizle ilişkimizin bir görünür ve görünmez yanları vardır. Görünür yanında, onun eşimiz olduğunu herkese ilan ederiz. İlişkimizin mahrem/derin yanını kimseler bilmez; kimseler ölçemez, kimseler görmez. Birini namaz kılarken görüntüleyebilirsiniz; bir kalıp içinde durur namazda insan. Secde, secde gibi görünür herkeste, rükû da rükû gibi... Ancak, secdenin kalıptan içeri nasıl sızdığını kimseler göremez; kalbin secdeye varışını kimse kalıba dökemez. Orası mahremdir, gizli saklıdır; içine doğru açılır insanın. Rükûların cismi eğerken, ruhu nasıl doğrulttuğu resmedilemez; görüntüye gelmez. Namaz, eşimiz gibi görünenin altında görünmeyeni besler ve büyütür. Namazla aramızda, ana-çocuk gibi, asimetrik bir ilişki vardır; karşılık beklemez bizden. Yanında olmamız için şart koşmaz. Belki biz haylazlığımızdan onu terk ederiz ama onun bizi terk ettiği vaki değildir. Dönüşümüzü bekleyen hep o olur. Kırıklarımızı yüzümüze vurmaz; eksiğimizle ayıplamaz bizi. Acizliğimizi bilir; elimizden bir şey gelmemesi daha çok hoşuna gider gibidir. Fakrımızı bilir namaz, elimizde bir şey olmadığını herkesten çok o görür. Biz ağladıkça, bize verdiği artar. Biz acıktıkça, bize sunduğu çoğalır. Bedenimizle varırız namaza; ama o ruhumuzu da sarıp sarmalar. Bedenimizden sâdır olan cümle günahları hiç tiksinmeden temizler, hiç yüksünmeden aklar. Namaz, bizim için bir ab-ı hayat nehridir. Biz günde beş defa bu nehirde yıkanmakla hayat buluruz. Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem'i şöyle buyururken işittiğini söyledi: 

- "Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir nehir olsa da, o kimse her gün bu nehirde beş defa yıkansa, kirinden bir şey kalır mı?" Sahâbîler:

- O kimsenin kirinden hiçbir şey kalmaz, dediler Resûl-i Ekrem: 

- "Beş vakit namaz işte bunun gibidir Allah beş vakit namazla günahları silip yok eder" buyurdular 2 Câbir radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre, Rasûlüllah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

"Beş vakit namazın benzeri, sizden birinizin kapısı önünden akıp giden ve her gün içinde beş defa yıkandığı bol sulu bir ırmak gibidir "3 

Namazın ruhunu kavrayan, hayatı kavramış olur. Namazın ruhu, cemadatı cemaat yapar. Namazın ruhu, bizi cemaatten devlete götürür. Namazın ruhunu zayi’ eden cemaat cemadat olur! 

Namaz; ilahi gündemin vahiy merkezli hayatın günlük temrinlerden meydana gelmiş olan bir ibadettir. Namaz; ne alışkanlık ve ne de ağırlıktır. Namaz bütünüyle Allahû Teâla’ya yakınlıktır. Namaz; yük değil, Allah’ın hükmüne ve hâkimiyetine hizmette yüceliktir. 

Namaz; moral-değer garantisidir. Hiç şüphe yok ki; manevî/ruhî, aklî, vicdanî yönden bir moral-değer garantisi ve cennetin bir anahtarı hükmünde olan namaz ibadetini yerine getiren bir insanın, halis bir niyetle dünyevî işleri de ibadet hükmüne geçer Yeter ki cami içerisinde, seccade üzerinde Allah’ın rızasını gözeten kulluk ahlakı, hayat mescidindeki sosyal hayatta da gözetilsin Mülk Suresinin başında ifade edildiği üzere, Yüce Allah yapılan işin fazlalığına değil, koyduğu değer ölçülerine göre kaliteli olup olmadığına bakar Namaz ise, bu kaliteyi sağlayan en önemli değer ölçüsü ve sağlam bir kalite kontrol mekanizmasıdır
Namaz kılanın “Yalnız sana kulluk ederiz ve yalnız senden yardım isteriz” yakarışı, eğer sosyal hayat denilen içtimaî mescitte de yansımalarını gösterirse, “toplam kalite” formatında bir sinerji oluşturacaktır Genelde insanlar için, özelde ise mü’minler için namazda hayat vardır. Dinin emri olan namazda zorluk değil, zorunluluk vardır. Namaz; Rasûlüllah (s.a.s.)’in ifadesiyle günde beş defa içinde yıkanılması gereken ve yıkanılan “ab-ı hayat” kıvamında ve değerinde bir nehirdir. Mü’min insan namaz nehrinde yıkanmakla kinden ve hayatın kirlerinden arınır.

Namazın olmadığı yerde kin ve kir var demektir. Günümüzde hayati tehlike arzeden hayat kirliliği ve gönüllerin kinciliği, namazın ikâme edilmemesi başka bir ifadeyle namazın ruhunun idrak edilmemesindendir. 

Namaz; beden coğrafyasının menfi kuvvetlerine esir düşmüş “Kalb Yusuf “u esaretten kurtaran Rabbini imdat ve beden coğrafyasının sultanı kılan ilahi ikramdır. Mü’min insanın namazı, hürriyetinin ilanıdır.

Namaz; küfre karşı çekilmiş Rabbani huduttur. Vücut şehrine sızmak isteyen düşmanı defetmenin yolu, küfre karşı çekilmiş sınır olan salât dediğimiz namazın ikâme edilmesi ve korunmasıdır.

Karanlığın kalkması ve gündüzün olması için güneşin doğması nasıl şart-ı lazım ise, aynı şekilde Müslüman’ın Müslüman kalabilmesi için de ikâme-i salât öyle şart-ı lazımdır. Ateşten harareti, buzdan soğukluğu ayırmak nasıl mümkün değilse, aynı şekilde namazı Müslüman insandan ayırmak mümkün değildir. Namaz, Allah’a kulluktur. Allah’a kulluk kesinti kabul etmez süreklidir. Şunu bilelim ki; namaz dediğimiz salât kulun Allah karşısındaki esas duruşudur. Kul kulluğundan tehlike ânında da vazgeçemez: “Fakat tehlikedeyseniz, yaya ya da binek üzerinde (namazınızı) eda edin!” (2 Bakara /239)

Namaz savaşta dahi terk edilemez. Sıcak bir çatışma ihtimali varsa, namaz tek rekâta kadar düşürülebilir. Teçhizatını kuşanmış olan müfreze nöbetleşe namazını eda eder. Rabbimiz buyuruyor: “Yeryüzünde sefere çıktığınızda kâfirlerin size bir kötülük yapacağından korkarsanız namazı kısaltmanızda size bir vebal yoktur. Kuşkusuz kâfirler sizin apaçık düşmanınızdır.” (4 Nisa /101) Bu ayetten anlıyoruz ki; ruhu’s salât’ı idrak etmiş bir mü’mini namazı ikâme etmekten can korkusu bile vazgeçiremez! 

Namaz; mü’min insanın tevhid ailesine mensubiyetinin bir ibrazı ve ilanıdır. Rabbimiz buyuruyor: “Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekâtı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar. Biz âyetleri, bilen bir kavme açıklarız” (Tevbe /11)

Bu âyet-i kerime’den açıkça anlıyoruz ki; namaz, mü’minler cemaatine, muvahhidler topluluğuna intisabın, tevhid akidesine sadakatin alamet-i farikasıdır. Namaz, tevhid’in bedenidir. Tevhid, namazın ruhudur. Namazın zayi’ edilmesi, tevhid’in zayi’ edilmesini kolaylaştırır. Rabbimiz buyuruyor:

“Sonra bunların ardından öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi’ ettiler, heva ve heveslerine uydular; onlar bu taşkınlıklarının karşılığını mutlaka göreceklerdir. (Cehennemdeki "Gayya" vadisini boylayacaklardır.)” (Meryem/ 59)

Bazı mealciler bu âyetteki “salâtı zayi etmek” tabiri yerine “salâtı terk etmek” tabirini kullanıyorlar. Bu yanlış bir tasarruftur. Hiçbir zaman “salâtı zayi’ etmek”, “salâtı terk et-mek” manasına indirgenemez. Zira “terk” de Arapça bir kelimedir ve böyle demek isteseydi Kur’an böyle derdi. Şunu bilelim ki; salât terk edilmeden de zayi’ edilebilir. Namaz insan gibi canlıdır. Namazın içini boşaltırsanız namaz kendiliğinden cansız cesede dönüşür. Namaz, mü’min insan tarafından Allahû Teâla’ya gönderilmiş olan zarftır. Şayet gönderilen namazın içi boşaltılmışsa, ruhu idrak edilmemişse mazrufu yok demektir. Dolayısıyla kişi içini boşalttığı bir namazı kılsa dahi zayi’ etmiş sayılır. Zayi’ edilmiş namaz, kişinin hevâ ve heveslerine tabi olmasına engel olamaz. Esasen kişinin gerek kendi hevâ ve heveslerine ve gerekse başkalarının hevâ ve heveslerinin mahsulü olan kanunlara, kurallara, kaidelere, sistem ve ideolojilere tabi olmaktan men etmeyen salât/namaz, zayi’ olmuş demektir.

Namaz; din disiplinidir. Yani nizamdır. Müslüman insanın hayatına nizam ve intizam namaz üzerinden gelir. Namazın vaktinde ikame edilmediği bir yerde nizam ve intizam olmaz. Genelde insanlık, özelde ise İslâm âlemi vaktinde namazı ikame etmeyi ihmal ettiği, terk ettiği günden bu yana nizam ve intizamdan mahrum kaldı. Şunu bilelim ki; Namaz/salât kozmik uyumun ibadete dönüşmüş biçimidir. Yani namaz; hayat için gerekli olan uyumun esasıdır. Namazın ikame edilmediği yerde uyumsuzluk olur. Uyumsuzluk ise kaostur. Kaos Şeytan’ın düzenidir. Kozmik uyumun ibadete dönüşmüş hali olan namaz; sadece birbirine yakın hayat alanlarını değil, birbirine en uzak hayat alanlarını dahi toplar ve bir araya getirir. Mesela sevincin dorukta olduğu bayramlar ve hüznün dorukta olduğu ölümler. Bayram namazı ile cenaze namazının ortak yanı içerisinde yer alan ziyade tekbirlerdir. En sevinçli ve en hüzünlü anımızda salât bize Allahu Ekber demeyi öğretir. Zira salât, sevinç ânında da hüzün ânında da insanın dağılmasına, Allah’tan kopmasına, Allah’ın ipi olan Kur’an’ı terk edip beşeri kanunlara bağlanmaya mani olur. Onu duygu, düşünce ve eylem olarak toplar ve Bir’in huzurunda birlik ve dirlik halinde tutar. Günümüzde Mescidlerin minberlerinde ve mihraplarında insanları, mü’minleri Allah’ın hükmüne, hâkimiyetine ve şeraitine muhalif olan kul kaynaklı yasalara ve anayasalara evet demeye davet edenler, insanları ve Müslümanları Allah’tan koparmaya çalışan “Allahu Ekber” şuurunu kaybetmiş ipsizlerdir. Bunlar bihakkın “Veyl olsun o namaz kılanlara! Onlar ki kıldıkları namazdan gafildirler." (Maûn Sûresi/4-5) ayetinin hükmü altına girenlerdir. Çünkü insanları ve Müslümanları Allah’ın şe-raitinden gayrisine evet demeye çağırmak, şeytan düzeni olan kaosu çoğaltmaktır. 

Namazın ilk farzı olan iftitah tekbir dediğimiz “Allahu Ekber”, mü’min insana Allah’ın şeraiti ile çelişen ve çatışan bütün kanunları, kuralları, kaideleri, yasaları ve anayasaları toptan reddetmeyi öğretir.

Allah’ın hükmünü ve hâkimiyetini dışlayan ve devre dışı bırakan kul kaynaklı yasalar ve anayasalarla karşı karşı geldiklerinde “Şirk ameli insanı müşrik yapmaz” diyerek yollarına devam edenler, kul kaynaklı yasalara ve anayasalara evet diyenlere yeşil ışık yakan mevsimlik mücahidler(!)dir. Bunlara iltifat etmemek gerekir. Mevsimlik mücahidlerin (!) bu zikzaklarından kurtulmanın çaresi; ruhu’s salâtı/namazını ruhunu kuşanmaktır.  

Ruhu’s salât; İslâmî hayatın omurgasıdır. . Rasûlüllah (s.a.s.); “Namaz dinin direğidir” (4) buyuruyor. Başka bir hadisinde de “ İslâm’ın direği namazdır” (5) buyurmuştur. Bu hadislerde salât’ın kök anlamına da bir atıf vardır. Hadislerdeki “direk” manasına gelen imâd ile salât’ın manalarından biri olan ve “omurga” anlamına da gelen ‘amud arasındaki akrabalık unutulmamalıdır. Namazsız din omurgasızdır. Allah’ın dini omurgasızlıktan münezzehtir. Eğer biz namazı Kur’an’da emredildiği, Rasûlüllah (s.a.s.) tarafından ikame edildiği gibi ikame edersek, namaz da bizi ikame eder. Namaz bizi ikame edince, biz Allah katında kabul olmuş ibadet oluruz. O zaman varlığımız salât olur. Dolayısıyla namaz, mü’min insanın yaşama tarzıdır.

Namaz; kalblerini iman ile arındıranların hayatlarını İslâm ile arındırmalarıdır.

Namaz; mü’min kul ile Allahû Teâla arasında sıla (bağ) dır. Namazı terk etmekte direnen kişi zamanla Allah’sız bir hayat yaşamaya mahkûm olur.

Namaz; vahyin mektebidir. Vahiy, namaz mektebinin vazgeçilmez asli dersidir. Bakınız namazda kıraat farzdır. Kıraat’in manası; Kur’an’daki vahyin namaza taşınmasıdır. Namaz için tilavet yerine kıraat kullanılmıştır. Kıraati tilavetten ayıran şey “anlam”dır. Okuyanın anlama cehdi tilaveti kıraate çevirir. Maksat yaşamaktır. Vahiy anlaşılmadan yaşanmaz. Namaz’daki kıraatin kalbi Fatiha’dır. Namazda okunan Fatiha, tevhid andının tekrarıdır.

Namaz’daki kıraat’in bir manası da; kulun Allahû Teâla’ya Allahû Teâla’nın kelimeleriyle açılmasıdır. Başka bir ifadeyle Allah’ın kelimeleriyle derdini Allahû Teâla’ya açmasıdır.

Namaz; hayatın sağlamasını vahiy ile yapmanın uygulamalı pratik dersidir. Namaz, hayatın elbisesidir. Namaz’sız geçen hayat çıplaktır.

Namaz; medeniyet membaıdır. Namaz kılmayanlardan medeni davranışlar beklenemez. İnanarak ve sevabını Allahû Teâla’dan umarak namazı ikame eden insan medeni insandır. Ondan insanlığa zarar gelmez. 

Namaz; hayatın terazisidir. Namaz terazisinde ağırlığı olmayanların varlığından bahsedilemez. Dolayısıyla namazsız insan, hiç insandır. 

Namaz; putlara ve putperestlere, heykellere ve heykelperestlere, şeriatullah’a muhalif olan yasalara ve yasa koyucularına, tuğyana ve tağutlara karşı isyanın, başkaldırının günlük pratik eğitim ve öğretimidir. Namazın farzlarından olan kıyam; kulun Allah’ın karşısında acziyetini, küçüklüğünü bilmesi, Allah’a karşı başkaldırmış sahte ilahlar karşısında ise büyümesidir.  

Namaz; Allahû Teâla’ya karşı esas duruşu bozmadan dik başlı olmak yerine başı dik olmayı başarmaktır. Namaz, bir kıymetler bütünüdür. Namazın her rüknünün kendine göre bir kıymeti vardır. Namaz ikame edilirse kıymetlidir. Namaz, salâttır. Salât ikame edilir. Kur’an’da yalınkat salâtın emredildiği yer nadirdir. Çoğunlukla “salât etmemiz” değil “salâtı ikame etmemiz” emredilir. Salâtı emreden âyetlerin muhatabı salâtı eda etmeyenlerdir. Fakat salâtı ikameyi emreden âyetlerin muhatabı namaz kılan mü’minlerdir. Bir şeyin ikamesi, onun doğru dürüst yapılması ve hakkının verilmesidir. Esasen ikame, “doğrultmak, ayağa kaldırmak” demektir. Kaldırmayınca yere düşen, konumunu kaybeden değerler için kullanılır. Salât da böyledir. İkame edilen salât sahibini doğrultur. Sıkışan sinelerin soluklanması ancak ikame-i salât ile mümkündür. 

Namaz; Allahû Teâla’yı anma, Allah’ın ayetleriyle arınma ve Allah yolunda adanmadır. Kişinin kendisiyle yüzleşmesi ve Rabbiyle sözleşmesi namazda gerçekleşir. 

Günümüz Müslümanlarının problemi sadece namazı eda etmeme değil, eda edilen namazı ikame etmeme problemidir. Dik başlı olmayı değil, başı dik olmayı yaşam biçimi haline getirmeyenlerin namazın farzlarından olan kıyamı idrak ettikleri, anladıkları söylenemez. Şunu bilelim ki; ikame-i salât; diri olanların dirilişidir. 

Namazı ikame etmeme problemini çözüme kavuşturmayan bir ümmetin her hangi bir problemi çözüme kavuşturması mümkün değildir. Çünkü namazın ikame edilmediği bir yerde bütün problemler çözümsüz, plan ve projeler tatbiksiz kalmış demektir. Bakınız Mısır İhvan-ı Müslimin hareketinin önde gelen isimlerinden Tarık Ramazan babası Said Ramazan’dan – ki bu kişi imam Hasan el- Benna’nın damadıdır- bahsederken şunları aktarıyor. “Dünyanın değişik yerlerinden babamı ziyarete gelen İslâmî mücadele mensuplarına o şunları anlatıyordu:

“Müslüman olarak bizim sorunumuz maneviyat sorunudur. Bir insan gelip bana İslâm aleminde yapılması gereken hizmetlerden, uygulanması gereken siyasi stratejilerden ve jeostratejik planlarından bahsettiğinde, benim ona ilk sualim sabah namazını vaktinde ikame edip etmediğidir!”

İşte Said Ramazan’dan sadır olan bu tavır yani ikame-i salât’ı bütün İslâmî faaliyetlerin başına yerleştirmek ve İslâm’a hizmetin ön şartı olarak görmek, bir firaset-i mü’min alâmetidir. Namazın ikamesi; mü’min insanın, Müslüman ümmetin meşru hareketlerinin bereketidir. Şunu bilelim ki; ikame edilmiş bir salât insanı ateşten kurtarır, ikame edilmemiş bir salât ise ateşte doğrultulur. Salâ (s-l-y) kökünün bir anlamı da “ateş”tir. Kelime bu tâli anlamı, ateşe yaslanan odun ateşle özdeşleştiği için almış olsa gerektir. Zira salât ile aynı kökten gelen se-yaslâ naran (Ateşe yaslanacak) ibaresinde, ateş tümleç olarak ayrıca zikredilmiştir. Bu da, sonucu teyit eder. Salât kelimesinin kökeniyle ilgili olarak kullanılan salleytu’l-‘ud bi’-n-nâr örnek cümlesinin anlamı “Değneği ateşte fırınlayarak doğrulttum” anlamına gelir. Dolayısıyla salâtla dünyada doğrulmayan ve salâtını dünyada doğrultmayanı, Allahû Teâla âhirette ateşle doğrultacaktır. 

Namaz; ateşe odun atmak değil, ateşi oduna atmaktır. Namaz, eğri olanı doğrultur. Eğri olanı doğrultmayan namaz ise korkutur. Her şeyin bir bedeni, bir de ruhu vardır Namazın ruhu da, "kalp huzuru"dur; kalp huzuru olmayan bir namaz, sadece kelime, hareket ve şekillerden ibarettir. Dolayısıyla ruhu’s salât; kalbin kalıp ile birlikte şirkten, tuğyandan kurtulup Allahû Teâla’ya inkılâp etmesidir. 

Namaz; namaz öncesi hayatın tekmilini Allahû Teâla’ya vermektir. Ruhu’s salât’ı dikkatlice incelediğimiz zaman görürüz ki; Allahû Teâla tarafından bizden hayat programının içine sıkıştırılmış bir namaz değil, ya da namaza yer bırakmayacak bir hayat programı değil, namaza göre ayarlanmış bir hayat istenmektedir. Hayatı namazdan ayrı düşünmek İslâm imanının müsaade etmediği bir durumdur. Müslüman için her yerde ve her zaman namazda hayat vardır. Çünkü ruhu’s salât, aynu’l hayattır. 

***

1- Hak Dini Kur’an Dili/M. Hamdi Yazır, C:1, Sh: 178-179; el- İhtiyâr Li Ta’lili’l Muhtar/el Mavsuli, C:1, Sh: 37, İst/1980 

2-Buhârî, Mevâkît: 6; Müslim, Mesâcid: 283; Tirmizî, Emsâl: 5; Nesâî, Salât: 7; İbni Mâce, İkâmet: 193

4-Sahih-i Müslim, Mesâcid: 284 

5- Keşfu’l Hafa (El- Aclunî) C:2, Sh: 31, Beyrut/ 1351

6- Sünen-i Tirmizi, İman: 8; el- Müsned, Ahmed b. Hanbel, V, 237

Mustafa Çelik

www.vuslatdergisi.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.