Kur'an Tedrisatı

Kur'an Tedrisatı
Muttakilerin rehberi olan ve hak ile batılı birbirinden ayıran Kur’an-ı Kerim, Allah’ın (cc) kelâmıdır. Tarih boyunca müslümanlar, Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini anlamaya ve hayatlarını O’na göre düzenlemeye gayret etmiş

Mustafa ÇELİK

Peygamberimiz Efendimiz (sav) Kur’an tedrisatının önemine işaret etmiş ve şöyle buyurmuştur: ‘Sizin en hayırlınız Kur’an-ı Kerim’i öğrenen ve öğretendir’ 
Dünyevi ve uhrevi saadetin elde edilebilmesi için, Kur’an tedrisatına önem verilmesi zaruridir. İmam-ı Gazali (rh.a) bu keyfiyeti izah ederken, şöyle demiştir: ‘ Kur’an ilmine sahip olmaktan daha üstün bir zenginlik ve Kur’an ilmini kaybetmekten daha aşağı bir fakirlik olamaz’

Kur’an Tedrisatı

KUR’AN-IKERİM hem Müslümanları, hem de Müslüman olmayanları ilgilendiren, kendine mahsus keyfiyeti olan münzel bir kitaptır. Kur’an-ı Kerim’in doğru anlaşılabilmesi için hem öğretime, hem de eğitime ihtiyaç vardır. Dolayısıyla Kur’an tedrisatı, İslam toplumu için vazgeçilmez ve aralıksız sürdürülmesi gereken sâlih ameldir. Kur’an tedrisatı, İslâmî öğretim ve eğitim sisteminin temelini teşkil eder.

Kur’an tedrisatı; Allah’ın rızasına uygun bir hayat yaşamak amacıyla Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerim’i varis-i enbiya olan ulemanın rahle-i tedrisinde okumak, anlamak, kendi nefsinde, ailesinde, hâkimiyet alanında uygulayarak hayata hâkimiyetini sağlamak için her gün sa’y-ü gayret göstermektir. Kur’an okumayan, Kur’an’ı anlamaya çalışmayan, nefsinde, ailesinde uygulamayan ve Kur’an’ın hayata hâkimiyeti için sa’y-ü gayret göstermeyen Kur’an tedrisatından bulunmamış sayılır. Rabbimiz bizden Kur’an tedrisatını istiyor:

“Hiçbir insanın, Allah’ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik vermesinden sonra (kalkıp) insanlara: Allah’ı bırakıp bana kul olun! demesi mümkün değildir. Bilakis (şöyle demesi gerekir): dersini yaptığınız ve öğretmekte olduğunuz Kitap uyarınca Rabbaniler/Rabbe hâlis kullar olunuz.”(1)

Tedrisat-ı Kur’aniyye mü’min insanları Rabbani yapar. Allahû Teâla’nın hüküm ve hâkimiyetinden gayrisini kabul etmeyenlere düşen görev, her gün Kur’an’dan ders yapmaktır. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Bir cemaat Allah’ın evlerinden bir evde toplanır, Allah’ın kitabını okur ve aralarında müzakere ederlerse, üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar ve melekler etraflarını kuşatır. Allahû Teâlâ da o kimseleri kendi nezdinde bulunanların arasında anar.”(2)

Müslümanlar her zaman bir araya gelerek Rablerinden gelen Kur’an’ın öğretimini ve eğitimini yapmalılar ve bu sebeple ilim ve bilgilerini arttırmalıdırlar. Kur’an her türlü bilgilenme ve kültürün önüne geçirilmeli ve ilk öğrenilmesi, anlaşılması gerekenin Kur’an olduğu bilincinde olmalıdır. Kur’an’ın sadece metnini okumayı öğrenmek bazı sureleri veya tamamını ezberlemek yeterli değildir. Bunlarla beraber şuur kazanma, bilinç yenileme maksadıyla Kur’an tedrisatı yapmak, aklımızı kalbimizi ve düşünme hasletlerimizi işin içine katarak her bir sure ve ayeti derinlemesine incelemek, o ayetlerden çıkan hüküm ve esasların hayatımıza nasıl yansıyacağını karşılıklı müzakere ederek fikir, anlayış ve davranış birliğinde karar kılmak gerekir.

Kur’an tedrisatı, Rasûlüllah’ın (sav) sünneti ve sireti olmadan olmaz. Kur’an tedrisatında Rasûlüllah’ın (sav) sünnetini ve siretini esas almak, dinde bir asıldır. Dinde bu asıla tutunan ehl-i sünnet fırka değil, ana gövde hükmündedir. Rasûlüllah (sav)’in sünneti ve sireti olmadan Kur’an tedrisatı yapılamaz demek; tepkisellik değil, dinde asıl olana tutunmaktır. Rasûlüllah (sav)’in sünnetini ve siyertini devre dışı bırakanlar, Kur’an’dan hiçbir şey anlamamaya karar kılmış olanlardır. Kur’an’ı Sünnet ile birlikte Din’de merkezî bir konumda görmekle diğerlerinden ayrılan Ehl-i Sünnet, bir “fırka” değildir ki, sonradan/tepkisel olarak ortaya çıktığı söylenebilsin! Sahabe bu dini Efendimiz (s.a.v)’den nasıl gördüyse öyle yaşadı, anlattı. Tabiun da Sahabe’den gördüğünü Din olarak aldı, anladı, yaşadı ve anlattı. Haricîler’le birlikte tarih sahnesine çıkmaya başlayan fırkalar ise bu ana gövdeden şu veya bu sebeple/ölçüde ayrılan arızî yapılardır. Bu arızî yapılar Kur’an’ı anlamaktan acizdirler. Bunların Kur’an’ı anlama adına ortaya koydukları veya attıkları, şahsi görüşleri ve önyargılarıdır. Kur’an-ı Kerim üzerinde çalışan ve O’ndan öğrendiklerini hayatında uygulamaya gayret eden insanın Kur’an’ı anlayabilmesi ve kendisinde Kur’an doğrultusunda bir değişmenin meydana gelebilmesi için, o kişide bir takım özelliklerin bulunması gerekir. Başka bir deyişle inanç, düşünce ve davranış planında ön temel şartların yerine getirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Şimdi bu ön temel şartlara bağlı özellikleri maddeler halinde sıralamaya ve madde başlıkları ile ilgili gördüğümüz ayetler ışığında açıklamada bulunalım:

1- Kur’an-ı Kerim’de verilen her hüküm, bildirilen her bilgi ve anlatılan her kıssaya kesin olarak inanmak: Kur’an tedrisatı, Kur’an’a iman ile başlar. Kur’an’a imanı olmayan Kur’an’dan kendi önyargılarından gayrisini anlamaz. Bunun için Kur’an tedrisatı hususunda Kur’an’a ve Kur’an’ı tefsir mevkiinde bulunan Hz. Muhammed (sav)’e iman şarttır. Rabbimiz buyuruyor:

“Ey inananlar, Allah’a, Rasulü’ne, Rasulü’ne indirdiği Kitab’a ve daha önce indirmiş bulunduğu Kitab’a inanın. Kim Allah’ı, melekleri, Kitablarını, Rasûllerini ve ahiret gününü inkar ederse o, muhakkak ki derin bir sapıklıkla sapıp gitmiştir.”(3)

Bu ayette açıkça bir insanın mü’min olma şartları verilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de inanan insanlar için anlaşılması gereken bir kitap olduğuna göre, kişi ilkin bu şartları taşımalıdır. Rabbimiz buyuruyor:
“Bu Kur’ân, insanların kalp gözünü açan bir nur ve kesin bilgi edinecek bir kavim için de hidayet ve rahmetin ta kendisidir.”(4)

Kur’an-ı Kerim, bu ayetten de kolayca anlaşılacağı gibi açıkça hedefini ortaya koymaktadır. Hedef; insanların önüne deliller koymak ve onların birinci ayetle (Nisa Sûresi/136) bildirilen şartlara göre inanmalarını sağladıktan sonra, Allah’ın hidayet ve rahmetine kavuşturmaktır.

2- Gerçekten inandıktan sonra Kur’an’dan öğüt almayı istemek: Kur’an-ı Kerim inanan insanların bireysel ve toplumsal hayatlarında yön verme fonksiyonuna sahiptir. Bu nedenle Kur’an’dan alınan bilgi; öğüt ve yaptırım gücüne sahip bir kural hükmündedir. Bu kuralların açık ve anlaşılır olması önemlidir. Bir o kadar da kuralları öğrenip, uygulamaya çalışanların konuya yaklaşım tarzları ve niyetleri önemlidir. Öğretimde verilecek bilgiyi almaya hazır bulunmak, o bilginin kendisi için gerekli olduğuna inanmak ve aynı bilginin kendisi ile birlikte diğer insanlarla da ilgisinin bulunduğunu kabul etmek, etkili öğrenmeyi sağlar. Bütün bunlar gerçekten Kur’an’dan öğüt alma isteği üzerine yoğunlaştırılırsa, Kur’an’ı anlamak kolaylaşır. Aslında zor olmayan Kur’an’ın anlaşılması bu şartlarda daha verimli olarak ortaya çıkar. Kur’an’da konumuzla ilgili çok sayıda ayet var, ancak buraya bir kaç tanesini alacağız.

“Bu (Kur’an) insanlara bir açıklama, muttakilere rehber ve öğüttür.”(5)
“İşte Rabb’inin doğru yolu budur. Biz öğüt alanlar için ayetleri geniş geniş açıkladık.”(6)
“Ta.Ha. Biz bu Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin diye indirmedik. Ancak korkacak kimselere bir öğüt olsun diye, yeri ve gökleri yaratan tarafından indirilmiştir.”(7)

“Sana indirdiğimiz kitap çok mübarektir. O’nun ayetlerini aklıselim sahipleri düşünsünler ve öğüt alsınlar.”(8)
“Andolsun biz, Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık, öğüt alan yok mu?”(9)

Bu ayetin bir sure içinde dört defa aynı şekilde tekrarlanması, vurgulamaya çalıştığımız konunun önemini anlatmaya yeter kanıttır. Kur’an-ı anlamaya çalışmak, ayetleri üzerinde düşünmek her şeyden önce bizzat Allah’ın emridir. Kur’an’ı anlamaya çalışmak, ayetleri üzerinde düşünmek her şeyden önce bizzat Allah’ın emridir. İmam Kurtubî (rh.a.) bu ayeti tefsir ederken şöyle demektedir: “Bu ayet, Kur’an’ın anlamını anlamaya çalışmanın farz olduğuna, yine Kur’an’ı tane tane okumanın, süratli bir şekilde okumaktan daha faziletli olduğuna delildir. Çünkü süratli bir şekilde okunduğunda ayetlerde ne anlatıldığını anlamaya çalışmak mümkün olmaz.”(10) Yüce Allah sadece inananları değil, inanmayanları da Kur’an’ı anlayıp ayetlerini düşünmeye davet ediyor. Bunun, hidayete kavuşmanın bir yolu olduğunu belirtiyor: “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı ? Yoksa kalpleri kilitli mi?”(11)
Kur’an’ı anlamayı, üzerinde düşünmeyi, kıssalarından ibret almayıemreden daha pek çok ayet vardır. Kur’an’ı kutsallaştırıyorum iddiasıyla inananlarla Kur’an arasında perde çekmeye çalışan ve Kur’an’ı anlamaya çalışanları neredeyse din dışı ilan edecek kadar ileri gidenler acaba Müslümanları müşrikler kadar yetenekli saymıyorlar mı ki Yüce Allah, müşrikleri Kur’an’ı anlamaya ve üzerinde düşünmeye davet ettiği halde, Müslümanların Kur’an’ı anlamaya çalışmalarını haddi aşmak olarak görüyor, onların buna ehil olmadıklarını ileri sürüyorlar. Halbuki Kur’an anlaşılması kolay bir kitaptır:

“Bu kitabı da sana, her şey için açıklama, bir hidayet ve rahmet kaynağı ve müslümanlar için de bir müjdeleyici olarak indirdik.”(12)

Günümüzde Kur’an’ı anlama çabasından çok hiç manasını bilmeden ezberleme gayretinin yaygınlaşması ne gariptir. Kur’an’ın ezberlenmesi, anlaşılması; bir olay vukuunda olaya Kur’an gözlüğüyle bakabilmek ve o olayı ilgilendiren ayetleri hafızada canlandırarak pratik çözümü bulabilmek için olmalıdır. Ama ne yazık ki hafızlarımızın yüzde doksandokuzbuçuğu Arapça’yı bilmemekte, hatta pek çoğu ezberlediği Kur’an’ın Türkçe bir tefsirini, hatta mealini okuma ihtiyacı dahi duymamaktadır. Bunlara İbnu Mesud (r.a.)’ın şu sözlerini hatırlatmak istiyoruz: “Kur’an hafızının, Kur’an’ın ahkamını bilmesi gerekir. Böylece Allah’ın ne murat ettiğini ve kendisine neyi emrettiğini anlar; okuduğundan yararlanır ve onunla amel eder. Kur’an hafızının, Kur’an’ın emir ve ahkamını ezbere okuyup neyi okuduğunu anlamaması ne çirkindir! Anlamadığıyla nasıl amel edebilir? Okuduklarından ne kastedildiği kendisine sorulduğunda cevap verememesi ne çirkindir! Böyle biri, kitap yüklenmiş merkepten farksızdır.”(13)

Kur’an okumaktan maksat, sözcüklerini papağan gibi tekrar etmek, harflerin mahreçleri üzerinde durmak, nağme ve ahenkle okumaktan önce onu anlamak ve gereğince amel etmek olmalıdır. Nakledilir ki, Basra Valisi Ebu Musa el Eş’ari (r.a.), Halife Hz. Ömer (r.a.)’e, Basra’da bir çok kişinin Kur’an’ı ezberlediğini ve Beytu’l Mal’dan bunlara yardım edilmesini ister. Ertesi yıl Ebu Musa (r.a.) , Kur’an’ı ezberleyenlerin kat kat çoğaldığını ve bunlara da yardım yapılmasını isteyince Hz. Ömer (r.a.) şu karşılığı verir: “Onları kendi halleriyle başbaşa bırak. Korkarım ki insanlar, Kur’an’ı ezberlemekle uğraşır, fakat onu anlama işini terkederler.”(14)

Sahâbe nesli, Kur’an tedrisatını çok önemsiyordu. Ebu Abdurrahman es- Sülemi (rh.a.) şöyle demiştir: Biz Kur’an-ı Kerim’den on âyet-i kerime öğrendik mi, o on âyetin helalini, haramını, emir ve nehiylerini öğrenmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye geçmezdik.”

İmam Malik (rh.a.) “Muvatta” adlı eserinde belirttiğine göre Abdullah İbn-i Ömer (r.a.) Bakara sûresini sekiz yılda öğrendi.(15)

Hz. Ömer (r.a.) ise Bakara Sûresini on iki yılda öğrendi. Onu hatmedince bir deve kesti.(16)Ebu Amred-Dâni (rh.a.) “Kitabu’l Beyan” adlı eserinde isnadını da kaydederek Hz. Osman, Hz. İbn-i Mesud ve Hz. Ubey (r.anhum)’den rivayet etmektedirler: “Rasûlüllah (sav) onlara Kur’an-ı Kerim’den on ayet-i kerime öğretirdi. Onlar ise bu ayet-i kerimelerde amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe bir başka on ayet-i kerimeye geçmezlerdi. Böylelikle Hz. Peygamber (sav) bizlere Kur’an-ı Kerim’i ve hem de Kur’an-ı Kerim ile amel etmeyi birlikte öğretti.”(17)
Görüldüğü gibi, Rasûlüllah (sav), Kur’an tedrisatını tatbikatıyla birlikte yapmıştır. Dolayısıyla Kur’an’ı anlamak için çaba ve gayret gösterilmesi gerekmektedir. Yani Kur’ân tedrisatı bedelsiz değildir. Elbette bunun da bir bedeli vardır. Uçağı insanlar sürer. Ancak insanlar içinde de pilot olanlar sürer. Uçağı sürme hususunda pilot olma şartını ortadan kaldırırsanız uçağa binmeyi tehlikeli hale getirirsiniz. Bir kelamın akledilmesi ancak o sözün manasını anlamakla mümkündür. Hem şurası bilinen bir gerçektir ki, her sözün asıl amacı; lafız, mana ve maksadın birlikte kavranmasıdır.

3-Kur’an-ı Kerim’i her konuda kesin yol gösterici tanımak ve alınacak bilgileri uygulamak için Kur’an öğretimi yapmak: Kur’an-ı Kerim’in muhatabı insandır. İnsan yeryüzünde önemli bir varlıktır. Çevresindeki diğer varlıklar insanın kullanımına verilmiştir, insan yetki ve sorumluluğu bulunan; düşünme, seçme, idrak etme gibi yeteneklere sahip bir varlıktır. Bu derece şereflendirilen insan bireysel ve toplumsal hayatında başı boş bırakılmamıştır. Allahû Teâla, insanlara kendilerini sürekli mutlu edecek, doğru yolu da Kitap ve Rasul ile apaçık bir şekilde göstermiştir. Kur’an-ı Kerim’de, Rasulü Ekrem Hz. Muhammed (sav)’in risalet görevi ile insanlara yol gösterici bir kitap olarak gelmiştir. Rasulü Ekrem (sav) kendi sağlığında Kur’an-ı Kerim’i okumuş, okutmuş, anlatmış, kurallarını uygulamış ve daha sonra gelecek nesillere örnek bir hayat tarzı (sünnet) olarak bırakmıştır. Bugün biz, gerçekten Kur’an-ı Kerim’i Allah Rasulü’nün gösterdiği biçimde tedris eder ve hayatımıza uygulamak istersek O’nu anlarız. En azından Müslüman olarak bizden istendiği kadarını anlarız. Ancak öğrendiklerimizi uygulamadaki kararlılığımız bunda önemli rol oynar.

Tercümanü’l-Kur’ân İbn Abbas (r.a.), bir gün yanındakilere “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kafirler, zalimler ve fâsıklardır..”(18) ayetlerini nasıl anladıklarını sordu. Orada bulunanlar “Bu ayetler Kitap ehli hakkında inmiştir” deyince İbn Abbas (r.a.) şöyle gürledi: “Siz ne iyi insanlarsınız! Tatlı ve hoş olanlar sizin; acı olanlar ise Kitap ehlinin! Hayır, bu doğru değil, ayetler Kitap ehli hakkında inmiş olsa bile, sizleri de bağlar. Allah’ın hükmünü sizden inkâr eden de kâfirdir. Onu kabul ettiği halde, uygulamayan ise zalimdir, fâsıktır.”(19)

İbn Abbas (r.a.)’ın bu yaklaşımında, Kur’an ayetlerini öncelikle kendi üzerimize almamız, ayetle önce kendimizi test etmemiz gereğine dikkat çekilmektedir. Şöyle ki Kur’ân’da çokça tekrarlanan akîmu’s-Salah/ Namazı gereği gibi kılınız cümlesini okuyan herkes ayet ile kendini sorgulamalıdır. Eğer bu kişi namaz kılmıyorsa, namaza başlamalı. Arada sırada namaz kılıyorsa, namazları vaktinde ve tam olarak kılmaya başlamalı. Beş vakit namazı kılan biri ise, namazı gereği gibi kılıp kılmadığını sorgulayıp namaz kalitesini artırmaya gayret etmelidir. Sözgelimi namaz dua ve surelerini ne kadar biliyor, ne kadar kendisini namaza veriyor, bütün bunlarla kendisini hesaba çekmelidir. Bu konuda Abdullah b. Mesud (r.a.) da şöyle demektedir: “Eğer güç yetirebiliyorsan kendini Kur’ân’a muhatap kıl. Allah Teâlâ’nın ‘ey iman edenler’ dediğini duyduğun zaman, kulağını iyi aç. Zira bu hitabın arkasında ya emredilen bir hayır yahut yasaklanan bir şer söz konusudur.”(20) İbn-i Mesud (r.a.) da, bir gecede Kur’ân’ı okuyup bitiren kimse için: “Şiir mırıldanır gibi mi okuyor bu adam Kur’ân’ı?”(21) demiştir. Bir başka varyantta ise İbn-i .Mesud (r.a.) şöyle der: “Kur’ân’ı şiir mırıldanır gibi, alelacele okumayın. Sıradan bir nesirmiş gibi de okumayın. O’nun ilginç açıklamalarında durarak, ürpererek O’nu okuyun. Hedefiniz çarçabuk sureyi bitirmek olmasın.”(22)
İbn-i Abbas (r.a.) , kendisine, Kur’ân’ı bir gecede hatmedecek şekilde hızlıca O’nu okumanın hükmü sorulduğunda şunları söyler: “Bana bir tek surenin anlaşılarak okunması, bir gecede anlamadan Kur’ân’ın hatmedilmesinden daha sevimlidir. Ama ille de böyle bir gecede O’nu hatmetmek istiyorsan, kulağın okuduğunu duysun, kalbin de ne dediğini anlasın.”(23)

Kur’ân’dan seçme âyetler okuma geleneği, Hz. Peygamberin uygulamalarında da vardır. O, değişik vesilelerle, değişik konularda âyetleri ashabına okurdu. Nitekim bir defasında Peygamberimiz (sav) Hz. Ebubekir (r.a.)’i sessizce, Hz. Ömer (r.a.)’i de sesli olarak Kur’ân okurken görmüştü. Orada bulunan Bilal Habeşî’yi de değişik sûrelerden farklı âyetleri okumakta olduğunu görmüş ve ona niçin böyle yaptığını sormuştu. Hz. Bilal, “Güzel kokuyu güzel kokuyla karıştırıyorum” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Peygamberimiz (sav) “Hepiniz güzel ve doğru yaptınız”(24) buyurarak onların Kur’ân okuyuşlarını tasvip etmiştir.

Kur’ân, bizim hayat kitabımızdır. Biz onsuz olamayız. Ondan ayrı kalamayız. Çünkü Kur’ân’dan ayrı kalmak hüsrandır. Onu sürekli okumalıyız, onu anlama çaba ve gayreti içerisinde olmalıyız, daha da önemlisi onun gereklerini yerine getirmeliyiz. Yani Kur’ân bizim gönlümüze, beynimize, söylem ve eylem dünyamıza inmelidir. Bizim iç dünyamızı, düşünce dünyamızı, söylem ve eylem dünyamızı, birey ve toplum hayatımızı inşa ve ihya etmelidir. Selef-i salihin Kur’ân’ı ilahi bir mektup olarak görüyor ve ona sahip çıkıyorlardı. Tıpkı Hasen Basri (rh.a.)’nin dediği gibi: “Sizden öncekiler bu Kur’ân’ı Rablerinden kendilerine gönderilmiş bir mektup olarak görüyorlar, geceleri onu tedebbür ederek üzerinde çalışıyorlar, gündüzleri de O’nun gereklerini yerine getiriyorlardı.”(25)

Kur’an en üstün olandır, en doğru olandır, ana kaynaktır, korunmuştur, Allah sözüdür ve kendisine uyanları kurtuluşa götürecek yegâne rehberdir. Rehberden yararlanmak için ona iman edip uymak şarttır. Rehberin yaptığı adres tarifini yanlış anlayanlar asla doğru adrese gidemezler. Hiç kuşkusuz günümüz Müslüman’ı, İslâm’ı bir din olarak en temiz, en saf biçimiyle öğrenmek ve yaşamak hususunda bir liyakatin peşinde gözükmektedir. Yeniden inşa edilecek İslâm medeniyetinin ancak Kur’an ve Sünnet-i Rasûlüllah’a bağlanmak, ashabın ictihad ve amellerine sadakat, hak mezhep imam ve müctehidlerinin bize intikal eden çabalarının en doğru, en dolaysız ve en yalın şekliyle öğrenmekle şekillenebileceğinin şuurundadır. Öyleyse dine, dindenmiş gibi yapılan ekleme ve çıkarmalar, enfüsi tasarruf ve her türlü etkilenmeyle gerçeğinden uzak tutulmuş dini hayat yeniden asli yatağına yöneltilen aşkın bir ırmak gibi kendi gücünün sahibi kılınmalıdır. Bunun da yolu tedrisat-ı Kur’aniyye’den geçer. Tedrisat-ı Kur’aniyye; Kur’an-ı Kerim’in, derslerimizin ve medreselerimizin ilk kitabı haline gelmesidir. Derslerinin ve medreselerinin ilk kitabı Kur’an olmayanlar, tedrisat-ı Kur’aniyye’den mahrum kalanlardır.
--------------
(1) Âl-i İmran Sûresi/ 79
(2) Sahih-i Müslim, Zikr: 38. Ayrıca bk. Sünen-i Ebû Dâvûd, Vitr: 14; Sünen-i Tirmizî, Kırâat: 12; Sünen-i İbni Mâce, Mukaddime: 17
(3) Nisa Sûresi/136
(4) Casiye Sûresi/20
(5) Âl-i İmran Sûresi/138
(6) En’am Sûresi/126
(7) Taha Sûresi/1-4
(8) Sad Sûresi/29
(9) KamerSûresi/17,22, 32,40
(10) el- Camiu Li Ahkâmi’l Kur’an/ İmam Kurtubî, C:15, Sh: 192
(11) Muhammed Sûresi/ 24
(12) Nahl Sûresi/ 89
(13) el- Camiu Li Ahkâmi’l Kur’an/ İmam Kurtubî, C:1, Sh:21
(14) Kettani, et-Teratibu’l Idariyye, II.280
(15) Muvatta, Kur’an: 11
(15) el- Camiu Li Ahkâmi’l Kur’an/ İmam Kurtubî, C:1, Sh:39-40
(16) Kettani, et-Teratibu’l Idariyye, II.280
(17) El Camiu Li Ahkâmi’l Kur’an/ İmam Kurtubî, C:1, Sh:39-40
(18) Maide Sûresi/ 44, 45, 47
(19) Zemahşerî, Tefsiru’l Keşşâf, C: I, Sh: 616
(20) Ahmed, Kitabü’z-Zühd,C: I,Sh: 231
(21) Zerkeşî, el-Bürhân, C:I, Sh: 455; Kurtubî, Tezkar, Sh: 118
(22) İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, C: I,Sh: 339
(23) İbn Kayyım,Zâdü’l-Meâd, C: I,Sh: 339
(24) Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, C: III, Sh:11; GazâIî, İhyâü Ulûmiddîn, C: I,Sh:432
(25) Abdullah Sirâcüddin, Tilâvetü’l-Kur’âni’l-Mecîd, Sh: 76

Kaynak: misak.com

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.