"Jeep'li teravih"i yazdı

"Jeep'li teravih"i yazdı
"Allah bu memleketi cemaatçilikten korusun" konulu yazıları derin tartışmalara neden olan Profesör Şaban Şimşek, şok bir uyarıda bulundu: "Etnik ya da mezhepsel anlamda nepotizm (etnik MilliyetÇİLİK ve cemaatÇİLİK) geli

Prof. Şimşek'in Yeni Akit'te yayımlanan "Jeep'li teravih" başlıklı yazısı şöyle:

Müslümanların, her ne kadar, “klasik bir muhafazakâr hayat tarzı sürdükleri ve (özellikle İslami gruplar temelinde) bunu kamu dâhil, tüm alanlara yaymak istedikleri” düşünülse de (hatta bazı kesimlerce bundan korkulsa da!), aslında onların da dönüştükleri ve pek çok yönüyle çağdaş-laik diye tanımlanan yaşam tarzını benimsedikleri açıkça görülmektedir ülkemizde, son zamanlarda.

Globalleşen, dolayısıyla küçülen ve küçüldüğü için de insanlar, toplumlar ve devletler arasındaki etkileşimler kaçınılmaz olan günümüz dünyasında, Batı’nın laik kurumları ve sekûler anlayışı tüm Türkiye’yi etkisi altına alıyor, bu arada muhafazakâr Müslümanları da kendine göre biçimlendiriyor…

Buradaki temel dinamiğin; örfü, âdeti, alışkanlıkları, üretim yöntemleri, geçim kaynakları, teknolojinin getirdikleri ve sosyal ilişkiler açısından taban tabana zıtlık gösteren “köylü hayat ile kentli yaşam arasındaki farklılık” olduğu söylenebilir.

Müslümanlık yaşanacak, yükümlülükleri yerine getirilecek; mesela namaz kılınacak, oruç tutulacak, hacca-umreye gidilecek, tesettüre girilecektir ama bütün bunlar çağın gereklerine, kentli yaşamın akışına, rejimin getirdiği kurallara göre yapılacaktır!.. Oruç tutulacak ama iftar için mutlaka lüks bir restaurant seçilecek; hacca-umreye gidilecek ama konaklama illa ki beş yıldızlı bir otelde (açık büfeli tabii) olacak; tesettüre girilecek ama baş iyice sıkılacak ve vücudun tüm hatları, güzellikleri alabildiğine sergilenecek!..

Bütün bunlar, İslam’ın o sade ruhuna hiç uymasa da bugün artık kentli hayatın getirdiği mecburiyetler olarak görülüyor ve dolayısıyla normal kabul ediliyor! Hepsi, “zamane Müslüman”ın gözünde mubah! Dahası, dini aidiyetın kentli hayata yansı(tıl)dığı bir “üst kimlik” temasıyla şuur altına yerleşiyor. Kentli yaşamın üretim dinamiklerini yakalayan muhafazakârlar böylece, “hem İslam dairesinde, iffetlerini, namuslarını koruyarak dini vecibelerini yerine getirmiş hem de ötekinden hiç de aşağı kalmayan toplumsal bir statü kazanmış olduklarını” düşünüyorlar.

Müslüman kentlileşirken, İslami kuralların yorumu da epeyce değişiyor yani; içtihatlar genişliyor, dinin karinelerin anlamı dünyevileşiyor. Görüntüde, davranışlarda, hayat tarzında Müslüman ile Müslüman olmayan arasında pek bir fark kalmıyor...

Tabii bu arada İslam’ın özünden de uzaklaşmış olunuyor. Müslüman temel prensiplerde, hak hukuk anlayışında, iş ahlakında, sanatta, zarafette, hitabette, diğer insanlarla ve devletle olan ilişkilerinde, yani dinin mensubuna yüklediği tüm kutsal değerlerde zayıflıyor. Söylediği ile yaptığı, söz verdiği ile yerine getirdiği birbirini tutmuyor.

Sonuçta Müslüman, içiyle dışı bir olmayan “güvenilmez insan” durumuna düşüyor.

Yazık ki, mesela bir alışverişte, eğer satıcı bir Alman ise “gözünü kapa al, hem fiyatta hem de kalitede bir yanlış olmaz” diyoruz ama yok eğer bizden birisi ise “Aman çürüğüne çarığına dikkat et, bu işte her türlü pislik olabilir, kazıklanma, fiyatının da en fazla yarısını ver” diye uyarıyoruz birbirimizi.

Diğer insanlar Müslümanlara, Müslümanlar da birbirlerine güvenmiyorlar. Güvenmedikleri için de ayrı düşüyorlar. İnanç kardeşliği, gönül birliği, kederde, tasada, sevinçte paylaşımcı olmak, birlikte iş yapmak duyguları her geçen gün zayıflıyor.

Güven duygusu ve ilişkiler zayıflayınca, küçücük şeyler anlaşmazlık konusu oluyor. Hoşgörü ortamı bozuluyor, mesela bir espriyle olayı tamir etme şansı da kayboluyor.

Sonuçta birikmeler oluyor ve çekişmeler, öfkeler, husumetler doğuyor. Zamanla “öz”den kopuluyor; hak, hukuk (kişisel ya da grupsal menfaatler adına) göz ardı ediliyor. Liyâkata önem verilmiyor. kayırmacılıklar ortaya çıkıyor, menfaatler dünyası oluşuyor.

Etnik ya da mezhepsel anlamda nepotizm (etnik MilliyetÇİLİK ve cemaatÇİLİK) gelişiyor. İnsanlar “ öz değerlerini, maharetlerini, emeklerini ortaya koyarak” değil “birbirlerinin ayağını kaydırarak ya da sırtlarını güç odaklarına dayayarak” öne çıkmaya çalışıyorlar.

Yeni katma değerler üretmek yerine hazırda olanı ele geçirme düşünceleri hakim oluyor toplumda.

Ve neticede bir tarafta akıl almaz bir zenginlik, hoyratlık, sefahat diğer tarafta ise içler acısı bir açlık, yoksulluk, sefalet dünyası yaşanıyor.

Bu durumda, insanların birbirlerine sevgisi, saygısı, anlayışı kalmıyor tabii. Birlikte yaşama içgüdüsü, dayanışma duyguları, insanı insan yapan erdemler zayıflıyor. İnsanlar bireyselleşiyor, toplumda tefrikalar oluşuyor...

Bütün bunlar, biraz da etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıklar zemininde kaşınınca, önce ülke içinde sonra ülkeler arasında anlaşmazlıklar ve onların neticesinde de savaşlar çıkıyor. Ve sonunda da içeride bildiğimiz sorunlar, dışarıda ise Somali’ler, Darfur’lar doğuyor. En acısı ise bu atmosferde, Müslümanın aç, sefil, tembel ve terörist, İslam’ın da insanları geri bırakan, gayrı medeni, savaşçı bir din olarak görülmesi.

…Bugün, kentli Müslüman kimliğini arıyor. Amaç “iyi bir Müslüman olup son demde, hesabı kolay verebilmek” mi yoksa “devletlü olup yüksek makamların gücünü kişisel-grupsal tatmin ve menfaatler için kullanmak ya da zengin olup teravih namazına JEEP’le gitmek, namaz çıkışında cemaati yararak ilerlemek” mi?

Kentli yaşamı kendimize, kendimizi kentli yaşama uydururken, Müslümanlığımızı muhafaza edebilmek gerçekten zor imtihan… Cumhuriyetin başlarında devlet sopası kullanılarak oluşturulmaya çalışılan bir “ulusal kimlik”ten dünya kent hayatının dayattığı “ucube bir Müslüman kimliğe” doğru savruluyoruz. Bunun farkında değiliz. Giysimizle, görüntümüzle, parfümümüzle, evimizle, arabamızla, davranışlarımızla, makamımızla, kısaca bütün gücümüzle ve cakamızla dışımızı parlatırken içimize dönmeye fırsat bulamıyoruz hiç. Ve sonuçta, giderek, modernitenin defolu çocuğu bir “Müslüman kimliksiz” kimliğe bürünüyoruz... Allah (cc) sonumuzu hayreylesin. Amin."

GÜNDEM OLUŞTURAN YAZISI: CEMAATÇİLİK

Prof. Şimşek'in özellikle "Allah bu memleketi cemaatçilikten korusun!.. Amin" başlıklı makaleleri kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı. Şaban Şimşek, Yeni Akit’te “Neyse O” başlıklı sütununda 4 bölüm halinde kaleme aldığı “cemaatçilik” konusuna ilişkin yazılarında çarpıcı değerlendirmelerde bulunuyordu.

Konuyla ilgili ilk yazısında peşinen bir gerçeğe işaret ederek, cemaatçilik konusu üzerine düşüncelerinden ötürü birileri tarafından yanlış anlaşılabileceğini; birilerinin kendisine hemen “hain” damgası vuracağını belirten Şimşek,  şöyle diyordu: “Ama inandığını söylemek, Hakk'ı dile getirmek de imanımızın bir gereği. Zira işin içinde dilsiz şeytan olmak var!.. Ayrıca serde akademisyenlik var ve akademisyenlikte de ‘akademik namus' diye de bir şey var.”

Prof. Şimşek, “Allah bu memleketi cemaatçilikten korusun!.. Amin” başlıklı makalelerinin ikincisinde ise “cemaatlerin siyasallaşmasına ya da maneviyattan uzaklaşıp maddi kazanımlar elde etmek noktasında ellerinin kollarının nerelere kadar uzandığına dair bazı konulara” değiniyordu.

Şaban Şimşek, yazı dizisinin üçüncü bölümünde de şu tespitte bulunuyordu: “Bugün, gelişmeler onu gösteriyor ki, cemaatler arasında (cemaatlerin dışından gelenleri bir tarafa bırakalım) kıyasıya bir “devlette yer kapma savaşı” yaşanmakta (‘devleti ele geçirmek' tabirini kullanmak istemiyorum) ve bunu yaparken de diğerlerini ötekileştirme, büyümelerine engel olma, mümkün olduğu kadar zayıflatma, sistem dışına itme gibi altıncı kol faaliyetleri sürdürülmektedir.”

Şimşek devamla şöyle diyordu:

“Dün milleti paylaşmak için (tabii İslam adına ve o insanları kurtarmak için!) yapılan örtülü mücadele bugün devleti(n zenginliğini) paylaşmak üzere (yine İslam adına ve hem insanları, hem memleketi kurtarmak için!) verilen örtülü bir savaşa dönüşmüş durumdadır.

Evet, yaşanan gerçeklik budur... Bunu görmezden gelmenin, yok saymanın, üstünü örtmenin (en azından uzun vadede) hiç kimseye ya da guruba faydası yoktur, olmayacaktır. Çünkü bu süreçte herkesin bir yanından çekiştirdiği devlet (iç bünye itibarıyla) giderek zayıflayacak, “gücün ele geçirildiği alanda başkalarına asla yer vermeme gibi dışlayıcı anlayış” toplumu parçalara bölecek, kalpleri yaralayacak, fitne ve husumetlere sebep olacaktır... Netice itibarıyla bütün bunlarla “dine hizmet edildiğini söylemek” de havada kalan boş bir inançtan öteye geçemeyecektir.”

Prof. Şimşek, yazı dizisinin 4. ve son bölümünde ise “Öyleyse, inanan-inanmayan, cemaatli-cemaatsız, şu soydan bu boydan insanlar olarak hep birlikte dua edelim: 'Allah bu insanları, bu Müslümanları, bu memleketi, bu devleti cemaatÇİLİKten korusun...' ” diye dua ediyordu.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.