Büyü ve İslam'daki hükmü

Büyü ve İslam'daki hükmü
Şimdiye kadarki gözlemlerden anlaşıldığına göre büyü, özellikle ip, saç, tırnak, elbiseler vs.den yararlanılarak yapılır. Büyüde en önemli faktör, büyü yapanın kalbini bağlaması, yapacağı işin tesir edeceğine inanması ve şeytandan yardım dilemesi ve n

Büyü yapmak haramdır ve günah bakımından bu işi yapanla, sebep olan arasında çok fazla bir fark yoktur. Büyücünün kazancı da, büyücüye verilen para da haramdır!

İslam dinine göre büyü yapmak haramdır. Kur’anı Kerim’deki hükümlerden büyü öğretmenin, öğrenmenin ve yapmanın, şirk ve küfür olduğunu anlamaktayız.

Allah Resulü a.s.m, yedi büyük günah arasında büyü yapmayı da saymış, büyü yapanın Allah’a şirk koşmuş olacağını bildirmiştir. Bir kişi, büyücülerin her şeyi yapabileceğine inanırsa, Allah'a şirk koştuğundan kâfir olur.

Büyü nedir?

Kur’anı Kerim’de büyü ile ilgili olarak en geniş bilgi Bakara Suresi’nin 102. ayetinde verilmektedir.

Bu ayette Cenab-ı Hakk, şöyle buyurmaktadır:

"Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tabi oldular. Hâlbuki Süleyman asla kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Harut ile Marut isimli iki meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Hâlbuki o iki melek : ‘Biz ancak bir imtihan için gönderildik, sakın büyü yapmaya cevaz verip de kâfir olma’ demedikçe bir kimseye öğretmezlerdi. İşte bunlardan kişi ile karısını ayıracak şeyler öğreniyorlardı, fakat Allah'ın izni olmadan bununla hiç kimseye zarar verebilir durumda değillerdi. Onlar, kendilerine zarar verecek, faydası dokunmayacak bir şey öğreniyorlardı. Andolsun ki, onu her kim satın alırsa, ahirette onun bir nasibi olmadığını gayet iyi biliyorlardı. Fakat karşılığında canlarını sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bunu bilselerdi!"

Yukardaki ayetten, büyü öğretmenin, öğrenmenin ve yapmanın, şirk ve küfür olduğunu anlamaktayız. Yüce Allah’ın buyruğuyla Babil toplumuna indirilen Harut ve Marut adlı iki melek, halkı aydınlatarak şirk ve küfürden, sihirbaz kâfirlerin şerrinden korumak, tevhidi hâkim kılmak amacıyla, istismar yoluyla büyünün de kendisine dayanılarak yapıldığı “bilgi”yi öğretmişlerdi. Bilgi haram değil, ancak bunun istismar edilmesi, şirk ve küfre alet edilmesi haramdır.

Daha sonraları şeytanlar/Yahudiler, sırf kendi uydurmaları olan sihri/büyüyü ve Babil'de Harut ve Marut adlı iki meleğe indirileni, insanlara ve o zamanki İsrailoğulları'na saptırmak maksadıyla öğretiyorlardı. Fakat kaydettiğimiz gibi o iki meleğe indirilen şey, aslında bir sihir değil, fakat fesat ehlinin elinde küfre vesile olabilecek bir bilgi iken, şeytanlar bunu yalnızca sihir yapmak için öğretmişlerdir. Halbuki Harut ile Marut bunu öğretecekleri zaman "Biz bir fitneyiz, bu öğreteceğimiz şeyler fitneye müsaittir, kötüye kullanılması da küfürdür. Sakın sen bunu sihir yapmada kullanıp da küfre girme!" demedikçe ve bu yolda nasihat etmedikçe kimseye bir şey öğretmemişlerdi.

Dini örfte sihir, sebebi gizli olmakla, gerçeğin zıddına tahayyül olunan, gözbağcılık, yaldızcılık, şarlatanlık, yaldızcılık, hilekârlık tarzında cereyan eden bir şey demektir. Mahiyetinde esrarengiz gizli sebep ve incelik; dış görünüşünde cazibe, hile ve kötü niyet vardır. Bizzat ilahi irade ile meydana gelen olaylardan değildir. Ortaya konulabilmesi için teşebbüs edilmesi gerekli özel bir sebebi vardır.

Sihir/büyü, İslam'ın kesin olarak yasaklayıp reddettiği bir inanç ve işlem olup tabiat kuvvetleriyle insanlara bir takım etkilerin yapıldığı söylenen ilkel bir anlayış ve olgudur.
Sihrin temeli, imansızlık, ahlâksızlık ve aldatmaktır. Sihirbazlar, çeşitli ilimlerden, edebiyattan, felsefeden, teknolojiden, hatta tabiattaki garip ve acaib yaratılışlardan sû-i istimaller ve istismarlar yaparak yararlanmasını bilirler.

Not : Büyünün mahiyetini anlayabilmek için öncelikle cinlerin özelliklerinin bilinmesi gerekmektedir. Çünkü, büyü yaptığını iddia eden insanlar bu işte cinleri kullandıklarını ileri sürmektedirler. (Konu hakkında sitemizeki "Cinlerin Gerçek Özellikleri! İnsanlar ile evlenebilirler mi? İnsanın damarlarına girerek, onları hasta edebilirler mi?" başlıklı makaleye bakınız)

Büyünün tarihçesi ve İslam’da büyünün hükmü

Büyü ve büyücülüğün tarihi, insanlık tarihini kadar eskidir ve Keldanîler zamanına kadar uzanır. Babil’de yani bugünkü Irak’ta yaşayan Keldanîler, astronomi ve astrolojide çok ileri gitmişlerdi. Keldanîler'de, büyü, her yere dağılmış olan perilerin tabiat olaylarını meydana getirdikleri inancına dayanıyordu.

Sihir ve sihirbazlar tarihinin ikinci bölümünü de, Mısır’da Firavun’un sihirbazlarıyla Hz. Musa arasında geçen olaylar meydana getirmektedir. Kur’anı Kerim’de haber verildiği üzere (Araf, 7-116; Tâhâ, 20-66) Mısır sihirbazları da halka karşı esrarengiz bir şekilde gözbağcılık yaparlar, hayali şeyleri gerçekmiş gibi gösterirlerdi.
Yahudilik'te ise büyü, çok revaçtaydı. Her türlü harikalar, şöhret bulmuş itikatların bütünü Yahudilik'te mevcuttu. Büyü Yahudiler arasında yayıldığı gibi hiçbir millet arasında yayılmadı.

İslam dinine göre büyü yapmak haramdır. Allah Resulü, yedi büyük günah arasında büyü yapmayı da saymış, büyü yapanın Allah’a şirk koşmuş olacağını bildirmiştir. Yine, büyüye inanan ve doğruluğunu tasdik eden kimselerin Cennet’e giremeyeceğini haber vermiştir.

Büyünün İslamî hükmü şöyle verilmiştir: Eğer yapılan büyü, küfrü gerektiriyorsa, bunu yapanın küfre gireceği açıktır. Yine yapılan sihirde imanın şartlarından birini inkâr etmek varsa, o büyü küfrü gerektirir. Mesela birisi, büyücülerin her şeyi yapabileceğine inanırsa, Allah'a şirk koştuğundan kâfir olur.

Kur'an-ı Kerim, bize büyücülerin şerrinden Allah'a sığınmamızı öğretmiş ve bu konuda şöyle buyurmuştur: "Düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden Allah'a sığınırım de" (Felak Suresi 4). Hz. Musa ve sihirbazlar hakkında nazil olmuş olan bir âyet de şöyledir: "Sağ elindekini at da, onların yaptıklarını yutsun. Yaptıkları, sadece bir büyücü hilesidir. Büyücü ise, nereye varsa (ne yapsa) iflah olmaz." (Taha suresi :69)

Büyü yapanlar bunu nasıl yapmaktadır?

Sihir/Büyü, etkilemek, tesir altına almak anlamına gelir. Gönüllere ve bedenlere tesir etmek, insanı hasta yapmak, karı ile kocanın arasını açmak amacıyla ortaya konulan bazı düzenlere sihir veya büyü denilmiştir. Sihir ya da büyünün şerrinden Yüce Rabbimize sığınılması emredilmiştir. Büyü, yapılışında ilmi bir hakikate dayanıyorsa tesiri vardır, yoksa asılsız bir hurafeden ibarettir

Şimdiye kadarki gözlemlerden anlaşıldığına göre büyü, özellikle ip, saç, tırnak, elbiseler vs.den yararlanılarak yapılır. Büyüde en önemli faktör, büyü yapanın kalbini bağlaması, yapacağı işin tesir edeceğine inanması ve şeytandan yardım dilemesi ve nefes olayıdır. Nefes etme üflemektir ki, tükürüklü veya tükürüksüz olabilmektedir. Büyü yaparken kutsal kitaplardan birtakım bölümler okunmakta, üflenmektedir. Büyücüler, yapılacak büyüye göre günün ve ayın farklı zamanlarını seçmektedirler. Ancak şunu unutmamalıdır ki, gerçek bir Müslüman böyle şeylerden medet ummaz ve bu tür şeylerle meşgul olmaz. Büyü yapmak haramdır ve günah bakımından bu işi yapanla, sebep olan arasında çok fazla bir fark yoktur. Büyücünün kazancı da, büyücüye verilen para da haramdır.

Sihrin tesiri

Büyünün tesiri konusunda Elmalı Tefsiri’nde şu bilgiler verilmektedir:
Sihrin en büyük tesiri ruhlar üzerindedir; sihri yapanlar fikirleri bozar, kalbleri çeler, ahlâkı perişan eder, toplumların altını üstüne getirir.

Sihir yapanlar, Allah'ın izni olmadıkça kimseye bir zarar veremez. Çünkü gerçek tesir, ne sihirde, ne sihirbazda, ne tabiatta, ne ruhta, ne yerde, ne gökte, ne şeytanda, ne melektedir. Hakiki müessir ancak ve ancak Allah'dır. Fayda ve zarar denilen şey de ancak O'nun izni ile meydana gelir. O halde her şeyden önce insan Allah'dan korkmalı ve Allah'a sığınmalıdır ve bunlara karşı koymak için de Allah'ın kitabına sarılmalıdır.

Sihrin asıl zararı, başkalarından çok yapanlaradır. Bu kimseler ömürlerini nasıl çirkin şeylerle geçirdiklerini bilmezler.

Medeniyet, fikirleri celbetmek için sihir kullanıyor

Bediüzzaman, Kur’an-ı Kerim’e karşı muarazada aciz kalan şimdiki medeniyetin Kur’an’a karşı sihirleriyle muaraza ettiklerini belirtiyor:

“Şahıslar, cemaatler muârazasından âciz kaldıkları Kur’ân’a karşı, bütün nev-i beşerin ve belki cinnîlerin de netice-i efkârları olan medeniyet-i hazıra (şimdiki medeniyet), Kur’ân’a karşı muâraza vaziyetini almıştır; i’câz-ı Kur’ân’a karşı, sihirleriyle muâraza ediyor.”

Ancak, Hz. Mûsâ’nın (a.s.) asası sihirbazların sihirlerini yuttuğu gibi, Kur’ân’ın i’câzı da o sihirleri yutup o sihirbazları mağlup ediyor. Risale-i Nur’da ispat ettiği gerçeklerden anlıyoruz ki, şu medeniyet:
• Kur’ân’ın i’câz ve galebesine karşı mağluptur.
• Kur’ân’a karşı hakikat noktasında mağluptur.
• Kur’ân’ın, sosyal hayata ait prensiplerine karşı mağluptur.
• Şu medeniyetin hikmeti, felsefesi ve edebiyatı âcize; Kur’ân’ın hikmeti, hükümleri ve belâğati mu’cizedir…
(Bk. Sözler: 25. Söz’ün Üçüncü Şua’ı’nın ikinci cilvesi, s. 546-552.)

-Ali Osman Ateş

(hanimlar.com)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.