Zülfü de silahşorluğa soyundu

Zülfü de silahşorluğa soyundu
Aydın Doğan'ın tetikçi gazetesi Vatan'da yazan 'ılımlı solcu' Zülfü Livaneli, patronunun yolsuzluk iddialarına dokunmadığı yazısında, Deniz Feneri üzerinden bakın kimleri suçladı. 'Ilımlı solcu' yolsuzluk suçlamasıyla karşı karşıya olan kapitalist patr

İŞTE Livaneli'nin o yazısı:

Karanlıktakiler 

Siz bu yazıyı okuduğunuzda Almanya’daki mahkeme “Deniz Feneri”yle ilgili kararını açıklamış olacak.

Savcı, ortada 16 milyon avroluk bir yolsuzluk olduğunu iddia ediyor ve diyor ki “esas failler Türkiye’de.”

Türk makamlarının bu soruşturmada işbirliği yapmadığını da ekliyor sözlerine.

Böyle bir skandal yabancı ülkelerde olsa nelere yol açabilirdi diye konuştuk arkadaşlarla.

Biri dedi ki “Japonya’da bütün sorumlular harakiri yapardı!”

Bir başkası “Almanya’da hükümet istifa ederdi!” dedi.

Öteki atıldı “Fransa’da ise karılarını değiştirirlerdi.”

Türkiye’de ne olacağını hepimiz biliyoruz değil mi?

Hiçbir şey!

Hiçbir şey!


***

16 milyon avro bu.

Dile kolay.

Deniz Feneri bunu toplamış, daha önce Kombassan yine milyonları götürmüştü, ondan önce başka vakıflar, dernekler...

Diyelim ki bu ülkede dini değerleri kullanıp yolsuzluk yapan çok. Peki halkın içinde bulunduğu cehalete, karanlığa ne demeli?

Onun hiç mi suçu yok?

Önüne çıkıp “din Allah, Muhammet, ezan” diyene bastırıyor parayı.

Bin bir güçlükle kazandığı ve çoluğunun çocuğunun nafakası olan paradan, sahtekârlara pay ayırıyor.

Ve hiçbir zaman akıllanmıyor.

Zaman zaman bu dolandırıcıların foyaları meydana çıksa bile aldırmıyor, duymuyor, görmüyor.

Yine parasını bu adamlara yatırmaya devam ediyor.

Bu iletişim çağında, böylesi bir cehaleti içine sindiremiyor insan.

Nasıl insanlar bunlar?

Nasıl bir dünyada yaşıyorlar.


***

Türkiye’deki siyaseti düşündüğüm zaman aklımda bir anı canlanır:

CHP’li bir arkadaş Karadeniz’de seçim çalışması yapıyormuş.

Bir köye giderken yolda, iki koca kova içinde su taşıyan, zorlukla yürüyebilen yaşlı bir kadın görmüş.

Hemen yardımına koşmuş.

“Ana” demiş “Sen yorulma ben şu suları taşıyıvereyim evine kadar.”

Kadıncağız “Allah senden razı olsun evladım!” diyerek kovaları vermiş.

Ana önde, bizim arkadaş peşinde, tepeye tırmanıp kadının kulübemsi evine varmışlar. Bu arada bizim arkadaşın da nefesi tükenmiş tabii.

Kadıncağız ona dualar etmiş, “Tuttuğun altın olsun evladım” diye sırtını sıvazlamış.

Bizim arkadaş “Ben CHP’den geliyorum anacığım. Artık oyunu bize atarsın!” deyince kadın bir kızmış, bir kızmış.

“Tüüüü” demiş “Bu su da mundar oldu desene. Şimdi yine çeşmeye gitmem lazım.”

Sonra bizim arkadaşın şaşkın bakışları arasında iki kova suyu toprağa dökmüş. Bizimkini de kovmuş oralardan.

Bu kadın ne Kurtuluş Savaşı’nı biliyor, ne Cumhuriyet Halk Fırkası’nın işlevini, ne bağımsızlığını kime borçlu olduğunu.

Gelin de bu halka derdinizi anlatın bakalım.

Cumhuriyet denilince tüyleri diken diken oluyor ama her “din, kitap” diyen sahtekârın kendisini soymasına razı.

Ne diyelim, böyle başa böyle tıraş!

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.