ABD'de Türkiye'nin egemenliği mi yargılanıyor?
Toraman, “Bu davaya itiraz etmeyenler, bu tercihleriyle, Amerika’nın (bundan böyle) Türk vatandaşlarını yargılama yetkisini kabul ettiğini unutmamalıdır” diye de uyardı.
Türkiye’deki 17/25 Aralık operasyonunun kilit isimlerinden Reza Zarrab Miami’de tutuklandığında “Zarrab davası” olarak gündeme gelen, daha sonra Halkbank genel müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’nın tutuklanmasıyla ek iddianamelerle güncellenen “ABD Hakan Atilla’ya karşı” davası, 28 Kasım'da Amerika’da görülmeye başladı. Üç-dört hafta sürmesi beklenen duruşma süreci başladığında, bütün medya kuruluşları kameralarını bu davaya yöneltti, en küçük ayrıntıları bile naklen yayınlamaya başladı. Dünya kamuoyu, iddianamede sanıkların ne ile suçlandıklarını, davanın delillerini, jüri seçimini, Zarrab’ın tanık olarak verdiği ifadeleri, yargılama sonunda mahkemenin verebileceği kararları tartışıyor. Bu davanın içeriği elbette önemli ama üzerinde durulması gereken, bu davanın kendisi, hukuki dayanağı ve hukuki meşruiyeti olmalıdır. Bu yazıda, bu davada gözden kaçan/kaçırılan milletlerarası hukuk boyutunu dile getirmeye çalışacağım.
Bir davadan söz ettiğimize göre, üzerinde durulması gereken ilk husus, devletin “yargı yetkisi”dir. Yargı yetkisi, hukuk veya ceza bütün davaların ön koşuludur. Bir mahkemenin yargı yetkisi yoksa, yargılama da yapamaz. Ceza hukuku devletlere, iki konuda yargılama yetkisi vermektedir. Bunlardan birincisi mülkilik, diğeri tabiiyettir. Mülkilik ilkesine göre, kural olarak, her devlet kendi ülkesinde (karada, denizde/kara sularında, hava sahasında) işlenen suçlarda yargılama yapabilir. Tabiiyet (uyrukluk/vatandaşlık) ilkesine göre, her devlet, vatandaşlık bağı ile kendisine bağlı olan kişileri yargılama yetkisine sahiptir. Bu iki temel kural, devletlerin egemenlik hakkının ve eşitlik ilkesinin gereği olarak kabul edilmiş ilkelerdir. Amerika’daki davanın iddianamesinde, Amerika topraklarında işlenen bir suç iddiası söz konusu değildir. Davaya konu fiillerin, Türkiye’de, İran’da, BAE, vs. işlendiği iddia edilmektedir. Aynı şekilde, yargılanan kişilerin, ABD vatandaşı olduğu iddiası da söz konusu değildir. Amerika ülke sınırları dışında ve Amerika vatandaşı olmayan kişilerin yargılanması söz konusudur. Bu konu, milletlerarası hukukun alanına girdiğinden, bu kapsamda değerlendirmek gerekir.
Milletlerarası hukukun ana kaynağı, (egemen eşit) devletlerin kendi özgür iradeleriyle taraf oldukları ve imzaladıkları uluslararası sözleşmelerdir. Milletlerarası hukukun kuralları, esas itibariyle, devletlerin kendi özgür iradeleriyle imzaladıkları sözleşmelerden meydana gelmektedir. Sözleşmenin bulunmadığı alanlar, teamül/örf ve adet, milletlerarası hukukun genel ilkeleri, Uluslararası sözleşmelere istinaden kurulan kuruluşların kararları (BM Güvenlik Konseyi, vs.), Yargı ya da hakem kararları (BM Adalet Divanı, vs.), bilimsel içtihatlar olarak kabul görmektedir. Milletlerarası hukukta, Milletlerarası hukukun genel ilkeleri (bunların bir kısmı ius cogens –emredici- niteliktedir), Devletlerin egemen eşitliği, Tehdit veya güç kullanmama, Sınırların dokunulmazlığı, Devletlerin toprak bütünlüğü (bağışıklık), Uluslararası anlaşmazlıkların barışçıl çözümü, İç işlerine karışmama, İnsan haklarına saygı, Halkların ve ulusların kendi kaderini tayin, Uluslararası taahhütlerin iyi niyetle uygulanması, temel ilkelerdendir. Milletlerarası hukuk, devletlerin egemen eşitliğinin güvencesidir. Yani milletlerarası hukuk, zorlamaya/baskıya değil, devletlerin özgür iradelerine dayanmaktadır. Devletlerin egemenlik yetkisi, bazı hallerde (insan hakları mahkemesi, uluslararası ceza mahkemesi, gibi) sınırlamaya maruz kalsa da, bu sınırlamalar, yine devletlerin kendi istek ve iradeleriyle gerçekleşmektedir. Davaya Türkiye açısından yaklaştığımızda, Türkiye ABD adli makamlarına Türk vatandaşlarını yargılama yetkisi vermemiştir. Devletin yetkili makamlarının davaya yönelik itirazları, böyle bir rızanın da olmadığını göstermektedir.
Milletlerarası hukuktan örneklerle, konu daha net anlaşılacaktır. Türkiye’de, Lotus-Bozkurt davası bütün hukuk fakültelerinde öğretilmektedir. Fransa bandıralı Lotus isimli ticaret gemisi, Midilli açıklarında Bozkurt isimli Türk yolcu gemisine çarpar ve kazada Bozkurt gemisinden 8 yolcu ve mürettebat ölür. Türkiye, Lotus gemisi kaptanını tutuklar ve hakkında dava açar. Fransa Türk mahkemelerinin yargılamasına itiraz eder ve uyuşmazlık Uluslararası Daimi Adalet divanına intikal eder. Divan, “açık denizde meydana gelen kaza nedeniyle yapılan yargılama Fransa’nın egemenlik hakkına müdahale niteliğinde olmadığından” Türk mahkemelerinin yetkili olduğuna karar verir. İran-Irak savaşı sırasında, İran’dan petrol yüklü tanker Basra Körfezine seyir halinde iken Irak’a ait savaş uçakları ateş açar, üç denizci ölür tanker zarar görür. Tanker sahibi, Türkiye’de Irak Arap Cumhuriyeti aleyhine tazminat davası açar. Yerel mahkeme, devlet aleyhine dava açılamayacağından davanın reddine karar verir, Yargıtay da onama kararı verir. (Yargıtay 4.HD 17.03.1986 tarih E:1985-9190 K:1986-2436) T.C.Milli Savunma Bakanlığı, SSCB’ye ait Xacah adlı savaş gemisinin bakanlığa ait Meltem adlı hücumbota çarpması nedeniyle, SSCB aleyhine (Türkiye’de) dava açar. Yerel mahkeme, yabancı devlet aleyhine dava açılamayacağına karar verir, Yargıtay bu kararı da onamıştır. (Yargıtay 4.HD 12.10.1987 tarih E:1987-7309 K:1987-7373) Birleşik Krallık, R. V. Horseferry Magistrates Court ex parte Bennet Davasında, Bennet, “1989 tarihli suçluların iadesi kanununa ve uluslararası hukuk düzenlemelerine aykırı bir şekilde Güney Afrika’dan İngiltere’ye getirildiğini” iddia eder.
Lordlar kamarası, yürütmenin, bir başka devlet nezdindeki hukuka aykırı ve uluslararası hukuk düzenlemelerini ihlal eder nitelikteki yetkilerini kötüye kullanma eylemi sebebiyle, Mahkemenin de davaya bakmakta yetkisiz olduğuna karar verir. Bazı Yunanistan vatandaşları, ikinci dünya savaşı sırasında Alman Devletinin işlediği insani hukuk ihlallerinden zarar görenlerin zararlarının karşılanması amacıyla İtalya yerel mahkemelerinde, Almanya aleyhine dava açar. Yunan mahkemelerinin Almanya aleyhine verdiği kararlarının İtalya’da tanınmasını ve tenfizini ister. İtalyan Mahkemeleri, taleplerin kabulüne karar vererek, İtalya’da Alman devletinin mülkü olan illa Vigoni’ye haciz işlemi uygular. Almanya, İtalya’yı, Adalet Divanına şikayet eder. Adalet Divanı, 3 Şubat 2012 tarihli Devletin yargısal bağışıklıkları (Muafiyetleri) davasında, Devletin yargı bağışıklığının, BM sözleşmesinin 2 paragraf 1 düzenlemesine dayandığını belirterek, devletlerin egemen eşitliği prensibinin uluslararası hukuk düzeninin en temel ilkelerinden biri olduğunu ifade etmiştir.
Milletlerarası hukukun amacı, güçlünün haklı olduğu bir sistem yerine, haklının güçlü olduğu, devletlerin eşitliğine dayanan ve egemenlik haklarına saygı gösterilen bir hukuk düzeni inşa etmektir. Böyle bir düzen, bütün devletler bu ilkelere riayet ettiğinde gerçekleşebilir. Bazı devletler, özellikle ABD ve İsrail, çıkarları gerektirdiğinde, milletlerarası hukuku çiğnemekten kaçınmamaktadır. Birleşik Devletler Temyiz Mahkemesi, Alvarez-Machain davasında, Birleşik Devletler uyuşturucu ile mücadele biriminde görevli bir şahsın öldürülmesi sebebiyle yargılanan Meksika vatandaşı Machain’in, uluslararası hukuk kuralları ihlal edilerek Meksika’dan kaçırılmasını, mahkemenin yargı yetkisini etkileyen bir durum olarak görmemiştir. Eichmann davasında, İsrail’in, İsrail Özel Kuvvetlerinin kaçırdığı Arjantin vatandaşı Adolph Eichmann’ı yargılaması üzerine, Arjantin, egemenlik hakkı ihlal edildiği gerekçesiyle İsrail’i kınamıştır. BM Güvenlik Konseyine başvurarak, Eichmann’ın iadesini talep etmiştir. Arjantin başvurusunu geri çektiği için karar verilememiştir. Hava korsanları, Tel Aviv’den Paris’e hareket eden Fransız uçağını kaçırarak Uganda Entebbe havaalanına indirmiştir. İsrail, rehineleri kurtarmak için operasyon düzenlemiş, birçok kişi ölmüştür. Uganda, egemenlik hakkını ihlal ettği, bazı vatandaşları öldüğü ve uçağı zarar gördüğü için İsrail’i BM Güvenlik Konseyine şikayet etmiş, ancak hiç bir karar için çoğunluk sağlanamamıştır. Amerika, 2001 yılında 11 Eylül saldırısında zarar gören ABD vatandaşlarının teröre destek veren ülkeler aleyhine dava açmasına imkan veren, “Terörizmin Destekçilerine Karşı Adalet Yasası” (JASTA) ile, bir kez daha, milletlerarası hukuku tanımadığını göstermiştir. Amerika, milletlerarası bir sözleşmeye ve yetkiye dayanmaksızın, 1977 tarihli Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası’na (IEEPA) dayanarak, başka ülke vatandaşları (Türk vatandaşları) hakkında soruşturma başlatmış, dava açmıştır. Bu davada bazı kişilerin isimlerinin geçmesi, kişilerin yargılandığını göstermez. Milletlerarası hukukun temel ilkeleri ve örnekler dikkate alındığında, bu dava, milletlerarası hukuka açıkça aykırıdır. Bu davanın, milletlerarası sözleşme ile kurulan (UCM başta olmak üzere) uluslararası mahkemelerin görev alanına girmediği de tartışmaya yer vermeyecek kadar açıktır. Bu davada yargılanan Türkiye’nin egemenlik hakkıdır.
Amerika’daki davanın hukuki bir temeli (meşruiyeti) olmamakla birlikte, kendi içerisinde de tutarsızdır. Savcı, davasını (iddianameyi), 1977 tarihli Uluslararası Acil Ekonomik Güç Yasası’na dayandırdığına göre, bu yasanın amacını ve uygulama sürecini dikkate almak gerekir. Bu yasa, 1977 yılında, Carter’ın başkanlığı sırasında patlak veren İran Rehine Krizi’ne cevap olarak çıkarılmıştır. Bu yasa, yabancı bir kaynaktan olağandışı ve alışılmadık bir tehdidi bertaraf etmek amacı ile ABD Başkanı’na ulusal acil durum ilanı yaptıktan sonra ticareti düzenleme, ABD vatandaşlarının ve ABD’de yerleşik yabancıların yurtdışındaki malvarlıklarını dondurma (bloka etme) yetkisi vermektedir. Bu yasa, Amerika’da faaliyet gösteren kuruluşlar (bankalar), Amerika’da ikamet eden yabancılar, ABD vatandaşları için çıkarılmıştır. Yasanın uygulama süreci de bunu doğrulamaktadır. Bu yasa kapsamında, ambargoyu deldikleri iddiasıyla, Lloyds, Barclays, HSBC, S.Chartered (İngiltere), Credit Suisse (İsviçre), Australia-NZ (Avustralya), ING Bank (Hollanda), Bank of Tokyo (Japonya), RBS (İskoçya), Intesa (İtalya), BNP Paribas (Fransa), Clearstream (Lüksemburg), Credit Agricole (Fransa), Commerzbank (Almanya) birçok bankaya para cezası kesilmiş, çoğu uzlaşmayla sonuçlanmıştır. Uluslararası raporlar, Amerika’nın ambargosunun birçok ülke tarafından delindiğini göstermektedir. Amerika’nın tek taraflı bir ambargo kararının başka devletler için bağlayıcı bir yanı bulunmamakla birlikte, US Energy Information Administration isimli kuruluşun Şubat-Haziran 2011 dönemini kapsayan raporuna göre, İran’dan, Çin günde 543 bin varil, Avrupa Birliği (AB) 450 bin varil, Japonya 341 bin varil, Hindistan 328 bin, Güney Kore 244 bin, Türkiye 183 bin varil petrol ithalatı gerçekleştirmiştir. Türkiye’den kat kat fazla petrol ithal eden ülkeler hakkında soruşturma dahi söz konusu olmazken ABD savcılarının sadece Türkiye ve Türk vatandaşları hakkında soruşturma başlatması bu davanın en önemli tutarsızlıklarından biridir. Bu davada, ambargo muafiyetine ilişkin anlaşmalar da dikkate alınmamıştır. 2013 yılı Haziran ayında, ABD, Rusya, Fransa, İngiltere, Çin ve Almanya'nın oluşturduğu altı 'süper güç' İran'la masada anlaşarak, nükleer programa başladığından bu yana ambargo altında ezilen İran'a sınırlamaların yumuşatılacağı açıklandı. 2012 ve 2013 yılları için Türkiye'nin de dâhil olduğu dokuz ülkeye ambargolardan kısmi muafiyet kararı alınmıştı.
Yine, Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu (ICIJ), “Panama Belgeleri” olarak adlandırılan gizli belgeleri dünya kamuoyu ile paylaştı. Bu kurum, Panama’da, uluslararası ölçekte faaliyet gösteren binlerce irili ufaklı “Off Shore” olarak da bilinen kıyı-ötesi şirketin/bankanın trilyonlarca doları akladığını, yaklaşık 21 ila 31 trilyon doların bu yöntemlerle temizlendiğini ve uluslararası finansal sisteme yeniden dahil edildiğini ortaya çıkarmıştı. Bu belgelerin, büyük kısmı vergi kaçakçılığı, azımsanmayacak bir kısmı gayrimeşru işlerden elde edildiği, trilyonlarca dolar kara paranın aklama bilgilerini içerdiği, bu işleri yapanların neredeyse %70’ini Amerikalı şirketler/bankalar oluşturduğu halde, ABD yargısı, bununla ilgili soruşturma dahi başlatmamıştı.
Davanın konusu ne olursa olsun, bir davayı güvenilir kılan yegane unsur, yargılamanın “adil ve tarafsız” olmasıdır. Amerika’daki davanın soruşturmasını, (FETÖ’nün desteklediği senatör Schumer’in danışmanı) New York Güney Bölgesi Savcısı Preet Bharara yürütmüştür. Bharara’nın tweeter’da 7 bin olan takipçi sayısı, soruşturma başlattıktan sonra FETÖ desteğiyle 300 bine ulaşmıştır. Davanın hakimi Richard Berman, 2014 yılında FETÖ'nün İstanbul'da düzenlediği sempozyuma katılan ve 17-25 Aralık operasyonu nedeniyle FETÖ'cü hakim ve savcıların tutuklanmasını eleştiren ve destek veren biridir. Bu davanın bilirkişisi Osman Zeki Canıtez, Bylock kullanıcısı olduğu tespit edilen ve hakkında yakalama kararı bulunan 17/25 Aralık soruşturmasının da bilirkişisidir. Savcı, (21.03.2016 tarihli) ilk iddianamede sanık olarak gösterdiği Reza Zarrab’ı, EK iddianameyle tanık haline getirmiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsü kapsamında tutuklanan Amerika konsolosluk çalışanı Metin Topuz’un cep telefonunda, Zarrab Amerikaya dahi gitmeden önce “Türkiye aleyhine konuşacağına” ilişkin watsap mesajları, Zarrab’ın Türkiye’de iken “ikna” edildiğini, savcının, bu işbirlikçiyi sanık gibi göstererek kamuoyunu aldattığını göstermektedir. Zarrab’ın, akrabasıyla yaptığı telefon görüşmesinde, “Amerika’da hapis yatmamak için yalan söylemek zorunda olduğuna” ilişkin beyanları, davayı güvensiz hale getirmektedir. Amerika’daki savcılara pazarlık yetkisi verilmesi, yargının en önemli defolarından biridir. Ceza yargılaması, davanın taraflarının eşitliği (silahların eşitliği) ve hakimin tarafsızlığı üzerine inşa edilmiştir. Davanın taraflarından birinin ABD olduğu bir davada, silahların eşitliği ve hakimin tarafsızlığı söz konusu olamaz. Ceza yargılamasının en önemli unsurlarından biri delillerdir. Hiçbir mahkeme, denetleme imkanına sahip olmadığı bilgi ve belgeleri delil olarak kullanmaz. Bu davanın delillerinin tamamına yakını, başka bir ülkede (Türkiye’de) yasa dışı yollarla elde edilmiş, üzerinde oynandığı için (soruşturmayı yapan kişilerin) dava konusu yapıldığı dinleme kayıtlarından oluşmaktadır. Ceza yargılamasında, bu tür bilgi, belge ve kayıtların kanıt değeri bulunmamaktadır.
Amerika’daki dava, milletlerarası hukuka açıkça aykırı olduğu gibi, kendi içinde de tutarsızdır. Amerika’daki bu davanın açılma sebebi, Türkiye ile ABD ilişkilerinin bozulmasıdır. Amerika Türkiye’yi, önemli bir üs olarak görmekte, hükümetlerin sorgulamadan itaat etmesini beklemektedir. 17/25 Aralık operasyonu, (FETÖ/ABD işbirliğiyle) yargı eliyle hükümeti düşürme projesidir. Bu operasyon başarısız olunca, başbakanı uluslararası ceza mahkemesinde yargılatmaya yönelik MİT Tırları operasyonu uygulamaya konulmuştur. Bu da başarısız olunca, önce OHAL peşinden sıkıyönetim ilan ettirilerek ordunun yönetime el koymasını sağlamak için, taşeron terör örgütlerine Türkiye’nin çeşitli şehirlerindeki bombalı terör eylemleri gerçekleştirilmiş, güneydoğuda hendek kazdırılmıştır. Bu plan da başarısız olunca, terör skalasının en tepesinde yer alan “darbe teşebbüsü” gerçekleştirilmiştir. Amerika’daki davada, İran’a yönelik ambargonun 2011 ve 2012 yıllarında delindiği iddia edilmesine rağmen, ABD’nin, 2012 yılından, darbe teşebbüsünün başarısız olduğu tarihe kadar 5 yıl beklemesi, bu tarihten önceki operasyonların arkasında ABD’nin olduğunu göstermektedir. Amerika’nın İran ile anlaşıp 2016 yılının ocak ayında İran’a ambargoyu kaldırdıktan sonra böyle bir soruşturma yürütmesi kendi içerisinde çelişkilerden biridir. İran’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden birkaç ay sonra Türkiye’deki 17/25 Aralık operasyonu, İran’ın eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın yolsuzlukla suçlanması, ambargo döneminde çeşitli ülkelere petrol satan işadamlarından (Zarrab ile birlikte çalışan) Zencani’yi tutuklaması, ABD-İran işbirliğinin çok önceye dayandığını göstermektedir. ABD, bu davayı, ambargoyu delenleri cezalandırmak için değil, Türkiye’ye diz çöktürmek amacıyla kullanmaktadır. ABD’nin en büyük gelir kaynağı, silah ve petroldür. Türkiye’nin, kendi silahını kendi üretmesi, Rusya ile S-400 füze savunma sistemi konusunda anlaşması, petrol ve doğalgaz boru hattı anlaşmaları, Rusya ve Müslüman ülkelerle yakınlaşması, Amerika’nın çıkarlarını tehdit etmektedir.
17/25 Aralık, (Ak Partiyi değil) “hükümeti düşürüp” başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı etkisiz hale getirme operasyonudur. Soruşturma dosyasındaki iddiaların hiç biri özel yetkili mahkemelerin görevine girmediği halde, ÖYM ve FETÖ tarafından yürütülmüştür. Kamuoyu, soruşturma dosyasındaki kimi kayıtların gerçek olduğuna inansa da, yetkisiz (ÖYM) ve FETÖ savcılarının yürüttüğü soruşturma yargılamaya esas alınamaz. Ergenekon, Balyoz, Şike, Tahşiye, Selam Tevhid, vs. dosyalarını geçersiz hale getiren hususların tamamı, 17/25 Aralık dosyasında da vardır. 17/25 Aralık soruşturmasını yürütenlerin birinci hedefi, bu soruşturmayı iddianameye ve davaya dönüştürmekti. Eğer bunu gerçekleştirebilselerdi, bu davadaki bilgi ve belgeler, Amerika’daki davada da delil niteliğini haiz olacaktı. FETÖ’nün saldırısını bekleyen hükümetin anında karşılık vermesi, üretilen belgelerin davaya dönüşmesine fırsat vermemiştir. FETÖ soruşturmaları başladığında, bu örgütün hakim ve savcılarının yürüttüğü soruşturma ve davaların çoğunun kumpas olduğu ortaya çıkmıştır. Soruşturmayı terör örgütünün yürütmesi, deliller üzerinde tahrifat yapması, sahte delil üretmesi, soruşturmaları temelden hükümsüz hale getirmiştir. Bu sonuçtan, “suç işleyenlerin” de yararlanması kaçınılmazdır. Amerika’daki dava, 17/25 Aralık operasyonunun gerçek mimarının da ABD olduğunu tescillemiştir. FETÖ’ye yönelik soruşturmaların başlamasıyla seslerini kısanlar, Amerika’daki davayla birlikte seslerini tekrar yükseltmeye başlamışlardır. 17/25 Aralık soruşturmasının merkezinde, zannedildiği gibi bakanlar, bakan çocukları değil, Halkbank ve Başbakan vardır. Amerika’daki davanın hedefi de Halkbank ve Cumhurbaşkanıdır. Bu dava, 17/25 Aralık soruşturmasının devamıdır. Eğer bir yolsuzluk varsa, bunu araştırma ve soruşturma yetkisi sadece Türkiye’ye aittir. Yasal mevzuat çerçevesinde, dava zamanaşımı sona erinceye kadar her zaman araştırma ve soruşturma yapabilir. Amerika’da kişiler değil, Türkiye’nin egemenlik hakkı yargılanmaktadır. Türkiye’deki bütün siyasi partiler, STK’ların, meslek kuruluşları, üniversiteler, hukuk kurumları, Barolar, Türkiye’nin egemenlik hakkına sahip çıkmalı, ABD’nin müdahalesine güçlü bir şekilde itiraz etmelidir. Bu davaya itiraz etmeyenler, bu tercihleriyle, Amerika’nın (bundan böyle) Türk vatandaşlarını yargılama yetkisini kabul ettiğini unutmamalıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.