İntihar gerçeği ve sorumluluklarımız

İntihar gerçeği ve sorumluluklarımız
Özerk Diyanet Evkaf Sendikası Genel Sekreteri Abdurrahim Çelik'in yazısı... 

İNTİHAR GERÇEĞİ ve SORUMLULUKLARIMIZ

İntihar gerçeği, maddi ilerlemeye rağmen çağdaş medeniyetin uğradığı sefaletin göstergesidir. İnsan hayatı, Allah’ın verdiği ve korunması gereken bir değer, sahibinin elinde bir emanettir. Ona kıymak büyük bir günah ve ahirette cezayı gerektiren bir suçtur.

İnsan’a hayatı veren kendisi değil Allah olduğu için hayat nimetini alma hakkı da ancak mülkün sahibi Allah’a aittir. Dolayısıyla insan hangi koşullarda olursa olsun, hiçbir gerekçe ona intihar hakkı vermez.

Hepimiz biliriz ki; dünya sıkıntıları nöbetleşe gelir. İnişli çıkışlı yaşantılarıyla insanlar; sağlık-hastalık, zenginlik-yoksulluk, onur-zillet, mutluluk-mutsuzluk bakımından farklı farklıdır. Önemli olan bunların ötesinde bir değere ve amaca odaklanmak, hayatı bunlar olmadan da anlamlı ve mutlu kılabilmektir. Bu itibarla sıkıntı ve sair sebeplerle intiharı düşünmenin hiçbir geçerli nedeni olamaz. Bu düşünce modern toplumların kapitalist kültürünün ürettiği mikroplar ve hastalıklı hallerdir.

İman ve irade zayıflığı insanları bu yola sürüklemektedir. Yaşama direncini kaybeden kimse başarısızlık, sıkıntı, ticaretinde zarar, acı bir gerçek veya ailevi bir sıkıntı anında imtihanı kaldıracak güçte olamaz. Dünyası kararır, içindeki ümit ateşi söner. Bundan kurtulmak için de çare sandığı ölümü seçer.

Oysa intiharı düşünen kimse, bulunduğu durumdan kurtulacağını zanneder ve sadece kendini aldatır. Oysa hem ölüm şeklinin vereceği sekerât acısı hem de ahirette karşılaşılacak azap, bir kurtuluş değil belki daha büyük ıstırap ve sorunların başlangıcıdır.

İmtihan, Allah'ın bu hayattaki yasası (sünneti) dır. Evet... Bu, hastalıkla olur, yoksullukla olur, sağlık ve zenginlikle; arkadaş, akraba ve sevilenlerin ölmesiyle, ürünlerin azalmasıyla olur. Aziz Kitab'ı, nebevi sünneti ve mü'minlerin yaşantısını inceleyince birçok kimsenin dağları eritecek türden çeşitli belalara uğradığını görürüz. Fakat onlar; sabırla, sebatla ve Allah'ın takdirine rıza ile silahlanıp bunu aşmışlardır. İmtihan kaldırılır, sıkıntı yok olur ve durum değişir.

Bu imtihan; bir kötülüğün uzaklaştırılması, hata ve günahların keffareti veya insanın onur ve seviyesinin yükseltilmesi için olabilir. İnsan, onu rıza ile karşılarsa yükselecektir. Toplum sağlam bir vahiy terbiyesi ile yetiştirilse; bir kimse dünyevi mutluluğu elde edemediğine üzülüp ahiretini asla kaybetmez.

Vahiy kültürüyle yetişmiş bir kimse, hangi gerekçeyle hayatından yüz çevirip ondan vazgeçebilir? Nasıl olur da hayatının son saatlerinde dinini tehlikeye atabilir? Kalbi imanla aydınlanmış olsa; ev, okul, üniversite ve mescidi kendinde fizik ötesi duyguları sağlamlaştırsa hayatının son anında inancını tehlikeye atmaz. Sıkıntı ve musibet anlarında sabretmeye ve dayanıklı olmaya alıştırılsa kendisini küçük düşüren bu tahammülsüzlükle hareket etmez. Malı azaldığında, borcu çoğalıp geliri düştüğünde "Allah bize yeter O ne güzel vekildir" diyerek engellere göğüs gerer.

Yalnızlık, içine kapanıklık, iyi (salih) insanların sohbetinden uzak kalarak şeytanın fikirlerine ve kederlere teslim olmak intihara götüren yollardır. Sabırla koşulların cebrine karşı direnerek onları aşmak gerekir. Aksilikler ne kadar üst üste gelirse gelsin, sabır bütün bunların üstesinden gelebilecek bir iradeyi insan kazandırır. Nitekim her zorlukla birlikte bir kolaylığın olduğunu insan yaşayarak görebilir.

İntihar gibi bir bozuk ruh halinin sorumlusu sadece bireyler değildir. Gerçekleşen her intiharda bir bütün olarak toplum da sorumlu ve suçludur.  Sevgi ve şefkat dolu bir yürek bulunsaydı, iyilik ölmeseydi, ahlaki ve İslami değerler vahşi kapitalizmin ihtiras ve kâr güdüsüne teslim edilmeseydi bu acı olaylar yaşanmazdı. Yıllarca ülkemizde din ve ona bağlı değerler yadsındı, inkar edildi. İslami yaşantı, planlı politikalarla toplumsal bilincimizden sökülmek istendi. Batılı emperyal odakların “Kur’anı kapatın, kadını açın!..” talimatı harfiyen yerine getirilirken bir devlet politikası gibi alkol, uyuşturucu, kumar ve fuhuş yaygınlaştırıldı. Gayrı meşru (yasal olmayan) ilişki kanunla serbest kılınarak adeta toplum buna özendirildi. Bütün bunların bir sonucu olarak intiharlar toplumsal tükeniş ve cinnetimizin sinyallerini verdiğinde ise kara kara düşünmeye başladık. Bataklığı kurutmak yerine palyatif tedbirlerin peşine düştük…

Bir kısım dizi ve filmler; intihar felaketini, problemlerden kaçış gibi sunmaktadır. Kalitesiz dizilerle düş cennetine dönüştürülmüş ülkemizde yeni jenerasyon, intihar çeşitlerinden hangisini beğeneceğini düşünerek yetişmektedir. Oysa gençlerimize sıkıntılara direnmeyi öğretmeli, eğitim yoluyla onların hayata olumlu bakmalarını sağlamalıyız. Öncelikle Allah, onur ve özgürlük fikrini yerleştirmeliyiz. Özgürlüğün serserilik, başıboşluk, aile ve değerlerden kaçış olmadığını anlatmalıyız. Aksi taktirde insanın içindeki hırs, kıskançlık, gerçekte bir değer ifade etmeyen para, mal, makam ve şöhret arzusunun birer tutsaklık zinciri gibi gençlerimizi bağladığı tutsak kitlelere dönüşeceğiz.

İnsanlar, halini soran bir komşu, güvenle sığınacağı bir yakın ve kendisine şefkat gösteren bir kardeş bulsaydı... Sorumlulukları paylaşan, birbirine bağlı bir toplum görseydi intiharlar olur muydu? Bu konuda cami imamlarına, kanaat önderleri ve ilim sahiplerine düşen sorumluluk aşikardır.

Özerk Diyanet Evkaf Sendikası olarak toplumsal binamızın temeline güven (iman) duygusunun yerleşmesi, yarınlara bizi güvenle taşıyacak ahlaki ve insani değerlerimizin daha anlaşılır ve yaşanır kılınması adına bütün karar birimlerini, sorumlu yürekleri daha aktif olmaya çağırıyoruz. 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.