Tasavvufsuz İslami Kalkınma Olmaz
Bendenizin İslam tasavvufuna, gerçek tarikatlere, gerçek şeyhlere, mürşid-i kâmillere ne kadar taraftar, bağlı ve hürmetkâr olduğum yazılarımdan anlaşılır.
Tasavvufun gerçek İslam tasavvufu olması için mutlaka Şeriata uygun olması gerekir. Şeriata uygun olması için de Kur’ana, Sünnete ve İcmaya uygun olmalıdır. İki türlü tarikat ve tasavvuf vardır:
1. İslam, Kur’an, Sünnet, Şeriat tasavvufu ve tarikati.
2. Bunlara zıt ve muhalif olan az veya çok bozuk tasavvuf ve tarikat.
Doğru tarikatın ve tarikatlının birkaç özelliğini sayayım:
Tasavvuflu ve tarikatlı Müslümanlar beş vakit namazı dosdoğru, çok büyük önem vererek kılarlar.
Onların itikadı sahihtir.
Allah veli kullarının=evliyanın hepsi sahih itikat üzeredir.
Resulullah Efendimizin (Salat ve Selam olsun ona) Sünnetine uymadan ne veli olunur ne şeyh ne derviş.
Anadolu’ya İslam tarikatle gelmiş, tarikatle yücelmiştir. Tarikatlerin bir kısmı bozulduktan ve daha sonra tümü yasaklandıktan sonra din hayatında gerileme başlamıştır.
Reformcu, modernist, dinde yenilik ve değişim isteyen mezhepsiz Afganîci, Abduhcu, BOP’çu bazı ilahiyatçılar tasavvufa ve İslam tarikatlerine son derece muhaliftirler ve yeniden açılmalarını engelliyorlar.
Yakın tarihimize bakalım:
Ehl-i tasavvuf ve tarikat Deccalların ve Kezzabların küfür ve irtidat hamlelerine karşı canla başla Kur’anı, Sünneti, Şeriatı savunmuşlardır. Bu yolda nice şehitler vermişlerdir. Onları minnetle anıyoruz.
Dinin zahir hükümlerini, Şeriatı korumak ve yüceltmek konusunda Halid-i Bağdadî Hazretleri’nin, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Hazretleri’nin, Abdülhakim Arvasî Hazretleri’nin ve benzeri meşayihin gayretleri, sebatları dillere destan olmuştur.
Yakın tarihimizde Silistreli Süleyman Hilmi Hazretleri’nin Şeriat hizmetleri ne kadar feyizli olmuştur.
Şeraitsiz tasavvuf ve tarikat olmaz. Bu gerçeği aklımıza iyice koymalıyız.
Şeriat zarurî temeldir. Tarikat bir nasip meselesidir.
Biz Anadolu Müslümanlarının veliyyinimetleri listesinin başında Ahmed Yesevi Hazretleri gelir. Anadolu coğrafyasına İslam, şeyhlerin ve dervişlerin himmetiyle girmiştir.
Eskiden Anadolu’nun büyük küçük her şehrinde tarikatlar ve tekkeler varmış. Tekkelerde namaz kılınırmış. Genellikle perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde akşam veya yatsı namazından sonra zikrullah yapılırmış. Tekkelerde olgun, edepli, efendi Müslümanlar yetiştirilirmiş.
Türkiye’de eskiden dinî esaslar üzerine kurulmuş loncalar, ahilik teşkilatı, fütüvvet ahlakı varmış. Bunlar yıkılınca büyük bir çöküş, dejenere oluş, ahlaksızlık başladı.
Hangi tarikat olursa olsun dervişlerine, sevenlerine, muhiblerine, gelip gidenlere mutlaka ilmihalini öğretmelidir.
Bendeniz vakit namazını kılmadan zikir yapan tarikatleri beğenmiyorum ve bir daha meclislerine gitmiyorum.
Hayatım boyunca birtakım şeyhler gördüm, meclislerine gittim, sohbetlerini dinledim; hepsi de beş vakit namaz kılan ehl-i Sünnet itikadına sahip kimselerdi.
Bursa tarikatlerini ve şeyhlerini anlatan Yadigâr-ı Şemsi adlı kitapta okumuştum; şu anda ismini hatırlamadığım bir şeyh efendi elli sene boyunca farz namazları münferiden kılmamış, hep cemaatle kılmış.
Kendilerinde Kur’ana, Sünnete, Şeriata aykırı haller bulunan, alenen fısk ve fücur işleyen birtakım kimseler evliyaurrahman değil, evliyauşşeytandır.
Bügünkü iktidar büyüklerinden nâçizane istirham ediyorum: Bir an önce İslam tarikatlerinin açılmasını sağlasınlar, oralarda dine aykırı bir şey yapılmaması için bir Meclis-i Meşayih kurulsun; tarikatler holding, ticari şirket, banka gibi çalışamasın… Politikaya karışmasınlar… Bütün şeyhlerin icazeti olsun… İnşaallah…
(İkinci yazı)
Şirinevler Köprüsü Destanı
Şirinevler yaya geçidi kelimeleriyle internete giriniz, karşınıza bir yığın haber ve fotoğraf çıkacaktır. Haberin özeti şudur: Yaya trafiğinin akıl almaz derecede yoğunlaşması dolayısıyla oradaki köprü geçilmez hale gelmiştir… Vatandaşlar bir taraftan öbür tarafa geçebilmek için adeta savaş vermektedir… Kalabalıktan ve sıkışıklıktan bayılanlar olmuştur… Güçsüz ihtiyarlar, çocuklar, hastalar, özürlüler perişan olmuştur… Köprü büyük kalabalığın yükü altında sallanmıştır, böyle giderse yıkılabilir… İnsanlar karşıya geçebilmek için sanki azgın bir selin girdabları içinde mücadele vermiştir… Halk orada çile çekmektedir… Bazı kimseler karşıdan karşıya geçebilmek için bir iki saat beklemiştir…
Bendeniz bindiğim taksi şoförlerine sorarım: Sizce İstanbulun trafiği bitmiş midir veya henüz bitmemiş midir, lütfen tek kelime ile cevap vermenizi istirham ediyorum…
Son aylarda aldığım cevap şudur: Bitmiştir…
Bu bitmişliği kendim de görüyor ve yaşıyorum. Geçen sene bir gün, akşam saat beş ile altı arasında Sultanahmetteki evimden bir dostumla birlikte otomobille çıkmıştık, Kumkapıda bir lokantaya yemeğe gidecektik. Sahildeki ana yola girdik. Bir trafik ki, sormayın… Ne ilerlemek, ne de geriye dönmek mümkündü. Boş yere yarım saat çırpındıktan sonra bir sapaktan geri dönmek zorunda kalmıştık. Hem akşam yemeği yiyememiştik, hem de asabımız ve moralimiz bozulmuştu.
Tekrar ediyorum: İstanbulun trafiği bitmiştir.
Eskiden sokaklarda bir sıra otomobil park etmiş olurdu. Şimdi iki sıra oldu.
Her yer seller gibi araba dolu… Sabahları ve akşamları milyonlarca vatandaş işe gelirken ve eve dönerken otomobilinde tek kişi seyahat ediyor. Korkunç bir yakıt ve zaman israfı.
Otomobil elbette bir ihtiyaçtır ama bizde ihtiyaçtan önce statü olmuştur.
Şu anda İstanbulun çevresinde dehşet verici bir yapılaşma, siteleşme, gökdelen, rezidans, AVM inşaatı furyası görülüyor. Bu inşaatlar yerleşime açılınca trafik daha da beter olacaktır.
Otomobil satışları son hızla devam ediyor.
İstanbul bugünkü haliyle kısır bir döngü içine girmiştir.
Büyük bir zelzele olsa, yaya köprüsünden geçemeyen bu halkın hali ne olacaktır?
Allah saklasın savaş olsa İstanbul nasıl ayakta kalacaktır? Halk nasıl yiyecek içecek ve barınacaktır?
İdeal nüfusunun beş milyonu geçmemiş olması gereken bu şehir rantçıları tarafından nasıl yirmi beş milyona çıkartılmıştır?
Üniversitelerimiz, medyamız, okur yazan sınıf niçin İstanbul meselesini tartışmıyor, müzakere etmiyor?
Şehir bugünkü gibi çılgınca büyümeye devam ederse üçüncü köprünün, tüp geçidin faydası olmayacaktır.
İstanbul bugünkü kalabalığı çekemez.
Türkiye böyle bir İstanbulu çekemez.
İstanbul müzmin büyük bir krizdir, farkında değiliz.
Cesaretle söylüyorum: İstanbulun nüfusu beş milyona indirilmelidir.
İstanbulu bitiren rantçılığa son verilmelidir.
Böyle giderse on sene içinde İstanbulun nüfusu 40 milyon olacaktır.
Daha önceki yazılarımda beş kez yazdım, altıncı kere tekrar ediyorum:
Merhum mimar ve şehirci Turgut Cansever’e bir gün sormuştum: Üstad, İstanbul nasıl düzelir?... Acı bir tebessümle “Büyük bir zelzeleden sonra…” cevabını vermişti.
Bendeniz zelzele ile de düzeleceğini sanmıyorum. Rantçılar naylon torbalara koydukları ölüleri gömdükten sonra tekrar inşaat furyasına başlayacaklardır.
Medenî bir şehrin üçte birinin bahçelerle, parklarla, havuzlarla, yapay göllerle, korularla dolu olması gerekir. İstanbul engin bir beton büyük sahrası haline dönüştürülmüştür.
Bu beton büyük sahrası içinde gayet az sayıda vaha kalmıştır.
İstanbul her geçen gün huzur, rahat, mutluluk, güven içinde yaşanabilir bir şehir olmaktan çıkmaktadır.
Şirinevler köprüsündeki kalabalığın mücadelesini görseydi Deli Dumrul bile bu kadarına pes derdi.