Müftülük Dergisinde Haham Papaz Makalesi ve Melek Tasviri
BEYOĞLU Balık Pazarı Aslıhan Sahaflar Çarşısı’ndan Fransızca Almanca dergiler bir de Türkçe dergi aldım. İsmi “DİN ve HAYAT” İstanbul Müftülüğü’nün dergisiymiş. Sayı 16, yıl 2012… Büyük boy 152 sayfa. Bu sayısı ahiret konusuna ayrılmış. İstanbul Müftüsü Doç. Dr. Rahmi Yaran’ın, İlahiyat Profesörlerinin makaleleri var. Şekil, dizayn, baskı itibariyle birinci sınıf bir dergi, lakin garibime giden tarafları vardı..
* Birinci garabet, İstanbul Müftülüğü dergisinde Türkiye Hahambaşısı Genel Sekreteri Yusuf Altıntaş’ın “Yahudilikte Ahiret Anlayışı” adlı makalesidir.
* İkinci garabet Elpidophoros Lambriniadis isimli Rum Ortodoks papazının “Hıristiyanlıkta Gelecek Hayat” adlı makalesi. Tam sayfa bir ikona resmi basmışlar. Adı geçen papaz profesör ve doktor, Bursa Metropoliti, Heybeliada Aya Triada Manastırı baş rahibi. Aya Triada, Rumca’da Kutsal Teslis demektir.
*Üçüncü garabet Müftülüğün dergisinde (S. 32) minyatür şeklinde kanatlı bir melek resmi var. Ağzını elleriyle tuttuğu Sûr’a dayamış ve üflüyor. Dergide başka resimler, dini konulu minyatürler de var.
Doğrusu bir Ehl-i Sünnet Müslümanı olarak Müftülük dergisinde bir Yahudi hahamının, bir Ortodoks Rum papazının makale yazmalarını çok yadırgadım.
Niçin yadırgadım? Çünkü Yahudiler ve Hıristiyanlar İslam dininin hak din olduğunu kabul etmezler; Peygamberimizin peygamberliğini kabul etmezler; Kur’anın kutsal kitap olduğunu kabul etmezler. Biz Müslümanlar ise bütün peygamberlere inanırız. Allah’ın Tevrat ve İncil isminde iki ilahi kitap gönderdiğine, lakin zamanla bunların tahrife uğradığına inanırız.
İslam medeniyeti çerçevesi içinde tarih boyunca birtakım melek tasvirleri yapılmıştır ama bunları heterodoks kültür içinde mütalaa etmek gerekir. İstanbul Müftülüğü, dergisinde melek resmi de minyatürü basamaz, basmamalıdır.
Hacimli dergiyi baştan sona mütalaa edemedim. Tenkit konusu olacak başka garabetler de bulunabilir.
Ömer Nasuhi Bilmen, Elmalılı Hamdi Efendi, Bekir Haki Efendi, Eminönü Müftüsü Yekta Efendi, Ahmed Davudoğlu Efendi, Ermenekli Saffet Efendi, Dersiamdan Hüsrev Efendi ve diğer rasih ulema ve fukaha sağ olsaydı yukarıda arz ettiğim garabetleri mutlaka tenkit ederlerdi.
Müftülüğün vazifesi Müslüman halka Ehl-i Sünnet İslamlığını anlatmaktır. Ehl-i sünnet kelime ve kavramı üzerinde hassasiyetle duruyorum. Ne Diyanet İşleri Başkanlığı, ne İstanbul Müftülüğü İslam’ı Mutezile, Şia, Hariciye, Cemaleddin Afganiyye, Fazlurrahmaniyye ve diğer fırka ve hizipler gözüyle ve açısından anlatamaz.
İstanbul Müftüsü Efendi Hazretleri’ne asla hürmetsizlik etmek istemem. Bu yazımdaki tenkitlerin yapılması zaruri idi. Bendenize kısmet oldu.
Ülkemizde yaşayan Musevilerle, Hıristiyanlarla elbette iyi geçinmeliyiz. Ehl-i zimmet, Resulullah Efendimizin (Salât ve selam olsun ona) biz Müslümanlara vediasıdır. Lakin bu devirde İslam nizamı hakim değil, Türkiye Darülislam değil, korkunç bir cehalet ve fetret hüküm sürüyor, milyonlarca Müslüman halk en basit itikat ve ilmihal bilgilerine sahip değil, böyle bir kaos ve anarşi içinde İstanbul Müftülüğü’nün dergisi içinde haham ve papaz yazısı basılmamalıdır.
Melek tasvirine gelince, tasviri meneden sahih hadisler bulunmaktadır. Müftü efendi ve dergide yazıları çıkan ilahiyatçılar bu hususu bendenizden daha iyi bilirler.
Fotoğraf konusunda tartışma vardır. Fotoğraflar kalem ve fırçayla yapılmış tasvirler değil, kimyevi usullerle zaptedilmiş gölgelerdir.
Senelerce önce eski ulemadan bir zatın “Misbahu’l-munir fi men’it- tasvir” adlı Osmanlıca matbu kitabını görmüştüm. Beyrut Şeriat hâkimlerinden Yusuf İsmail En-Nebhanî’nin de bu konuda Arapça bir kitabı vardır.
Meleklerin büyüklerinden İsrafil aleyhisselam’ın Sûr’a üfürürken tasvir eden bir resmin müftülük dergisinde yayınlanması Ehl-i Sünnet, ilim, dindarlık açısından kesinlikle kabul edilemez. Böyle bir şey günahkar insanların yayınladığı bir fikir, sanat, edebiyat dergisinde yapılsa yine vahim olur ama bu derece olmaz.
Muhterem İstanbul Müftülüğü, bu yazımla ilgili bir açıklama göndermek isterse (çok uzun olmamak şartıyla) sütunumda aynen dercederim.
“İkinci yazı”
BECERİKSİZ ve LÜPÇÜ TOPLUM
BUGÜNKÜ toplum çok hazırcı ve kolaycı oldu. İnsanlarımız robotlaştı.
Çocukluğumda bilhassa kırsal kesimde yaz aylarında kış için hazırlık yapılırdı. Tarhanalar… Erişteler… Çeşitli meyve kuruları… Pekmezler… Nişastalar… Turşular… Pestiller…
1940’lı 50’li yıllarda kırsal kesimde çakmak taşı, bir çelik parçası ve kav ile ateş yakılırdı.
Evlerde kuyruk yağı eritilir, soğan elma ve süt ile terbiye edilip küplere konurdu. (Margarinciler kuyruk yağını zararlı gösterdiler, hiç de değildir…)
Türkiye’nin her yerinde ketenden, yünden el tezgâhlarında kumaş dokunurdu.
Kumaşlar, iplikler tabiî boyalarla boyanırdı.
Evlerdeki dokuma tezgâhlarında eski kumaşlardan yol kilimleri dokunurdu.
Evlerin bahçelerinde sebzeler yetiştirilir, tavuklar beslenir, yumurta elde edilirdi.
Türkiye’nin milli içeceği kola ve boyalı gazozlar değil ayran ve hoşaf suyuydu.
Eski şehirlerdeki yemenici çarşılarını hatırlıyorum, geleneksel usulle ayakkabılar yapılırdı.
Şimdi her şey hazır, her şey yapay, her şey sağlıksız. Yaz aylarında gezmek için bir köye gidiyorsunuz, bakkalına uğruyorsunuz, köy yoğurdundan yapılmış ayran yok ama kola ve boyalı meşrubat var.
Doğal yumurta bulmak hemen hemen mümkün değil.
Eski evlerde dikiş makinaları vardı. Hanımlar ailenin birçok ihtiyacını dikiş makinalarında bizzat dikerek hazırlardı.
1950’lerin gazetelerine bakınız, elle çalışan çok basit trikotaj makineleri reklâmları görürsünüz. Böyle makinelere bile lüzum yoktu. İki tığ, birkaç yumak yün hamarat ellerde kısa zamanda kazak haline gelirdi.
Günde altı milyon ekmeği çöpe atan sefih, beyinsiz, savurgan, vicdansız bir toplum elbette çalışmaz.
Medeni bir insan, hele bir Müslüman pilav yerken tabağında bir tek pirinç bile bırakmaz, israftır haramdır.
Türkiye’nin ne hallere geldiği avcılarından bellidir. Ülkemizden geçen zavallı göçmen kuşlara bile silah atıyorlarmış.
Yavrulama mevsiminde avlanan kimseden ne hayır gelir.
Kolaycılık, lüpçülük, bedavacılık bizi mahvediyor.
Tüketim toplumu denilen toplum nasıl bir toplumdur? Ahlaksız, vicdansız, şuursuz, faziletsiz bir toplumdur.
Egemen azınlıklar, dikkat ediyor musunuz, içki konusunda ne kadar duyarlı hareket ediyorlar. Hele bir belediye içki tüketimine kısıtlama getirmeyegörsün, cümle ilericiler korkunç yaygaralar kopartıyor, yeri göğü inletiyor.
Şu devletimizin haline bakınız. Milli Piyango… Yahu piyangonun millisi olur mu? İslam dinine göre piyango bir tür kumardır, haramdır, büyük günahtır. Bizde birkaç çeşit resmi piyango var.
Geçen gün şehrin çok kalabalık bir semtine gitmiştim. Ana caddenin bir tarafında emniyet amirliği var, karşı tarafında o biçim karılar müşteri bekliyor.
Beceriksizlik, ehliyetsizlik, liyakatsizlik, hazıra konma…
Bir rejimde makam ve resmi hizmet otomobilleri şahsi işler için kullanılıyorsa o rejim bozuktur ve batmaya mahkûmdur.
Geçenlerde bir bakan “Bir memuriyete tayin olacak ve yan gelip yatacak… Böyle memuriyet olmaz” dedi. Çalışan, namuslu, dürüst memurlarımızı tenzih ederek söylüyorum, bizde maalesef yan gelip yatan hayli adam var.
İsraf, israf, israf… Bir belediyenin bilmem ne danışmanı… Özel bir otomobil ve şoför vermişler, üç tane de sekreteri var. Şimdi bana diyecekler ki “Be adam bunların maaşını senden mi alıyoruz ki böyle zırlayıp duruyorsun…” Cevap: Bre nabekâr sen bu israfı devletin ve veya belediyenin bütçesinden yapıyorsun, o bütçeler halkın bütçeleridir, onlarda saçı bitmedik yetimlerin, fakir fukaranın hakkı vardır.
Şu ahir zamanda İslam Şeriatının ölçülerine göre yaşamak avucunda kor tutmak kadar çetin olacakmış.