M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Unutulan İslami Kavramlar ve Değerler

Unutulan İslami Kavramlar ve Değerler

ZAMANIMIZDA kullanılmayan, zikr edilmeyen bazı kelimelerden, kavramlardan, değerlerden bahsetmek istiyorum.

*Birincisi: Mürüvvettir. Anlatması, tarif edilmesi zor bir değer ve kavram… Sadece lafla öğretilemez. Mürüvvetli insanları gören çocuklar ve gençler mürüvvetli olur.

2. Fütüvvet: Fütüvvet Arapça feta kelimesinden gelir, delikanlılık yiğitlik demektir. Bugünkü lisana gönül yiğitliği şeklinde tercüme edebiliriz. Eskiden çalışma, iş, zanaat, ticaret, üretim hayatı dini, ahlaki, tasavvufi kontrol altındaymış. Loncalar ve ahilik dini bir kurummuş. Bu yolla birçok kötülükler, soygunlar, sömürüler, zararlar önleniyormuş. Bir çocuk bir işyerine çırak verilirmiş, epey çalışır kalfa peştamalını dini törenle kuşanırmış. Öyle önüne gelen herkes ayakkabıcılık, kebapçılık, börekçilik yapamazmış. Esnafların, çarşıların şeyhleri varmış. Halka çürük bozuk mal satamazlarmış. Satmaya kalkan intihar etmiş olurmuş; damını başına yıkarlarmış. Fütüvvet teşkilatına üye olanlar doğru, dürüst, ahlaklı, faziletli insanlar olarak çalışırmış.

3. Adab-ı muaşeret, bugün görgü diyorlar. Eskiden şehirlerde insanları bağlayan görgü kuralları varmış. Çocukluğumda duymuştum, bundan yüz küsur sene önce küçük bir Anadolu şehrinde her gün dükkânına inen çok yaşlı bir esnaf varmış, yaşça en büyük o olduğu için akşam dükkânı kapatıp evine giderken hiç kimse önüne geçemezmiş. O ağır ağır yürür, halk ve gençler mecburen onu ağır ağır takip ederlermiş. Ana yoldan evinin bulunduğu yokuşa sapınca halk hüryâ gidermiş. Şimdi böyle bir şeyi düşünmek bile mümkün değil. Eskiden kadınların ve kızların iç çamaşırları herkesin göreceği yerlerde kurutulmazmış. Sokaklarda, meydanlarda herkesin göreceği açık yerlerde yemek içmek mürüvvete ve adab-ı muaşerete aykırıymış.

4. Eskiden iki çeşit tesettür varmış. Birincisi Müslüman kadın ve kızların örtünmeleri. İkincisi namahrem erkeklerle ihtilat etmemeleri, görüşmemeleri. 1950’li yıllarda Tarikat-i Nakşibendiyye mensubu merhum Doktor Yüzbaşı Dursun Aksoy Bey’in Ankara Namık Kemal mahallesindeki evine giderdim, bazı geceler güzel sohbetler yapılırdı. Hanımı erkek misafirlere görünmezdi. Çayları hazırlar, bir tepsiye koyar, kapıyı tıklatır, Dursun Bey gider, alır dağıtırdı. Şimdi başı örtülü Müslüman hanımlar namahrem erkeklerle hep birlikte güle oynaya sohbet ve yarenlik ediyor.

5. İlmihalini öğrenme kavramı… Bu da büyük ölçüde yitirildi. Akıllarınca tefsir, hadis okuyan ve okuduğuna sanan öyle Müslümanlar görüyorum ki Allah’ın on dört sıfatını, Peygamberlerin beş sıfatını, namazın iç ve dış farzlarını bile bilmiyorlar. İsimleri yaldızlı ve cafcaflı birtakım din kitapları okuyorlar lakin istibrayı bilmedikleri için abdestleri bozuluyor, farkında olmadan abdestsiz namaz kılıyorlar. Modernist ve reformist bidatçiler Sünni halkın ilmihal öğrenmesini istemiyor. Hâlbuki Efendimizin buyurduğu gibi “İlim (yani zaruri ilmihal ve faydalı hayat bilgilerini) öğrenmek erkek kadın her Müslümana farzdır”

6. Zamanımızda helal ve haram kavramları da çok sulandırıldı. Para, kazanç, zenginlik olsun da nasıl olursa olsun. Eskiden aile, mektep ve toplum Müslüman halka haram ve helal kavramlarını ve ölçülerini iyice öğretirdi. İyi Müslümanlar haram kazanmaktan ve yemekten ateşten kaçar gibi kaçarlardı. Şimdi bazıları şeytandan fetvalar almışlar, “Bozuk düzenlerde bozuk işler yapılır” diyerek haram kazanıyorlar, haram zengini oluyorlar, haram yiyorlar. Bu yüzden de bet bereket kalmadı.

7. Eskiden ekmek ve kâğıt kutsaldı. Bir duvar dibinde, sokakta kuru bir ekmek parçası bulan onu alır kuşların ve başka hayvanların yemesi için müsait bir yere bırakırdı. Yerdeki yazılı kâğıtlar da ihtiramla alınır, temiz bir yere konurdu. Bugün ülkemizde altı milyon ekmek her gün çöpe atılıyor. Her yer kâğıt dolu. Bazen bir otomobile biniyorum, hava yağmurlu olduğu için ayakaltına gazete serilmiş. Gazete deyip geçmeyin, orada futbolcu Abdullah… Hakem Şükrullah… Şoförler derneği başkanı Nurullah ismi yazılı olabilir ve bunlara basmak haramdır, büyük günahtır. Günümüzde böyle bir hassasiyet yok.

8. Hayâ… Bu kelime ne kadar az kullanılıyor. Zamanımızda utangaçlık bir fazilet değil sanki bir ayıptır. Arsızlık, yırtıklık, terbiyesizlik, şirretlik, edepsizlik geçer akçedir. Peygamberimiz hayâ imandandır buyurmuş… Hayâ şişesini taşa çalanların dinlerini ve imanlarını korumaları çok zor olur.

9. İffet… Bu devr-i dilârada iffetin pabucu dama atıldı. İffet erdem olmaktan çıktı. Eskiden insanlar, hasbelbeşeriye bir günah işledikleri vakit gizlerlermiş. Şimdi iftiharla anlatılıyor. Öyle kimseler görüyoruz ki, evli bir kadınla zina etmiş, bunu fahr ederek söylüyor. Yıllar önce anlatmışlardı, herifin biri yüklü bir ihaleye girmemek için o zamanın parasıyla beş yüz bin lira almış. Bunu da otuz iki dişini gösterecek şekilde pişmiş kelle gibi sırıtarak anlatmış.

10. Eskiden insanların bir kısmı edep taçlarıyla taçlı olarak gezerlermiş. Şimdi böyle taçlı kimseler çok azaldı.

On değer ve kavram saydım. Bunlar İhyau Ulumiddin gibi muteber din ve ahlak kitaplarında yazılıdır. Böyle kitaplar lisanımıza çevrildi, yayınlandı, milyonlarca adet satıldı. Lakin dikkatle okunup içindeki bilgiler sağlam şekilde öğrenilip hayata uygulanmadığı için faydası az oluyor.

Bazen pazar günleri yaz aylarında Haliç’ten geçerken sahilde dehşetli dumanlar görüyorum. Yüzlerce mangal yakılmış, üzerlerinde et, tavuk kızartılıyor, bazı kimseler ateşi yelpazeliyor, üflüyor, kimisinin suratı mosmor kesilmiş, dumanlar kokular gelip geçeni rahatsız ediyor… İstanbul terbiyesinde ve görgüsünde pikniğe gitmek vardır ama bu anlattığım gibi mangalcılık hoş görülmez. Bir gün önceden evde soğuk yenen börekler, kuru köfteler, zeytinyağlı dolmalar yapılır… Bugünkü piknikçiler akşam ayrılırken mangallardaki ateşleri de çimenlerin üzerine döküyor. Oradaki karıncaları böcekleri yakarak öldürüyorlar.

Ehl-i Sünnet dairesi içindeki dini cemaatlerin ve tarikatlerin İslam’ın temel kavram ve değerlerini halka öğretmek için etkili faaliyetler ve hizmetler yapması temenni olunur. Lakin bu hizmet ve faaliyetler ayrı ayrı yapılmaz, birleşerek yapılabilir. Müslümanlar ise birleşmemek konusunda ittifak etmişlerdir.

 

(İkinci yazı)

CEP TELEFONU VE DOLMAKALEM

Hem bilgisayar, hem televizyon, hem telefon… Harika bir cihaz… Navigasyon cihazına bağlıyorsunuz, size 300 metre ötede sağa sapınız, filan sokağa girmiş olacaksınız, 500 metre ilerleyiniz, aradığınız yer sağdadır… diyerek yol gösteriyor. Bu cep cihazının fiyatı bin beş yüz dolarmış. Bunun sahibi veya sahibesinin cebindeki kalem ise 1 TL’lik en ucuzundan berbat bir tükenmez kalem… Yarabbi! Ne korkunç bir uçurum… Bu muhterem, çok kültürlü bir insan olsaydı cebinde en azından birkaç yüz liralık güzel bir dolma kalem bulundururdu… Bir Müslümanın kaleme ehemmiyet vermemesini düşünemiyorum. Kur’anda “Nun ve’l-Kalem” ayeti vardır. Kalem medeniyet demektir, kültür ilim irfan düşünce hikmet demektir. Bu yazımı okuyan ve imkanı olan muhterem okuyucu ve kardeşlerimden rica ediyorum, lütfen doğru dürüst kalemlenelim.

***

Karşısındakine bir adres veya kısa bir referans verecek, cebinden bir not defteri çıkartıyor, içinden bir sayfa yırtıyor, bu sayfanın üç tarafı düzgün kesilmiş, yırttığı kısım fare yemiş gibi. Üzerine bir şeyler yazıyor ve karşısındakine veriyor. (Medeni Müslümanlar için yazıyorum) Olmaz, olmaz, olmaz! Medeni, nazik, kibar, efendi bir Müslüman karşısındaki insana bir kenarını fare yemiş gibi tırtıklı, çirkin bir kâğıt veremez. Eeee ne yapsın? Cebinde dört tarafı düzgün kesilmiş küçük not kağıtları bulundursun, kaliteli kalemiyle düzgün bir yazıyla ne yazacaksa yazıp versin. (Bana küçük bir kâğıda bir not yazıp ver, ben senin ne mal olduğunu söylerim…)

***

Halis poplinden birinci sınıf dikiş harika bir gömlek… Seri sonu olduğu için 19 lira gibi son derece ucuz bir fiyata satılıyor. Yakasının altındaki marka tanınmış bir marka değil, lakin gömlek şaheser. Bizim nostaljik Havadar Bey bu güzel gömleği görünce burun kıvırıyor, almıyor, gidiyor lüks bir dükkandan aynı kalitede, belki ilk gömlek kadar da güzel olmayan bir gömleği 155 liraya alıyor. Neymiş, meşhur markaymış. Bu beyceğiz bir marka fetişistidir. Ona tavsiye ediyorum: Lütfen gömleğin görünmeyen yerindeki markasını söktürüp sağ veya sol yakanın üzerine, gözlere batacak şekilde diktiriniz. Öyle ya marka!

***

Üniversiteyi bitireli bunca yıl geçmiş, bizimki makam mevki sahibi olmuş… Ev yazlık, lüks otomobil… Mobilyalar… Gardropta bir yığın elbise, palto, pardösü… Kısa zamanda zengin bile olmuş, semirmiş… Lakin o geniş evinde bir kütüphane odası yok. Zaten kitaba, kütüphaneye de ihtiyacı yok. Çünkü kitap okumaz. Dindar kesime mensupsa birkaç yaldızlı din kitabı vardır ama onları mütalaa etmez. Zaten okusa da anlamaz. Farz edelim anladı, öğrendiği bilgileri hayatına uygulamaz. Ne fakir adamdır böylesi.

***

İstanbul’da erguvanlar açtı, kaç tane kaldıysa mor salkımlar açtı. Merak ediyorum Boğaz’a erguvanları seyretmeye, köşede bucaktaki mor salkımlara bakmaya şu yirmi beş milyon İstanbullunun içinden kaç kişi seğirtiyor acaba. Erguvanlar, mor salkımlar gerçekten seyredilecek güzelliklerdir. Yazık ki, insanların çoğu bunları görmüyor bile. Geçen gün bir toplantı için bendenizi almaya gelen bir beyefendiyle yolda giderken “Şu köşedeki binanın bütün cephesini sarmış mor salkımlar ne kadar güzel” dedim… Gösterdiğim tarafa hayretle baktı, ne keskin gözleriniz var, ben hiç dikkat etmemişim dedi. Bendenizin gözleri keskin değil, o muhteremde bakış yoktu.

***

İstanbul bitti mi bitmedi mi? İşte tüm mesele burada. Şehir çoktan bitti ama farkında değiliz. Denizde yaşayan balıklar, deniz nedir bilmezlermiş. İstanbullular da şehrin bittiğini anlayamıyor, bilemiyor. Dostlarımdan biri her gün evden işe, işten eve en az üç saat yitiriyor, farkında bile değil. Bunu tabiî, olağan sanıyor. İstanbul’un nüfusu 5 milyonda tutulabilmiş olsaydı, gidiş geliş bir saati geçmezdi. İnsanımızda isyan duygusu dumura uğradı. İstanbul’un haline, yasal sınırlar içinde isyan edemiyoruz, protesto yeteneğimiz erozyona uğramış. Başta trafik çilesi olmak üzere bütün çilelere kurbanlık koyun gibi boyun eğiyoruz. Sorumlulardan ve ilgililerden hesap sormuyoruz. Öyleyse başımıza gelenlere layığız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi