Kendinden Büyüğüne ‘Demin Arz Ettiğiniz gibi’ Demek
Yirmi otuz sene önceydi. Yirmi beş otuz yaşları arasında temiz giyimli, yüksek tahsilli, efendi bir genç ziyaretime gelmişti. Bermutad çayını kekini takdim etmiştim, sohbet ediyorduk. Bu fakire iltifat ediyor, hocam, üstad diyerek hitap ediyordu. Bir ara söz arasında şöyle demişti: “Biraz önce arz ettiğiniz gibi…”
Kulaklarıma inanamamıştım. Bilgili, kültürlü, üniversite görmüş genç bir kimse, kendisinden yaşça büyük, üstadım dediği bir kimseye nasıl olur da arz ettiğiniz gibi diyebilirdi?..
İlk defa görüşüyorduk, bir şey söylememiştim ama hakkındaki ümitlerim kırılmıştı.
Yaşça ve makamca küçük bir kimse, muhatabına arz ettiğiniz gibi demez, buyurduğunuz gibi der.
Arz mâdundan mâfevke olur.
Zengin kültür Türkçesinin basit inceliklerindendir bu.
Üstadlık ve hocalık taslamaktan hayâ ederim ama mademki bana hürmet gösteriyordu, arz ettiğiniz gibi dememesi gerekirdi.
İslama, Türkiyeye, Ümmete hizmet edecek kimselerin Türkçeyi iyi bilmeleri gerekir. Edebî kültür lisanı, çok önemli ve güçlü bir alet, vasıta ve silahtır.
Düşmanlarımız sadeleştirme perdesi altında lisanımıza büyük zarar verdiler. Hem yazı, hem zengin lisan konusunda onların tahribatını izale etmemiz gerekir.
Selanikliler, Kriptolar, resmî ideoloji meftunları, millî kimlik düşmanları lisan ve yazı konusunda cahil kalabilirler ama Müslümanlar kesinlikle cahil olmamalıdır.
İlköğretim diplomasına sahip, hele lise ve üniversite bitirmiş veya halen okumakta olan her Müslüman kısa zamanda İslam harfleriyle Türkçeyi öğrenip okuyabilir. Lisan konusundaki eksikliği gidermek için de ömür boyu her gün en az yarım saat zengin edebî Türkçe çalışması yapılmalıdır.
Yazı ve lisan konusunda büyük hizmetler yapan, himmetleri görülen Yazıcı Nurcu kardeşlerimi tebrik ediyor, teşekkür ve minnetlerimi sunuyorum.
Üstad Bediüzaman hazretleri Latin/Frenk yazısının aleyhindeydi. Latin yazısına lâdinî yazı demiş ve Risale-i Nurların Osmanlıca yazılmalarını emir ve tavsiye etmiştir. Daha sonra, geçici olarak, zaruret olduğu için Latin yazısıyla yayınlanmalarına izin ve ruhsat vermiştir ama Nurculukta esas olan İslam yazısıyla yazılan ve okunan zengin Türkçedir.
Zengin Türkçenin korunması ve inkişafı için bendeniz Risalelerin Türkçeden Türkçeye tercüme edilmelerine de sıcak bakmam.
Okuma yazma bilmeyen temiz bir Müslüman nazarımda elbette büyük saygıya layıktır ama hizmet edecek kadrolarımızın lisan ve yazı konusunda vasıflı ve üstün olmaları gerekir.
Okuma yazma bilmez, edebî lisandan anlamaz, kültürü yetersiz bir Müslümanın hizmet etmesi çok zordur.
Üç yüz kelimelik sokak, çarşı pazar Türkçesiyle ucuz hizmet edilir.
Latincilerin ve arıdilcilerin gayesi İslam yazısı üzerine kurulu zengin Osmanlıcayı yıkarak Türkçe konuşan Müslümanları dilsiz bırakmaktı.
1926’da İstanbul Üniversitesi Profesörlerinden Avram Galanti, “Arabî Harfleri Terakkimize Mâni’ Değildir” başlıklı bir kitap yayınlayarak Arap harflerini ve zengin Osmanlıcayı müdafaa etmiştir.
Bugün okullarımızda maalesef zengin Türkçe öğretilemiyor.
Büyük üzüntü ve esefle beyan ediyorum: Bazı dinî cemaatler ya yazı ve lisan konusu üzerine hiç eğilmiyor, yahut (Akıl almaz bir şey) Latincilik ve sade Türkçecilik yapıyor.
Müslümanlar lisan konusunda çok zayıf ve güçsüz kaldıkları için Cuma hutbelerinde cemaati heyecana getirecek, uyarıp silkindirecek, titretecek müessir=etkili hutbeler okunamıyor.
Şiirsiz, edebiyatsız, hatipsiz İslamî hareket başarılı olamaz.
Bazen büyük bir şair bir orduya bedeldir.
Güçlü bir hatip bir zulüm rejimini sarsabilir.
Bu hafta hutbemizin mevzuu temizlik hakkındadır yahut işte Receb Şaban derken Ramazan da geliverdi… gibi basmakalıp hutbelerle beklediğimiz gönül inkılabı olmaz.
Edebî heyecanlar cemaatleri coşturmalıdır.
Hatipler Cuma hutbeleri okurken camide çıt çıkmamalı, cemaat can kulağıyla dinlemeli, herkes ağlamasa bile bir kısım Müslümanlar göz yaşı dökmeli, ayılanlar bayılanlar olmalıdır.
İnsanlar uykudadır. Onlar gönülleri harekete getiren heyecanlı hutbelerle uyarılmalıdır.
Müslüman kesimin seçkinleri edebî Türkçeyi, karşıtlarımızdan daha iyi bilmeli ve kullanmalıdır.
Kemalist eğitim sistemi öğretmez… Müslümanların kendi İslamî eğitim sistemleri, İslam mektepleri yok… Medaris-i İslamiye yok… İlim ve irfan yuvaları olan tekkeler kapalı… Şu yetmiş beş milyonluk Türkiyede, klasik Türk edebiyatının en büyük edibi ve şairi Fuzulîyi anlayarak okuyan kaç kişi çıkar acaba?
Tarihte çeşit çeşit toplumlar, devletler, medeniyetler olmuştur ama dilsizi olmamıştır.
(İkinci yazı)
Seçim ve Tercih Hakkımız ve Hürriyetimiz Var
MÜSLÜMANLARIN tercih ve seçme hürriyeti vardır. İnsanlara cüz’î iradeler verilmiştir. Her sabah yeni bir başlangıçtır. Sık sık yol ayrımlarıyla karşılaşırız. Birinde hakka, ötekisinde bâtıla gider yazılıdır…
Sabahleyin ezanlar okunur, kalkıp namaz kılan doğru bir iş yapmış olur, yatıp uyuyan yanlışı seçmiş olur.
Dilini tutan iyi etmiş olur; tutmayıp gevezelik, zevzeklik, gıybet, nemime, yalan, iftira eden kendi iradesiyle kötü iş yapmış olur.
İffetini koruyan iyiliği seçmiştir, zina eden kötülüğü…
Dinimiz bildiriyor: Ribanın yetmiş şubesi vardır, en hafifi anasıyla zina etmek gibidir. Riba alıp veren cezasına hazır olur, ribadan kaçınan iyi etmiş olur.
Kendim ettim, kendim buldum dünyasıdır bu.
Lüks ve israflı bir hayat mı sürmek istiyorsun? İmkanın varsa buyur yap ama Cehennemle tehdit edildiğini de bil.
Biatli ve itaatli bir Müslüman olmak sana kalmış. İstersen şeytanî bir hürriyet içinde serazad olabilirsin. Lakin iyi bil ki, hesabını vereceksin.
Komşuna eziyet etmemek senin elindedir. Ya onun meleği olacaksın, yahut kurdu. Tercihini yap. Yap ama cezasına da hazır ol.
Tesettür konusunda önünde iki şık var: Ya Şeriata uygun gerçek tesettür; yahut alaca bulaca, yırtmaçlı, rengarenk, düttürü Leyla, altı kaval üstü şeşhane şeytanî tesettür. Canının istediğini yap ama hesabı unutma.
Sofrada hürsün, seçim hakkın var. Ya doyduktan sonra yemezsin, yahut pisboğazlık edip tıkınır durursun. Ye ye ye, hesap vereceksin.
İslam hizmetkarı beylere ve hanımlara: Ya doğru dürüst hizmet eder ilahî rızaya nâil olursunuz; yahut İslama hizmet perdesi ardında kendinize hizmet edersiniz.
Bid’atçiye: Sünneti bırakıp bid’ate mi hizmet etmek istiyorsun? Et ama sonunda belanı bulacağından hiç şüphen olmasın.
Zekat konusunda doğru yol, zekat paralarını ve mallarını onlara temlik etmek suretiyle Kur’anda zikri geçen sekiz sınıf gerçek şahsa vermektir. Sen zekatları tüzel kişiler (dernek, cemaat, fırka, hizip, vakıf…) için mi toplamak istiyorsun? Topla ama Şeriatın buna izin vermediğini ve zamanı gelince cezanı çekeceğini bil.
Pikniğe gittin. Yedin içtin dinlendin… Giderken iki tercih vardır önünde. Birincisi: Oturduğun yeri tertemiz bırakmak. Bütün çöpleri, poşetleri, şişeleri, kağıtları, meyve kabuklarını toplamak çöpe atmak. İkincisi: Orayı mezbelelik halinde bırakmak. Hürsün a benim canım hürsün, dilediğini yap.
Vasıta kullanıyorsun. Tercih hakkın var. Ya medenî bir vatandaş, bir insan gibi kurallara uyarak usulüne uygun şekilde güzelce ve dikkatle kullanırsın. Yahut hayvan gibi, yamyam gibi, vahşiler gibi kullanırsın. Cezası âhirete kalmaz, eşek gibi araba kullanırsan belanı dünyada bulursun.
Okuma yazma konusunda da hürsün ve tercih hakkın var. Ya tezelden bin yıllık millî yazımızı öğrenirsin, yahut 1928’den önce basılmış Türkçe kitapları okuyamayacak kadar kara cahil veya yarı cahil kalırsın. Seçim sana ait a benim canım.
Sadaka belaları def’ edermiş. Seçim hakkın var: Ya Allah rızası için sadaka verirsin, belaları uzaklaştırmaya çalışırsın, yahut cimrilik edersin, hiç beklemediğin anda başına bir taş düşer.
Sağlıklı yaşamak veya hastalıklarla boğuşmak… Bu da büyük ölçüde senin elindedir. Perhiz yapar, ihtiyacın kadar sağlıklı besinler yersen yüzde 95 sıhhatli olursun. Abur cubur aşırı şekilde bahayim gibi tıkınırsan hastalıklara davetiye çıkartmış olursun. Buyur, hangisini seçersen seç.
Seçimler yapılıyor, oy vermeye gittin. Oy pusulasında bir yığın parti var. Tercihini yapar ve mührü basarsın. Dikkat et, daha sonra, ah keşke elim kırılsaydı da bunlara oy vermeseydim demek zorunda kalma.
18. 05. 2013