Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Kırk'ta otuz dokuz hüzün...

Kırk'ta otuz dokuz hüzün...

- Ne var ne yok, nasılsın?..

- İyiyim hamdolsun, yuvarlanıp gidiyoruz işte; senden ne var ne yok, çoluk çocuk nasıl?

- Biz de iyiyiz çok şükür. Umarım sizin çoluk çocuk da iyidir.

- Hamdolsun, iyiler... Sahi ne oldu, oğlana iş bulabildiniz mi bari?

- Henüz bulamadık ama bir iki iş görüşmesine gitmişti, onlardan netice bekliyoruz, hayırlısı inşallah. Senin çocuğun okul durumu ne oldu?

Yukarıdaki gibi ya da ona yakın. Kısa sürecek karşılaşmalarımızda genellikle böyle konuşur, muhabbetin çay, kahve ya da belki yemek ilavesi ile genişleme durumu olduğunda da, biraz daha derinlere dalarız.

Daldığımız derinlikler de kontrollü derinliklerdir aslında. Yani hemencecik, karşı karşıya bulunduğumuz dertleri, sıkıntıları açmayız muhatabımıza. Halinden şikayet etmenin pek iyi olmadığını bilen bir toplumun fertleri olmamızın yanında, beterin beteri olabileceği ihtimalini de hiç gözden ırak tutmaz ve ne halde olursak olalım şükretmemiz gerektiğini, unutmaz ve unutturmayız.

Peygamber Efendimiz'in (sav) bir hadisinde buyurduğu gibi: 'Dünyada rahat yoktur.'

Dünyada rahat olmayışı, sadece bizimle değil, dünya üzerinde var olan her fertle alakalı bir husustur herhalde. Yani sureta rahat gözüken hemen herkes, bir şekilde kendisini rahatsız edecek bir derde, bir probleme sahiptir...

Hatta ömrümüzün kırk'ta otuz dokuzunun hüzün, sadece kalan kırk'ta birisinin neş'e olduğunu dair bir görüş de mevcuttur. Biraz mübalağalı gibi gözüken bu oranlamanın kaynağı da, insanın yaratılışı ile irtibatlandırılır.

Rivayet oldur ki; insan çamuru yoğrulup şekil verildikten sonra, henüz ruh üflenmeden, kırk gün beklemeye bırakılmış: Bu kırk günün otuz dokuzu'nda hava fırtınalı, karlı, yağmurlu, bulutlu iken; kırkıncı gün güneş açmış.

İşte büyükler, bu rivayetten hareketle, her insan teki için geçerli olduğunu üzerine ısrarla basarak vurguladıkları bir ölçü koymuşlar ortaya: Ömürlerimizin kırkta otuz dokuzu, şu veya bu şekilde hüzün; kalan kırkta biri ise neş'edir, diye.

Kendimizi ve çevremizdeki insanları ölçü alarak oranları kontrol etmeye kalkıştığımızda, karşımıza şaşırtıcı sonuçlar çıkabilir büyük ihtimalle.

Hüznün ve neş'enin derecelerinin nasıl tesbit edilebileceği, biraz karışık bir konu. Güldüğünü zannettiğimiz bir insanın içi kan ağlıyor olabilir mesela. Yani çizginin bir ucu hüzün ve bir ucu da neş'e olacaksa; hangisinin nerede başladığı ve bittiğini tesbit edebilmek, zor bir mesele.

Bize göre başkalarının dertleri hafif olabilir. Ama ihtimal, onlara göre de bizimkiler hafiftir. Mesele her insan tekinin diğer herkesten çok farklı olması ve dolayısıyla, kendisine herhalde imtihan olarak verilen derdin, onun nazarında önem taşıması ile ilgili.

Problemlerimiz ve onlarla beraber hayatımızı sürdürmemizle ilgili bir başka 'derin' bilgi de; çok şikayet ettiğimizde, mevcut derdimizin bizden belki kaldırılacak olması; ama imtihan dünyasında dertsiz insan olmayacağından, üzerimizden kaldırılanın yerine geçecek problemin bize daha ağır gelebilmesi ihtimalidir.

Bütün mesele, içinde bulunduğumuz halin bizi tatmin edip etmediği ile; daha doğrusu mutmain olup olmadığımızla alakalı...

Bu hususta, Rabbimiz Teala Hazretleri şöyle buyuruyor: "Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur (huzur bulur)." (Ra'd, 28)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi