'Kutsal Öğüt' adlı şiirin tahlili!

'Kutsal Öğüt' adlı şiirin tahlili!
Prof Nurullah Çetin Mehmet ali kalkanın şiirin değerlendirmiş

ŞİİR TAHLİLİ: Mehmet Ali KALKAN’ın “KUTSAL ÖĞÜT” isimli şiirinin tahlili

Sarı Saltuk mu, Küpeli Hafız mı, Dede Korkut mu, Kumral Abdal mı bilinmez belki de hepsinin, bey olanlara, bey olacaklara söyledikleridir.

Kılıç iyi, kalem iyi,
Birisini silmek olmaz.
Bey Kayı'nın gözbebeği,
Başkasını bilmek olmaz.

Dinlemezsen ağıt olur,
Dinler isen öğüt olur,
Bey Kürşat'ça yiğit olur,
Gök ekini yolmak olmaz.

Bey aman diyeni yenmez,
Bey kin tutmaz, bey gücenmez,
Bir lâf iki türlü denmez,
Denen söze ilmek olmaz.

Hem dövüş bil hem toyunu,
Elbet bozar zor oyunu,
İllâki Oğuz soyunu,
Dilim dilim dilmek olmaz.

Bey her zora göğüs gere,
Yüz yüzü, göz gözü göre,
Bu ki Ötüken'den töre,
Su görende dalmak olmaz.

Daim olmaz beyde tasa,
Kaptırmaz kendini yasa,
Denizden yol açtı asa,
Giden yerden gelmek olmaz.

Olmasın milletin üzgün,
Kutlu ülkü senin yazgın,
Sal atları dolu dizgin,
Boşa kılıç çalmak olmaz.

Gökte uçar Huma Kuşu,
Kutlu Dağ'da Yada Taşı,
Devlet ki Oğuz'un işi,
Devamlıdır, bölmek olmaz.

Devletliler devlet arar,
Devletsizler vatan arar,
Vatan uğruna can arar,
Vermeyince almak olmaz.

Çokça çalış misal arı,
Ekmeyince çıkmaz darı,
Ağlar iken başkaları,
Bey olana gülmek olmaz.

Kılıç ya kında durmalı
-İllâ yakında durmalı-
Ya vurdu mu tam vurmalı,
Bey gönüle taht kurmalı
Bu dünyada kalmak olmaz.
(Geceye Göz Ekledim, Ankara, 2001, s.28)

Konu:
İdeal bir Türk beyinin nitelikleri. Şiir konusu itibariyle siyasetname ve pendname geleneğinin modern bir türüdür. İslam ve Türk edebiyatlarında ve tarihinde devlet yöneticilerine öğüt veren, yöneticilik, devlet idare etme sanatı hakkında bilgi veren, tavsiyelerde bulunan ahlaki, eğitici, öğretici nitelikte oldukça zengin ve sağlam bir siyasetname geleneği vardır. Müslüman ve Türk alimleri, bilgeleri, fikir ve sanat adamları, devleti yönetecek olan kişilere uyarı, bilgilendirme ve bilinçlendirme görevlerini sorumluluk bilinciyle yerine getirmişlerdir. O bakımdan Türk-İslam geleneğinde devlet yöneticisi bilginin, hikmetin, alimin kontrolündedir.
Bizde ümera yani yöneticiler, ulemanın yani ilim adamlarının ayağına gider. Türk-İslam alimleri, hem İslam kaynaklarına hem de Türk töresine uygun olarak siyasetname ve pendname türünde pek çok eser verdiler. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i, Nizamülmülk’ün Siyasetname’si, Koçi Beyi Risalesi gibi pek çok siyasetname saymak mümkündür.

Mehmet Ali Kalkan, günümüz Türk beyi adayları ya da beyleri için hem İslam hem de Türk töresine uygun bir yöneticilik felsefesini içeren manzum bir siyasetname yazmıştır.

İzlek
: Türk milleti, ancak bilgili, tecrübeli, akıllı, iradeli, güçlü, karizmatik, hakka, adalete, bilgiye, fazilete, ehliyete, liyakate önem veren, tam bağımsızlıkçı ruha sahip, Hakk’ın ve halkın hatırından başka hatır tanımayan, milletinin menfaatlerini her zaman koruyan, tam bir millî ve İslamî şuura sahip büyük beyleri sayesinde ayakta kalabilir ve ilerleyebilir.

Düşünce
: Şiir, hakîmane tarzda bir metindir ve dolayısıyla hikmet şiiridir. Şair, okuduğu kaynaklardan, tarihsel ve güncel tecrübelerden, muhakeme ve mukayeselerinden hareketle Türk milletinin nasıl bir bey tarafından yönetilirse daha mutlu, huzurlu ve güvende olacağını düşünmüş ve bu doğrultuda manzum bir siyasetname metni üretmiştir.

Olay
: Şiirde belli bir olay yoktur. Ancak Türk tarihi boyunca olmuş, önemli sayılabilecek bütün toplumsal ve siyasi olaylardan süzülmüş bir metin üretilmiştir.

Varlık
: Bu metinde birçok somut nesne yer alıyor ve şair, bunlara sezgici/idealist açıdan yorum getirerek maddenin kendisini değil; soyut değerlerini ön plana alıyor.

Duygu
: Metin, düşünce şiiri olduğu için bunda duygu unsuru, hemen hemen hiç yer almıyor. Lirik olmaktan çok didaktik bir metindir bu. 

Simgesel, İmgesel Yapısı ve Metinlerarası İlişkiler:

*”Kılıç iyi, kalem iyi, / Birisini silmek olmaz.”
: Burada “kılıç”, askerî iradenin, gücün, maddi iktidarın ve hâkimiyetin simgesidir. “Kalem” ise bilginin, irfanın, siyasetin, manevi hâkimiyetin simgesidir. Türk devlet geleneğinde bu iki simge, temel değerlerdir. Biri birisiz olmaz. O yüzden Türk devlet yapısı ve geleneği izah edilirken “ehl-i seyf ve’l-kalem” yani “kalem ve kılıç sahibi” ifadesi kullanılır.

Türk devlet yapısında “kılıç”ın temsilciliğinde askerden oluşan seyfiye ve “kalem”in temsilciliğinde alim, müderris, şeyhülislam, şair gibi kişilerden oluşan ilmiye, iki önemli sınıftır. Bu iki sınıfın çatışması değil uyuşması, birbirleriyle uyumlu olması devleti ve toplumu yüceltir, ilerletir ve mutlu kılar.

Türk sultanlarına "sahib-i seyf ü kalem" yani “kılıç ve kalem sahibi” denir. Yani Türk hakanı, hem maddi hem manevi güce sahiptir. Hem adaleti sağlamak, haksızlığı gidermek, zulmü ortadan kaldırmak için güçlü bir orduya, hem de insanlığı, medeniyeti, kültürü yaymak, insanları aydınlatmak için ilme sahiptir.

Türk edebiyatında Şa'banzade Mehmed Muhteşem'in Münazara-i Tığ u Kalem (Kılıç ve Kalem’in Tartışması, 17. yy sonları) adında bir eseri vardır. Burada kalem ve kılıç, birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışırlar. Tabii bu mücadelede kaleme öncelik verilir.

Şinasi de Mustafa Reşit Paşa için yazdığı bir ”Kaside”de şöyle der:

“Seyf nev-i beşerin sun-i yedidir lâkin
Denilir levh ü kalem hâliki Rabb-i müteâl” 
(Kılıç, insan eli tarafından yapılan bir şeydir. Fakat kağıt ve kalemin yaratıcısının Allah olduğu söylenir.)

Yine bir başka kasidesinde de şöyle der:

“Kalem kılıç olup aklın debîr ü cellâdı
Biri işâret ederse biri eder tedmîr”
(Kalem aklın yazıcısı, kılıç da celladı olur. Biri işaret eder, öteki de yok eder.)
Bu metinlerde genellikle kalem, kılıca tercih edilir. Fakat Mehmet Ali Kalkan, son derece doğru bir görüşle bu şairlerden farklı olarak ikisini bir değerde görür. İkisi de eşit derecede lazımdır. Biri birisiz olmaz. Türk devlet ve millet yapısı, ancak bu iki değerin birbirine omuz vermesiyle ayakta kalabilir. Hele bugünlerde Türk ordusuna dışardan ve içerden birtakım karanlık odaklar büyük bir saldırı başlatmışlardır. Türk millet varlığını koruma azminde olan Türk ordusu, Türk düşmanlarının hedef tahtasındadır. Çünkü Türk milletini tasfiye sürecinde en önemli engel olarak Türk ordusunu görmektedirler. Türk ordusu etkisiz hâle getirilirse emperyalist Batı, üstümüze kolayca çullanabilir, PKK söylemine dayalı Kürtçü siyaset emellerine kolayca ulaşabilir.

O bakımdan maddi ve manevi Türk millet varlığını koruma azim ve kararlılığında olan Türk ordusu (kılıç) ile milliyetçi Türk aydınlarının (kalem) el ele, omuz omuza vererek iç ve dış tehdit ve tehlikelere karşı kararlı duruşlarını sağlam tutmaları gerekiyor.

Mehmet Ali Kalkan, ”birisin silmek olmaz” derken âdeta günümüzdeki bu çarpıklığa dikkat çekiyor.

*”Bey Kayı'nın gözbebeği, / Başkasını bilmek olmaz.“
: Kayı, Oğuz Türklüğünün 24 boyundan biri olup Osmanlı hanedanı da bu boydandır. Tabii burada mecaz-ı mürsel sanatıyla bütün Türkler kastedilmiştir. Buna göre Türk milletinin beyi, yani lideri, önderi, hakanı, başbuğu âdeta gözbebeğidir. Türk milleti, iradeli, bilgili, hikmetli, irfan sahibi, güçlü, sağlam, ufku geniş önder etrafında kenetlenen ve kenetlenmesi gereken bir millet yapısına sahiptir. Biz tarih boyunca her yönden güçlü, güven veren, asil, iradeli Türk beylerinin liderliğinde büyük işler yaptık. Onların önderliğinde büyük devletler kurduk, büyük fetihler yaptık, büyük medeniyetler ortaya koyduk. Başımızda iradeli büyük hakanlarımız olmadığı zamanlar, bizim fetret dönemlerimizdir. Son büyük Türk hakanı başbuğ Atatürk’tür. Onun fevtinden bu yana da fetret dönemi yaşıyoruz. Günümüz Türk milleti de kaht-ı rical yani adam kıtlığı içindedir. 
Fetret dönemi ya da kaht-ı rical olması ne demektir? Bu aslında bizim için çok önemli bir durumdur. Mehmet Ali Kalkan’ın deyişiyle gözbebeğimiz diyebileceğimiz, güvenebileceğimiz, peşinden gidebileceğimiz beyimiz olmayınca ahalimiz başkasını bilmeye, başkasını tanımaya, başkasının uyruğu; hatta sürüsü olmaya başlıyor. Bugün milletimizin bir bölümü hem kandırılarak hem de başımızda bey gibi bir Türk beyi olmadığından kendine Rusya’yı, Çin’i, Amerika’yı, Avrupa Birliği’ni, şunu bunu bey bilmeye başlıyor, onların buyruğuna giriyor. Mehmet Ali Kalkan, “başkasını bilmek olmaz” derken aslında emperyalizme yem olan bu kesimi uyarıyor. Türk milletine diyor ki, başına bey olarak kendinden birilerini seç, millet mistiği bir Türk beyi seç, Türk’ten başkasını kendine bey bilme, hele Haçlı gavurlarını hiç bey bilme; yoksa yok olur gidersin. Şair, burada Türk milletini zihinsel emperyalizme karşı uyanık olmaya davet ediyor. İçinden kendi beyini çıkar, ona tabi ol, gidip de gavuru kendine bey bilme, yabancıdan bey arama diyor.

*”Dinlemezsen ağıt olur, / Dinler isen öğüt olur,”
: Evrensel anlamda insanın insan oluşunun temel vasıflarından birisi, iyi niyetli, bilgili, tecrübeli, ilim irfan sahibi insanları, hele kendinden olan, kendi lehine söz söyleyen insanları dinlemesini bilmesidir. Türk milleti, kimin sözüne kulak vereceğini bilmelidir. Kendi alimini, şairini, yazarını, romancısını, gazetecisini, televizyoncusunu iyi seçmelidir. Bugün gazete ve televizyonlar, Türk milletine düşmanlık besleyen, Türk’e Türk düşmanlığı propagandası yapan, Amerika’nın, İsrail’in, Avrupa Birliği’nin, şunun bunun sözcülüğünü üstlenen, Türk milletinin zararına konuşup yazan, aydın, entelektüel denilen kişilerle dolmuş vaziyettedir.
Türk milleti kendi aydınlarını dinlemiyor, görmüyor, ehemmiyet vermiyor, gidiyor kendine düşman olan, kendisini tarih sahnesinden silmek isteyen adamları dinliyor. Âdeta onların alavere dalaverelerinde hikmet arar, keramet bulur hâle gelmiş. Başına kendinden olmayanları üstat, şeyh, aydın, bilim adamı dikmiş, onların ağzına bakıyor.

Şair, Türk milletini bu anlamda da uyarıyor. Diyor ki: “Ey Türk! Senin dilinden, dininden, cinsinden olan ve senin iyiliğin için çalışan sahih Türk aydınlarını, alimlerini, ariflerini dinle. Onların sözüne kulak ver. Bunların sözünü dinlemezsen ağıt olur; yani sonra ah vah edersin. Elinden vatanın, toprakların, madenlerin, bankaların, işletmelerin, fabrikaların, sigorta şirketlerin, kültürün, dinin, siyasetin; her şeyin elinden alınır, sonra da sen ağıt yakarsın, ah vah edersin ama iş işten geçmiş olur.

Ama kendi aydınlarının sözünü dinlersen o zaman dinlediklerin senin işine yarayan, yarana merhem olan, geleceğini güvence altına alan öğüt olur. Onun için senin millî kimliğini, dinini, vatanını, bağımsızlığını koruma uğruna mücadele veren aydınlarına, siyasetçilerine kulak ver, onları dinle. Sakın senden olmayan ve senin aleyhine çalışan karanlık odaklara, suret-i haktan görünen gerçekte ise karanlık emeller taşıyan taşeronlara, Amerika’nın, Avrupa Birliği’nin, Ermenicilerin, Kürtçülerin, şunun bunun taşeronlarına yüz verme, onlara kulak asma, onları kendileriyle baş başa bırak, ne halleri varsa görsünler.

*”Bey Kürşat'ça yiğit olur, / Gök ekini yolmak olmaz.”
: Türk devlet ve toplum yapısında “bey”, gerçek Türk beyi, Kürşat gibi yiğit olur. Kürşat gibi yiğit olmak ne demektir? Korkusuz olmak, cesur olmak, başka devletlerin, ideolojilerin, kurumların, kişilerin önünde eğilmemek demektir. Şahsiyetli duruş sergilemektir. Milletinin ve devletinin haklarını sonuna kadar savunmak demektir. Kürşat gibi yiğit olan bey, vatanını karış karış gavura satmaz, devletinin idaresine Amerika’yı, Avrupa Birliği’ni, şunu bunu ortak etmez, yapacağı anayasayı, çıkaracağı kanunları yabancı devletlerin dayatmasıyla yapmaz, tamamen kendi milletinin talepleri ve iradesi doğrultusunda yapar. Kürşatça yiğit olan Türk beyi, milletini gavur istedi diye kabilelere, etnik gruplara, dillere, kültürlere, coğrafyalara bölmez. Kürşatça yiğit olan Türk beyi, Amerika’nın, şunun bunun değil; sadece Allah’ının ve milletinin emrinde olur.

Bu mısrada metinlerarasılık bağlamında Kürşat Destanı’na çağrışımsal bir gönderme vardır. Bu destanı kısaca hatırlayalım:  

Büyük Göktürk Devleti’nin yıkılışından sonra Türkler, Çinliler tarafından esir alınmıştı. Çinliler Türklere Çince öğreterek, Çin elbiseleri giydirerek, Çin âdetlerini ve yaşama biçimini benimseterek Türklüklerini unutturup Çinlileştiriyorlardı. Kürşat ve 40 yoldaşı yiğit Türk, esaretten kurtulup yeniden büyük Türk devletini kurmak için isyan ve ihtilal çıkarırlar. Çin sarayını basarlar. Ancak karşılarına sayısız Çin askeri çıkar. Kürşat ve 40 askeri tamamen ölünceye kadar savaşırlar. İhtilal başarısız olur ama geride kalan Türkler bundan aldıkları cesaretle ayaklanıp özgürlüklerine yeniden kavuşurlar ve İkinci Göktürk (Kutluk) Devleti’ni kurarlar. 

Mehmet Ali Kalkan, “Bey Kürşatça yiğit olur” derken şunu vurgulamak istiyor: Türk Beyi, gücünün azlığına çokluğuna bakmadan, hiçbir mazeret uydurmadan, ümitsizliğe düşmeden, milletini tam bağımsız ve bağlantısız hür bir vatanda, hür bir devlette yaşatmak için, etrafını kuşatan esaret zincirlerini kırmak için, sonunda yenilgi olsa bile, “zilletle yaşamaktansa izzetle ölürüm” inancıyla kanının son damlasına kadar savaşır.

Bugün Türk milleti, Batının ekonomik emperyalizmine, siyasi baskılarına, kültür emperyalizmine maruz kalarak siyaseten, ekonomik olarak, kültürel olarak, bilimsel ve teknolojik olarak Batının âdeta esareti altındadır. Bu esaret zincirlerini kıracak yani kendi ekonomimize kendimizin hâkim olduğu, siyasetimizin hür irademizle şekillendiği dayatmalarla, emirlerle, talimatlarla anayasa, kanun yapmadığımız, millî kültürümüzü yaşayıp geliştirebileceğimiz bir millî vatan ve devlet oluşturacak yiğit Kürşatlara ihtiyacımız vardır. Amerika’nın ve Avrupa Birliği’nin sömürgeci emperyalist baskılarına karşı siyasetle, bilimle, kültürle, sanatla, edebiyatla ihtilal yapacak yiğit Türk öncü birliklerine ihtiyaç vardır.

Bugün teslimiyetçi zihniyete sahip olan ibişler, “gücümüz ne ki Batı emperyalizmine kafa tutabilelim” mazeretine sığınıyorlar. Yiğit Türk komutanı Kürşat, 40 arkadaşıyla böyle düşünmedi. Koca bir Çin ordusuna kafa tutacak gücümüz mü var deyip yerinde otursaydı Türk milleti eriyip gidecek ve yok olacaktı. O, bir meşale yaktı, kendisini feda etti ama arkadan milletin kurtuluşu geldi. Millî Mücadelemiz sürecinde Atatürk de aynı şeyi yaptı. Önemli olan imandır, kararlılıktır.

Ayrıca “gök ekini yolmak” ifadesi de Yunus Emre’nin bir şiirinde geçer. Yunus şöyle der:

“Şu dünyada bir nesneye
Yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere
Gök ekini biçmiş gibi”

Buradan hareketle Kürşatça yiğit olan Türk beyi, olgunlaşmamış, yeşil, gök, ham olan Türk gençliğinin boşu boşuna harcanmasına izin veremez. Türk gençliği ilimle, irfanla, ahlakla, millî duygularla olgunlaştırılmalıdır. Genç, taze çağında, oyunda oynaşta, fuhuşta, kumarda, topta popta, ıvırda zıvırda çürütülmemelidir.

*”Bey aman diyeni yenmez, / Bey kin tutmaz, bey gücenmez,”
: Mehmet Ali Kalkan, uzun Türk tarih tecrübesinden hareketle ideal bir Türk beyinin, model bir Türk idarecisinin nasıl olması gerektiği konusunda veciz ifadelerle meseleyi ayan beyan ortaya koyuyor. Türk beyi, aman dileyeni kalleşçe öldürüp yok etmez, kendisine sığınanı affeder, korur. Yardıma muhtaç olana yardım eder, açı doyurur, çıplağı giydirir. Türk beyi halkını koruyup gözetir. Bey, halkına kin tutmaz, gücenmez. Burada tabii günümüz şartları için şuna gönderme var. Türk devlet yöneticisi, kendisine muhalefet edeni, eleştireni yok etmeye, cezalandırmaya çalışmamalıdır. Kin tutup güceneceğine eleştirilerden ders çıkarmasını bilmeli, yanlışlarını düzeltmek için bu eleştirileri fırsat bilmelidir. Muhalefetsiz bir iktidar her yaptığını doğru zanneder, bu da ülkenin felakete sürüklenmesi demektir. Bir devlet yöneticisi, dost görünen yalakalarını değil; samimi, iyi niyetli muhaliflerini dinlemelidir.

Burada hemen Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi’ye şu nasihatını hatırlamalı:

“Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana... Güceniklik bize; gönül almak sana… Suçlamak bize; katlanmak sana… Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana… Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana... Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana.... Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana... Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana...”

*”Bir lâf iki türlü denmez, / Denen söze ilmek olmaz.”
: Şair, burada ahlaki bir değere gönderme yapıyor. Dürüst, şahsiyetli, güvenilir, özü sözü bir, açık mert insanlar, erkekçe ne diyecekse açıkça söyler. İnsanları kandırmaz, aldatmaz, uyutmaz, uyuşturmaz. Canbaz politikasıyla her manaya gelecek sözlerle insanları oyalamaz, aldatmaz. Özellikle politikacılarımız, saf halkımızı iki türlü, üç türlü, yüz türlü denen laflarla kandırmakta, oyalamakta, uyutmaktadır. Türk milleti, içi dışı, özü sözü bir, ayan beyan, açık, dürüst ve mert siyasetçilere ihtiyaç duymaktadır. 

“İlmek” düğüm demektir. Şair, denen sözlere ilmek atan yani faydalı, anlamlı, önemli güzel sözlerin sabote edilmesine, doğru söyleyenin dokuz köyden kovulmasına, iyi söze değer verilmemesine tarizde bulunuyor.

*”Hem dövüş bil hem toyunu, / Elbet bozar zor oyunu,”
: Türk beyi hem savaş, hem de ziyafeti bilecektir. Burada “dövüş”, mücadeleyi, zorluklara karşı durmayı, çalışmayı, didinmeyi, milleti kalkındırmak, yükseltmek, daha iyi bir duruma getirmek için gerekli olan her türlü çabayı temsil eden bir kavramdır. ”toy” yani ziyafet ise eğlenmeyi, yaşamayı, refahı, kültürü, paylaşmayı, halka vermeyi temsil eder. Türk devlet geleneğinde beylik, vurmayla ve vermeyledir. Yani güçlü bir savaşçı olma ve halkına verme, bağışlama, dağıtma, paylaştırma, adaletlice üleştirme ile olur. 

Dövüş bilen bey, her türlü savaşta milletinin en önünde gidendir. Ayrıca dövüş sanatını bilen bey, milleti idare etme, emperyalizme karşı mücadele etme, vatanını koruma sanatını, bağımsızlığını koruma politikasını, milletini kalkındırma kavgasını bilen adamdır. Hem dövüş bilen Türk beyi, gerçek bir millet fedaisidir.

Toy, hân-ı yağma geleneğinin bir ifadesidir.
“hân- yağma”, yağma sofrası demektir. Buna potlaç da denir. Eski Türk geleneğinde bey olmak isteyen kişi, herkese açık büyük bir ziyafet verir, bu ziyafete diğer boyları da çağırırdı. Ziyafete icabet edip gelenler, onun beyliğini kabullenmiş yani ona biat etmiş sayılırdı. Ziyafete gelmeyen de onun beyliğini tanımamış, ona isyan etmiş, ona itaat etmeyeceğini ima etmiş olurdu. Bey, ziyafete katılanlara karısını, çocuklarını, özel eşyalarını alır, geri kalan bütün mal varlığını, çadırını, neyi var neyi yoksa yağma etmeleri için açardı. Böylelikle bey olurdu. Bu yağmalama töreninin anlamı şudur: Ben sizin beyiniz oluyorum, bütün mal varlığımı size veriyorum, dağıtıyorum. Ben size vermek için bey oluyorum, yoksa milletin malına göz dikmek için değil. Bunu böylece bilin ki bey, milletin mallarını çalan çırpan, gasp eden, hortumlayan, usulsüzce ele geçiren değil; kendi malını dahi millete adayan, veren ve dağıtan kişidir. 

Bu asaletli Türk beyi tavrı, maalesef günümüzde pek kalmadı. İnşallah aramızdan gerçek Türklük şuuruna eren Türk beyleri çıkar.

“Zor oyunu bozar” sözü de şu manayadır: Milletimize karşı dışardan ve içerden oynanan türlü oyunlar, iradeli, güçlü bir Türk beyi tarafından etkisiz hâle getirilip boşa çıkarılabilir. Tarih boyunca olduğu gibi günümüzde de Türk milletini tasfiye etmek, yok etmek için türlü oyunlar oynanmaktadır. Bunların üstesinden gelebilmemiz için hem askerî, hem ekonomik, hem kültürel, hem eğitimsel, hem siyasi yani her anlamda güçlü olmamız lazımdır. Üzerimizde oynanan emperyalist oyunları maddi ve manevi gücümüzle, aklımızla, sağduyumuzla, güçlü diplomasimizle bozabiliriz. Bunu organize edecek olan da şuurlu ve güçlü Türk beyidir. Türk milletinin aklı, bileği, zekası, politikası her türlü gücü vardır ama bunları akıllı bir uyum içinde organize edip sevk ve idare edebilecek gerçek Türk beyi yoksa bir işe yaramaz. Oyunları bozacak zorumuz, yani gücümüz var, ama onu yönlendirecek beyimiz yok. Atatürk’ten bu yana da maalesef yok.

*”İllâki Oğuz soyunu, / Dilim dilim dilmek olmaz.”
: Ertuğrul Gazi’nin önderliğinde yerleştikleri Söğüt’te 3 kıta, 7 denize hükmedecek bir devlet kuran boyumuz Oğuz boyudur. Bugün Türkiye Türklüğünün temeli Oğuz Boyudur. Türkiye’de yaşayan yetmiş üç milyon Türk milleti, bütün vatandaşlarımız, hiçbirini ayırmadan söyleyebiliriz ki büyük bir çoğunluğu Oğuz Boyuna dayanmaktadır. Bir kısmı da başka etnik kökene sahip olsalar bile kültürel, sosyolojik ve hukukî olarak birleşip kaynaşarak Oğuz Türkü olmuşlardır. Oğuz soyu bir mayadır, diğer unsurlar da bununla yoğrulmuş ve tek bir hamur içinde tek bir millet yani Türk milleti olmuştur. Hangi etnik kökene sahip olursa olsun Türkçede, İslamda, ortak tarihte, ortak kültürde, ortak vatanda, ortak devlette, ortak bayrakta birleşen, buluşan ve Türkiye’de yaşayan herkes kültürel, sosyolojik ve hukuki bağlamda Türk’tür.

Ancak emperyalistlerin sözlerine kanan, oyunlarına gelen, Türk düşmanlığıyla var olmaya çalışan bazıları Oğuz soyunu, Türkiye Türklüğünü dilim dilim bölmeye, millet bütünlüğümüzü kabilelere, kavimlere ayırmaya çalışmaktadır. İnsanımızı farklı dillerde, farklı anlayışlarda, farklı kültür ve zihniyette ayrıştırarak millet birliğimizi kabilelere ayrıştırarak, ülkemizi kabileler karmaşası bir yapıya büründürmeye çalışmaktadırlar. Yetkili, sorumlu ve şuurlu bir devlet yöneticisi, her gittiği yerde ülkemizde şu kadar etnik grup var, Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Arap, Arnavut, bilmem ne diye kavim adı sayıp durmaz. Sorumlu bir devlet yöneticisi, insanlara sürekli etnik aidiyetini hatırlatıp durmaz. Farklılıklar üzerine, ayrılıklar üzerine siyaset inşa edilmez. Siyaset birlik bütünlük, tek millet bütünlüğü üzerine inşa edilir. Türkiye’de sadece “Türk milleti” kavramından söz edilmelidir. Doğrusu da budur. Uyum, güven, dayanışma içinde bir millet bütünlüğü arzu ediliyorsa her vatandaşa Türk milletine mensubiyet şuuru verilmelidir. Her etnik gruba kültürel haklar, insan hakları, demokrasi, özgürlük, bilmem ne adı altında kendi kavmine mensubiyet ama Türk millet bütünlüğüne düşmanlık aşılama çalışması, millet birliğini parçalamak demektir.

Mehmet Ali Kalkan, işte bu noktada son derece duyarlı davranan ve sorumluluk şuuruyla hareket eden sahih bir Türk şairi olduğunu ortaya koymuş oluyor.

*”Bey her zora göğüs gere, / Yüz yüzü, göz gözü göre,”
: Türk beyi, üstlendiği sorumluluk gereği her türlü zorlukla karşı karşıya gelebilecektir. Bu durumda hiç mazeret üretmeden her türlü sıkıntıya, zorluğa göğüs gerekecek, emanet aldığı milletinin selametini sağlayacaktır. Zorluklara, sıkıntılara tahammül gücü olmayan, yılgınlık gösterip kaçan kişi, Türk beyi olamaz. Türk beyi dirençli olacak, Türk beyi, yılmaz olacak, kararlı, dik duruşlu, çelikten iradeli, azimli bir yiğit olacaktır.
Türk beyi, milletiyle yüz yüze göz göze gelecektir, milletiyle kucaklaşacaktır, milletinin her ferdinin derdiyle dertlenecektir. Milletinden uzak düşmeyecektir. Türk beyi milletiyle toplumsal kast sistemine bağlı olarak ayrıcalıklı bir konum edinmeyecektir. Milleti nasıl yaşıyorsa o da öyle yaşayacak, milletinin derdiyle dertlenip, sevinciyle sevinecektir. Milletine tepeden bakmayacaktır.

*”Bu ki Ötüken'den töre, / Su görende dalmak olmaz.”
: Ötüken, eski Türklerde kağanın devleti idare ettiği kutsal bir merkezin adıdır. Göktürklerin kutsal bildiği bir bölgedir ve başkenttir. Genel anlamda Türk bilgeliğinin merkezi olan kutsal Türk yurdudur. Dış saldırılara karşı Türk’ün sığındığı güvenilir bir siperdir.

Türk bilgelik merkezine göre bir şeyin aslını astarını, ne olup olmadığını araştırmadan ona hemen kapılmamalıdır. Tedbirli olmalıdır. Bilerek hareket etmelidir. Düşünüp taşınıp, ona göre davranmalıdır.

*Daim olmaz beyde tasa, / Kaptırmaz kendini yasa,”
: Türk beyi, sürekli tasalanıp kaygılanmaz. Sürekli endişeli, ümitsiz, karamsar, kötümser olamaz. Türk beyi ağlayıp sızlayan zayıf iradeli ve zayıf karakterli biri değildir. Sadece olumsuzluklara, kötülüklere saplanıp kalmamıştır. Onun görevi tasalanıp ağlamak, yas tutmak değil; ümit vermek, çözüm üretmektir, çare bulmaktır. Felaket tellallığı ile milletini daha da kötü bir konuma itmek değildir. Türk beyi baştan ayağa iman, ümit, heyecan abidesidir. Pozitif enerji yayar. En karamsar durumlarda bile mutlaka çare üretir ve üretmelidir. 

*”Denizden yol açtı asa, / Giden yerden gelmek olmaz.”
: Türk beyi iyice düşünüp taşınıp sağlam bir karar aldı mı, artık o karardan dönmeden sonuna kadar gider. Hz. Musa’nın asasıyla denizi yarması hadisesinden esinlenmeyle bir Türk önderi, milletini bir karar doğrultusunda peşine taktıysa artık o yoldan ve karardan dönmeyecektir. Lider karar verip işe koyulduğu zaman tereddütlerle, zikzaklarla güven kaybına sebep olamaz. 

”Denizden yol açtı asa,” mısraı Kur’an-ı Kerim’in şu ayetinden içerik aktarımıdır: “Bunun üzerine Musa'ya: Asan ile denize vur diye vahyettik. (Vurunca deniz) derhal yarıldı (on iki yol açıldı) her bölük koca bir dağ gibi oldu.” (Kur’an, Şuara-63)

*”Olmasın milletin üzgün, / Kutlu ülkü senin yazgın,”
: Türk beyi, idaresini uhdesine aldığı Türk milletinin yüzünü güldürmek, karnını doyurmak, sırtını giydirmek için vardır. Milletini düşman saldırılarına karşı koruyacak, emperyalizmin her türlü işgal ve istila projelerine karşı duracaktır. Türk beyi, milletin malı olan yer altı ve yer üstü kaynaklarını emperyalistlere, yabancılara peşkeş çekmeyecektir. Türk beyi, ülke kaynaklarını en adaletli bir şekilde milletine pay ederek onun yüzünü daima güldürecektir.

Millet ne zaman üzgün olur? Vatanına, tarihine, kültürüne, diline, dinine, madenlerine, bankalarına, şirketlerine, işletmelerine, limanlarına, şusuna busuna sahip çıkılmayıp, emperyalist haçlılara yağmalattırıldığı zaman üzgün olur. Türk beyi, Türk milletinin maddi ve manevi bütün değerlerine sahip çıkarsa millet üzgün olmaz. Dolayısıyla Türk beyinin yazgısı, kaderi, bütün bu millî değerlere sahip çıkmaktır, onları gözü gibi korumaktır. Bu da onun için kutlu bir ülküdür, kutsal bir hedeftir.

*”Sal atları dolu dizgin, / Boşa kılıç çalmak olmaz.”
: Burada dolu dizgin salınacak olan atlar simgesi, bilinen anlamıyla sadece askerî güçlerin seferber edilmesi değildir. Yeri ve zamanı geldiğinde, savaş ortamı doğduğu zaman elbette atların temsilciliğinde bütün askerî güçler seferber edilecektir, sonuna kadar savaşılacaktır. Ancak barış zamanında da milletin bütün kabiliyetleri ülke kalkınmasında, milletin maddi ve manevi ihtiyaçlarının karşılanmasında bilim, kültür, sanat, teknoloji, üretim atları meydana dolu dizgin salınacaktır. Hiçbir kabiliyet, hiçbir değer israf edilmeyecektir. Milletin ve ülkenin bütün enerjisi en verimli bir şekilde millet menfaatine kullanılacaktır.

İradeli, bilgili ve bilinçli bir Türk beyi, milletinin askerî, idarî, ilmî, kültürel, sanatsal bütün kaynaklarını en verimli ve en uygun şekilde değerlendirebilen, ayarlayabilen muktedir bir idarecidir. Kaynakları değerlendirebilme becerisi, üstün idarecinin temel vasıflarındandır. İnsan kaynağından tutunuz da maden kaynaklarına kadar milletin ve ülkenin bütün kaynaklarını israf eden, değerlendirmeyen, harekete geçiremeyen, boşu boşuna heder eden bir idareci kadar milletin başına bela olmuş başka birisi yoktur.

*”Gökte uçar Huma Kuşu, / Kutlu Dağ'da Yada Taşı, / Devlet ki Oğuz'un işi, / Devamlıdır, bölmek olmaz.”
: “Huma kuşu”, geleneksel Türk edebiyat ve kültüründe iki temel özelliğiyle mazmunlaşmıştır: 1. Görünmeyecek şekilde çok yükseklerde dinlenmeksizin uçuşu ve asla yere inmeyişi, 2. Başına konduğu ve gölge verdiği kişiyi şanslı, devletli, padişah yapması. Bu şiirde Oğuz Türkünün devlet sahibi oluşu ile huma kuşunun bu özellikleri arasında paralellikler kuruluyor.

Göç Destanı’nda anlatıldığına göre Türklerin mutluluğunun ve bütün varlıklarının kaynağı olan, Türklerin birlik ve bütünlüğünü temsil eden ve büyük bir kaya parçasından ibaret olan Kutlu Dağ, Tanrı Dağı’nın güneyinde yer alır. Çinliler bu dağı ele geçirirlerse Türkleri çökertmiş olacaklarına inanırlar. Türk kağanına gelip verdikleri Çin prensesi karşılığında bu dağın taşlarını isterler. Acemi, bilgisiz kağan Çinlilere bu kayayı verdi. Çinliler bu büyük kayayı parçalayıp ülkelerine götürdüler. Bundan sonra Türklerin huzuru kaçtı, dağıldılar, perişan oldular. Kuraklık oldu, felaketler arttı. Bundan sonra Türkler oradan göç ettiler.

Yada Taşı, efsanelere, destanlara göre gökten inen, altın ışıktan meydana gelen, eski Türklerin hava olaylarını yönlendirmede kullandıkları, yağmur ya da kar yağdırmada, rüzgar estirmede kendisinden yararlandıkları sihirli bir taştır. Hun Türkleri bu taşın sihri vasıtasıyla şiddetli yağmur ve kar yağdırarak, kuvvetli fırtına çıkartarak düşmanı yenerlermiş. Kutlu Dağ, bu taştan meydana gelmiştir. Onun için Kutlu Dağ, Türkler için kutsal olmuştur.

Gökte huma kuşu, Oğuz Türklüğüne devlet şansı vermiş, yerde kutlu Dağdaki yada taşı da bu devleti devam ettirme imkanı vermiş sihirli, simgesel varlıklar ve değerlerdir. Önemli olan bunların efsanevî mahiyeti değil, temsilî değeridir. Yani Oğuz Türkü kendisini bir şekilde devlet sahibi olmaya mecbur ve mahkum hissetmiştir. Kendisine bu misyon verilmiştir. Devlet kurmak ve yönetmek, Oğuz Türklüğünün işidir. Bu iş devamlıdır, bunu akamete uğratmak, bölmek olmaz. Dolayısıyla Türk beyi tarihsel Türk devlet geleneğine sahip olacak ve devletini ayakta tutmanın yollarını bilecektir. Bu bağlamda Türk beyi, Kutadgu Bilig’den itibaren bütün Türk siyasetname, pendname geleneğini çok iyi bilecektir.

*”Devletliler devlet arar, / Devletsizler vatan arar,”
: Devletliler, yüzyıllar boyu, hatta tarih boyunca devlet kurmuş, devlet kurmanın ne demek olduğunu ve kıymetini bilen asil Türk milleti kendi millî devletini aramaktadır. Devletinin kendi devleti olmasının özlemi içindedir. Devletli Türk milleti, devletinin elinin altından kayıp gidişine tahammül edememektedir. Devlet-i ebed-müddetinin, kutlu devletinin peşindedir. Tarihteki ihtişamlı devlet yapısının peşindedir.

Devlet kurma becerisi olmayan, kuramamış olan topluluklar da sadece yaşayabilecekleri bir vatan derdindedirler. Bunlar için vatan olsun, yer yurt olsun da devlet kimin elinde olursa olsun umurlarında değildir. Ama Türk, böyle düşünmez. Türk, devletli millettir, kendi tam bağımsız ve bağlantısız hür millî devletinin özlemini her zaman çeker. Çünkü ancak o zaman şereflice, asaletlice yaşayabileceğine inanır. Başkasının devletinde, başkasının devletinin boyunduruğu altında yaşayamaz Türk. Tarih boyunca devletli olmuş, devletsiz kalmamış Türk, kendi devletini arar.

*”Vatan uğruna can arar, / Vermeyince almak olmaz.”
: Vatan, kolay elde edilebilen bir şey değildir. Vatan sahibi olmak zahmetlidir, çilelidir, uğruna can kan verilirse ancak vatan olabilir. Vatan, Türk’ün Türk olarak yaşayabileceği, kendi millî kimliğini sergileyebileceği hür manevra alanıdır. Gönlümüzce, istediğimiz gibi, imanımızla, kültürümüzle, geleneğimizle yaşayabileceğimiz hür vatanımız yoksa biz olmayız. Onun için hür vatan toprağıyla millet olduk. Millet olarak yaşadık, millet olarak yaşama azmimizi devam ettiriyoruz. Vatan, en değerli varlıklarımızı vermeden, çok büyük fedakarlıklar yapmadan elde edilen bir şey değildir. Can kan vermeyince vatan almak olmaz.

*”Çokça çalış misal arı, / Ekmeyince çıkmaz darı,”:
Evrensel bir ilkedir ki çalışan, ihlasla, iyi niyetle, sebatlıca, azimlice çalışan kafir de olsa, Mecusi de olsa, Müslüman da olsa, kim olursa olsun mükafatını alır. Allah çalışana verir, çalışmayan hiçbir şey alamaz. Miskince bir tevekkülle oturan, yatan ancak havasını alır. Müslüman olmak, inançlı olmak yetmez. Sünnetullah diye bir şey var. Allah’ın tabiat kanunları yani. Bazıları yanlışlıkla buna sadece tabiat kanunları diyor. Doğrusu Allah’ın tabiatın işleyişi için koyduğu kanunlardır. Mükafat, başarı, kazanç için de gerekli olan ve Allah tarafından tabiata konan kanun çalışmaktır. Müslüman Türk, arı gibi çalışmalı. Maddi ve manevi her alanda durmadan çalışmalı. Gayret ortaya konmadan, çaba sarfedilmeden, sebeplere teşebbüs edilmeden netice alınamaz. “Ekmeyince çıkmaz darı” mısraı, gerekli sebeplere teşebbüs ettikten sonra neticeyi Allah’tan beklemek anlayışını ortaya koyar.

*”Ağlar iken başkaları, / Bey olana gülmek olmaz.”
: Türk beyi, milletiyle her anlamda aynileşen adamdır. Milletinin derdiyle dertlenmeyen adam Türk beyi olamaz. Milleti aç, sefil, perişan gezerken Türk beyi krallar gibi, bir eli yağda bir eli balda keyf süremez.
Bu mısraları aslında bu yüzeysel anlamın dışında daha derin okumak lazımdır. Türk beyi milletinin sorunlarına karşı duyarsız kalamaz. Bugün Türk milleti, her şeyini kaybediyor. Millî, maddi ve manevi bütün değerlerini hızla yitiriyor. Bu durum karşısında Türk’e bey olma liyakatinde ve ehliyetinde olanların duyarsız, umarsız kalmaları, hiçbir şey yokmuş gibi davranmaları kabullenilecek bir şey değildir.

Bu mısralarda “Bir kavmin efendisi kavmine hizmet edendir.” Ayrıca “komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadis-i şeriflerinin içerik aktarımı bağlamında bir yansıması vardır.

*”Kılıç ya kında durmalı / -İllâ yakında durmalı- / Ya vurdu mu tam vurmalı,”
: Kılıç burada sorumluluk bilincini taşıyan Türk beylerinin teyakkuzunun bir simgesidir. Kendini korumanın, güvenliğin, savunmanın bütün çeşitlerini temsil eden bir simgedir. Türk milleti, dış ve iç saldırılara karşı, emperyalist istilalara, kuşatmalara, kapatmalara, ele geçirmelere karşı Türk’ün savunma mekanizması tetikte beklemeli, her an tedbirli olmalıdır. Türk, her türlü tehlikelere karşı her an tarassud hâlinde olacak, tedbir alınması gerektiğinde hemen, hiç beklemeden bu tedbiri alacaktır, düşmanın tepesine vurulması gereken zaman ne zamansa hemen vurulacaktır. Gevşemek, beklemek, ağırdan almak, ertelemek, telafisi mümkün olmayan olumsuz sonuçlar doğurur. Türk beyi, sevk ve idare konusunda, karar alma ve aldığı kararları uygulama konusunda son derece hesaplı, tedbirli ve kararlı olacaktır.

*”Bey gönüle taht kurmalı / Bu dünyada kalmak olmaz.”
: Türk beyi bazılarının zannettiği gibi zorba, diktatör, eşkıya başı, baş belası değildir. Tam tersine gerçek Türk beyi, milletinin gönüllerini fethetmiş, sevilen, sayılan, düzen sağlamak ve korumak için son derece disiplinli, adaletli, hakkaniyeti sağlamak için son derece merhametli, düşmana ve kötüye karşı çelik bilekli, mazluma, acize karşı son derece yufka yürekli olur. Türk beyi zorla değil gönülle, sevgiyle, saygıyla olunur.

Nazım Şekli
: Şiir, Türk halk şiirinin âşık edebiyatı nazım biçimlerinden koşma şekliyle yazılmıştır. Kafiye düzeni “baba-ccca-ddda- ….” şeklinde devam ediyor. Şiir, hece vezniyle yazılmış. Hecenin 4+4:8 ‘li vezni kullanılmış.
Yalnız şair, klasik koşmada olması gereken bazı hususlara yer vermemiştir. Mesela son bentte mahlasına yer vermiyor. Ayrıca diğer bendler dörder mısradan oluştuğu halde, son bendi 5 mısradan meydana geliyor. Şair bu konularda serbest davranmış.

Dil ve Üslup
: Şiirin dili oldukça yalın. Anlamı bilinmeyecek ya da sözlüğe bakma ihtiyacı duyulacak kelime hemen hemen hiç yok. Şair, tamamen günümüz konuşma Türkçesiyle yazmış. Fakat, bazı yerlerde günümüz Türkiye Türkçesinin standart kültür diline, resmî yazı diline uymayan Eski Anadolu Türkçesinde, günümüzde de Azerî ve Türkmen Türkçesinde ve bazı Anadolu bölgelerinde kullanılmakta olan ağız özelliklerine yer vermiştir. Bu duruma şu örnekleri verebiliriz: “Bey her zora göğüs gere”, “Su görende dalmak olmaz.”
Ayrıca eski Türk kültür tarihine ait bazı terimler de yer alıyor ki bunları anlamak için Türk tarihine vukufiyet gerekiyor. Bu tür terimlere de şu örnekleri verebiliriz: Kayı, Kürşat, toy, Oğuz, Ötüken, Huma kuşu, Kutlu Dağ, Yada Taşı

Üslubu
: Şiirde nasihat, düşünce, tanımlama ve vecize üslupları kullanılmış.

Ahenk
: Şiir, didaktik bir metin olduğu için lirik bir ahenk hissedilmiyor. Ancak kafiyelerle ve vezinle belli bir ezgiyi, musikiyi yakalamak da mümkündür. Şair, hamasetle heyecanlandırmayı değil, hikmetle düşündürmeyi amaçlıyor. O yüzden şiirde sakin sakin, yumuşak bir sesle, dura dura, düşüne düşüne okunacak bir üslup yapısı var.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.