Başımıza bela üç sebepten gelir!
“Cihan dağdır, yaptıklarımız ses, başımıza gelenler o sesin yankılarıdır”
(Mevlana)
Mevlana hazret, başımız gelenlerden, kendimizi mesul tutmamızı öğütler, irademizi hayra kullanalım diye. Ayetlerde insana (say)inin, emeğinin, çabasının karşılığı vardır der. İnsanoğlu, irade, akıl, zeka, kesp edebilme ve tercih edebime hassasına sahiptir. Muhayyer bırakıldığı konularda, tercihini yapar, bunu sonucunda vaat edilen sonuca müstahak olur.
“ Herkes kazandığı karşılığında rehindir, her nefis kazancına bağlıdır, biz her insanı kaderini kendi ameline bağladık gibi mealler verilen farklı ifadelerle aynı tevil yapılan , Müddesir suresinin 38. Ayetide bu noktaya en kaim mührü vurur.
Evet ama birde irademizin dışında, kesbimizin fevkinde, vuku bulan hadisat vardır. Başımıza gelenler irademizle seçtiğimiz güzergahın levhalarında yazanlar önümüze çıkar ama birde kulların gücünün yetemediği olaylar vardır. Mesela başımıza gelen belalar, mesela ölüm… Ölümle ilgili ayetler, ecel gelince ne bir dakika öne bir dakika sonraya alınamayacağından bahseder. Ali İmran suresinin 186. ayetinde de, insanların malları ve canları ile imtihan olacağı söylenir, akabinde sabır öğütlenir. O zaman biz kul olarak irademizle nereye kadar kaderimize şekil verebiliriz? Başımıza gelen her sıkıntı , nefse ağır gelen her şey bela mıdır?
Evet irademizi tedbirden yana kullanacağız. Hz Ömer’in Taun hastalığı olan beldeden diğer hastalık olmayan beldeye gitmesi üzerin “ Ya Ömer Allah’ın takdirinden mi kaçıyorsun?”diye soranlara: “Allah’ın kaderinden Allah’n diğer kaderine kaçıyorum” demesini hatırlayalım. Evet başımıza geleceklerin dönemeçlerde belirtilen işaretlerle gidişat güzergahı belirtilmiştir. Yani muhayyer bırakıldığım iyi ile kötüyü seçme ve tedbir alma konusunda irademizi nasıl kullandığımıza göre, yollar şekillenir. Deveni sağlam kazığa bağlamakla, hasta olunca katran sürmekle mükellefiz, ama bunun haricinde o deveye ömrü biz biçemeyiz. Nitekim deprem oluyor, aynı evde aynı oda olan iki kişiden bir ölüyor diğeri yaşıyor. Tedbir, insani çaba, Allahın adiyatına sünetullahına muhalif beklentiye girmemek için çizilen sınırda, sınırlı ama olayların gidişatına yönverici olduğu için önemlidir. Buna mukabil, insan aslında kendine dahi malik değil, aciz ve zayıftır, gücü çok sınırlıdır.
Öyleyse hayat nedir? Bir imtihan arenası değil mi? Hayat bir sınav salonu değimli? Hayat acı ile sevincin sarmal halde önümüze konulduğu bir dönemeç değimli? Hayat belalarla sıkıntıların, ve dahi mutlukların vereceğimiz tepkinin nabzını ölçmek için bize sunulan sofra değimli? İyi ile kötünün tefrik edileceği ayar tahtası değil mi?
Hülasa başımıza gelenler, 1-ya ettiklerimizin ceremesi, 2- ya imtihan için bir geçit bir sınav, 3- yada mertebemizi artırmak kemâlata ermek için, yaratanın kendimize getirmek için sarsması, mertebe kaydetmemiz için gönderdiği hayat cilvesi.
Tüyap anılarına ara verip, bütün bu hadisat ile ilgili düşüncelerimi neden anlattım? Deprem gibi büyük afet yaşayan Selahattin Bey’in olayı anlatma şekli, ve acılı anındaki teslimiyetin ve tevekkülün zirvesinde olduğunu isbatlayan sözleri oldu.
Elazığ depremini yaşayan, enkazın üzerinde, acısı taptaze iken sabırla konuşan, sayın Selahattin Yüksel’in, beni etkileyen, gassalın elindeki meyyit gibi bir teslimiyetle, sarf ettiği sözlerinden bahsetmek isityorum. Kadere teslimiyetle alakalı bu bir top kelimeler yumağının, hayatıma gelip oturan o etkili sözlerin, benliğimde yarattığı depremi sizlerle paylaşmak istiyorum, insani çabaların akamete uğradığı demde gösterdiği teslimiyetten bahsetmek istiyorum.
Hayatta en yakınızı kaybettiniz ne yaparsınız, evinizi, , anne babanızı kaybettiğinizde ne yaparsınız? Ya bunların hepsini aynı anda kaybederseniz… Sabır suyunu yüzünüzü buruşturmadan içebilir misiniz? Elazığ’daki Selahattin Yükselin o belanın ilk tosladığı anda söylediği sözleri işittiğimden beri , kulluğumdan bir kere daha yaratana karşı hicabım arttı. Tv ekranlarında onun sesi, olayı anlatışı aktarılıyordu ama akabinde söylediği o tevekkülün teslimiyettin zirvesine çıktığını ispat eden sözleri, ruh kulaklarımıza kezzap oluyordu. Kameralara olayı şöyle anlatıyordu:“Bacımın üstündeki taşları aldım eşhedüellailaheillallah ve eşhedüennemuhamedin abdühü ve Rasuluhu.”
İlk kız kardeşini çıkarmış,. Sonra kulağını yıkıntılara vermiş. Gayet sükunetle anlatıyor:“Helenden ses geldi, yarabbi bunu bende alma. Dedim, Allahu Teala onu bağışladı, annem üstte, eşim en alttaydı Helen ortadaydı. İmtihan rabbim layıkı ile geçmeyi nasip et. Burada misafiriz ne kadar ağlasak da… ina lillahi ve inna ileyhi raciun, ( muhakkaki Allahtan gedik Allah’a döneceğiz) bu büyük bir imtihan ona layık iyi bir şekilde yaşayacağız. Eşim Helen’e hamileyken eşimi Elazığ devlet hastanesine götürmüştüm, demişlerdi ki ‘ eşiniz düşük yapacak bebeği alacağız’ işte bebek yaşıyor, eşim öldü. Annemle babam eşim Allah’ın huzuruna gitti, biz inanıyoruz, biz inanıyoruz ki onların yeri cennettir.”
Bu kadar büyük bir imtihanın karşısında çok metanetli Burhanettin Yüksel Bey. İşte eşyanın, hayatın künhüne erme, işte irfan işte hikmet.
Bu nasıl bir teslimiyet, hangi okul, hangi tedrisat, hangi eğitim, bela karşısında, delirmeden, depresyona girmeden, bu ağır yükün altından kalkmayı bu derece öğretebilir? Hangi meditasyon, hangi R2 , hangi huzur seansı, hani bilim, hani deney, hangi hesaba sığar, acı karşısında suhuletle sabır, tevekkülle, metanetle karşı koyma, böyle sükunetle husul edebilir? Hayatımdaki küçük tıkanıklarla gösterdiğim büyük tepkiler, vaveylam, yaratana olmasa da ( haşa nasıl olabilir) insanların hatalarına gösterdiğim isyanlar. Haddimizi bilmeden, yaratanla onun verdikleri üzerinden, kendi yaratılışımız dahi dahlimiz olmadığı halde, her şeyin malikini unuturcasına baş kaldırmalar… Her şeyin Halikı o olduğu halde onunla pazarlığa kalkışır gibi haşa. İsyanlar.
Evet Allahın adiyatını bilir ve irademizi kullanır ceremesini çekeriz. Tedbirle mükellefiz, ama sonucu şekillendirmeğe gücümüz yetmez. Ama sonunda başımıza ne gelirse ve ne şekilde gelirse onun kader olduğunu bilirsek Yüksel bey gibi, en zor anlarda bile rahatlarız. Yunusleyin “Hoştur bana senden gelen ya gonca gül yahut diken, diyebilir miyiz? Zamanın bediisinin dediği gibi, bu dünya gemisine madem binmişiz bizi taşıyan gemiye sırtımızdaki yükleri de bırakırız.
Affet Allahım neden ve niçinlerle yaptığımız isyan kokan kelimelerimizi, affet Allahım, ‘neden beni buldu’, gibi sana karşı kulluk bilincinin dışın taşan hamakat dolu kelimeleri. Affet Allahım ‘ayağınıza diken batsa sabır karşılında ecir ve günaha kefaret vardır’ müjdesini unutup acılarımızı fevri ve cehri feryatlarla izhar edişimizi. Affet Allahım kapında kul olabilme bilincinde olmadan tüm ukalalığımızla ucuplu baş kaldırışlarımızı. Affet Allahım arkasında geniş cennet bahçelerine geçilecek dar menfezli geçit olan belaları, geçmekteki inadımızı. Affet Allahım cürümümüzü, eşrefi mahluk ve senin yerdeki gölgen olmamız hasebiyle bize verdiğin aklı, ukalalık( çoğul değil, haddi bilmeme) yolunda, senin yarattığın eser olduğunu unutarak her şeyi yapabileceğimiz zannı ile azcimizin ve fakrımızın farkına varmayışımızı.
Rabbim irademizi nereye ne kadar kullanırız, hangi olay imtihan, hangisi günahımızın ceremesi ve kefareti, bunu anlayacak hikmet pınarlarından içemesek de, senin rahmet kanatlarına her halükarda sığınmayı nasip et.
Sayın Selahattin Yüksel nasıl bir hayat dersi verdin bizlere, Allah cennet sofralarında ebedi birlikteliklerde buluştursun kaybettiklerini, başın sağ olsun kardeş.
RUKİYE YILDIZ ERDOĞMUŞ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.