Dağ dağa kavuştu!
İnsanlar, ortalama 60-70 yıllık ömürlerine ne sığdırırlar, neler yaparlar? Çocukluk, gençlik, eğitim dönemi çıkınca, oldukça kısıtlı bir zaman dilimi kalıyor geriye. Yeme içeme uyku… Kimileri sadece bir makine, fizyolojik bir kalıp gibi, fiziki ihtiyaçları yerine getirerek, silik bir siluet olarak yaşar, silik bir siluet olarak ölür. Ama kimileri de vardır varlıkları bulunduğu topluluğa, bir lütuf, yaptıkları ülkelerinin tarihinin akışını etkileyen nefes olur.
İşte Muhsin başkan yaşantısıyla/yaptıklarıyla bu ülkenin bir dönemine imza atmış, belli çentikler kazımıştır. İnandığı değerler için, insanoğlunun en zayıf noktası olan “can”ıyla imtihan olmuş; bir kere dahi makas değiştirmemiştir. Az bir şey midir, canına kıymıklar battıktan sonra kalkıp dikenlere korkmadan saldırmak. Ne için? İnandığı mefkure/ mefhum/dava için. İşte “ bir canım var o da feda” sözünü fiiliyata dökebilmek…
Az bir şey midir? Bedenindeki çektiği işkencelerin meşum izleri silinmeden “ tankınızın üzerine çıkarım” diyebilmek. Az bir şey midir? Tabutluklar konulup, tırnaklarını kerpetenlerle çektirip, yaralarını güneşte kurutmaya çalıştığı günlerin akabinde, ölümün nefesini ensesinde hissettiği halde, acılarını unutmadan , “ millete yönelen tanka selam durmam” diyebilmek. Basit soruşturmalardan sonra değil “ dava “ demek, eski arkadaşlarının semtine dahi uğramayan ürkekler, ortada cirit atarken, iman kuvvetiyle, deklanşörlerin en ön safına takılabilmek…
Böyle halis, böyle böyle kavi yürek az geliyor yeryüzünün keşmekeş dolu kirli cidarına… Böyle yiğit, böyle civanmert az geliyor, kaygan zeminlerde gezinen nefsin dizginini alıp tarihin tehlikeli zamanlarına güzel nişan bırakabilen…
Böyle dağ gibi heybetli, kararlı yürekleri, zeki ferasetli beyinleri, bükülmeyen çelik bilekleri bize hep çok gördüler. Aynı Resulallah’ın üstün vasıfları karşısında, kinlerinden tırnaklarını ısıran “ neden bizim soyumuzdan gelemedi, bizim gibi düşünmüyorsa bu dünya ona dar olmalı” diyerek, işkence yapanlar gibi. Tuzak kurmak, işkence etmek, hile yapmak hep onlar gibi düşünenlerin şiarı oldu. Gizli iş çevirmek, istenmeyeni bir şekilde susturmaya kalkmak hep onların sığınakları oldu.
Dağlar kirli nefeslerle erimez, görüneni kadar görünmeyen kısmı da vardır ve oradan insanlığın ruhuna hitap etmeye devam ederler. Öldükçe ürer, ezildikçe kükrer, kesildiği yerden yeni şıvgınlar biter. Sonra dağ yamaçları lalezar olur, Gülşen olur, nice Muhsinler bu millete başkan olur.
Dağlar, devrilmez, içinde lavlar aksa da, hep dik sağlam olurlar. Cansız gözükseler de dünyaya denge olular, eteğindekilere gölge olurlar. Zirveleri kar olsa/ boran olsa da, bu onların yüceliğinin emaresi, gücünün nişanesi olur.
Dağlar sadece Ferhat gibi âşıkların karşısında erirler; söz konusu düşman olunca oldukça sert oldukça heybetli olurlar geçit vermezler. Ve burçlarına bayrak dikilir, onlar manen hiç ölmezler.
Muhsin başkan…Yüreği çatal tek kişilik ordu… Ebu Zer gibi tekti, Ömer gibi mertti. Düğün mü? Bayram mı? Bu kalabalık ne, nedir bu mahşeri akın? Bir yiğit bir yiğit gidiyor, dünyadan ukbaya. Ben kadın halimle çıksaydım dağlara. Ellerimle temizleyip siper olsaydım yağan kara. Beş bin insan değil, beş milyon çıksaydı, Her bir adıma her bir otun başına… Ey yiğit! Ey arslan uğurlar ola rahat uyu bârgâhında… Sen ey yiğit! İstiklal marşı dedin, Kuran-ı kerim dedin. İnsanlık şahit ki, bunun için mücadele verdin, Şimdi ebedi bekçilik yapmak üzere marşın yazıldığı yere gittin. Kim diyor gömüldü diye? Bizim ölülerimiz diridir, bizleri yöneten ölülerimizdir.
İstiklal Marşına gönül verdin, şimdi onun başını bekleyen nöbetçi
Onu ruhlara okumak üzere görevlendirildin.
Ölümünün senei devriyesinde, rahmetle anıyoruz.
RUKİYE YILDIZ ERDOĞMUŞ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.