Bu filmi Müslümanlar izlemeli!

Bu filmi Müslümanlar izlemeli!
Bal ile gördüm ki, Kaplanoğlu Sineması büyük bir çığırdır. Bal, Türkiye sineması açısından bir zirvedir ve Semih Kaplanoğlu zirvedeki isimdir. Semih Kaplanoğlu'nun derdinin ne olduğu, Yusuf Üçlemesi ile açıkça ortaya çıktı. Bu 'adam' -kendi ifadesiyle- Al

Doğa/alem, sürekli kulağınıza bir şeyler fısıldar. Rüzgar ile bir şiiri teninize bırakır; yağmur olur hislerinize renk verir; güneş açar emellerinizi ısıtır; ay doğar geceye, karanlığınız aydınların ve en önemlisi sessizlik ile zamanı dinlersiniz. Zaman, evet. Takvim sözcüğüne hapsetmeye çalıştığımız, modern hayatta sadece tüketim miktarını ölçmek için kullanılan, bireyin tükenmesinin adı olan olgu. Oysa hakîkatin zaman ile bağlantısı, damla ile denizin bağlantısı gibidir. Zamanı dinlemeyi başarabildiğiniz oranda hakîkate yaklaşırsınız ve zamanı dinlemek için de doğaya mahkumsunuz. Lakin hakîkate ulaşamazsınız. Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in, Bir Adam Yaratmak adlı tiyatro eserinde söylediği gibi; "Allah'a doğru yol almak vardır, varmak yoktur. Varılabilen hiçbir ufuk, hiçbir gaye Allah olamaz".

Hakîkate ulaşamazsınız belki ama bir 'kul' olarak da hakîkati aramak mecburiyetindesiniz. Zaten, mevcudiyet sebebiniz bu. Hakîkati arama ve insanın kendisini tanıma/kavrama sürecinde genelde sanatın, özelde ise sinemanın ne denli önemli olduğunu vurgulamaya çalışırım, her fırsatta.

Modern zamanın en iddialı yöntemlerinden/araçlarından biri olmasının yanı sıra 'zamanı tarif edebilecek' belki de en yetkin usûl olduğunu düşünüyorum, sinemanın. İşte bu hissiyat ile sinema adına bir şeyler yapmaya/yazmaya/ortaya koymaya çabalarken, adı Bal olan filmi izledim, basın gösteriminde. Yusuf Üçlemesi'nin ilk iki filmi Yumurta ve Süt'te, Üçleme'nin son filmi Bal'ın bir başyapıt olacağını hissetmiştim ama bu kadarını da beklemiyordum. Kendimi bildim bileli üzerinde düşündüğüm ve özellikle son dönemde sinema ile ayyuka çıkan bir rahatsızlık halinde zihnimi hırpalayan 'zaman' olgusuna 'tatlı' bir yaklaşım, Bal. Bu 'tatlı' ifadesinden bir sevecenlik/eğlencelilik hali algılanmasın; tam tersi, Bal, rahatsız edici derecede etkileyici bir sorgulayıştır.
Zaman Dili:Bal

Film yapmayı 'metafizik ve felsefi bir eylem' olarak tanımlayan Semih Kaplanoğlu, sinemanın ham maddesinin zaman olduğuna inanıyor. "Yumurta, kahramanım Yusuf'un zamanı, mekanı ve dolayısıyla kendini; Bresson'un, Tarkovski'nin, Satyajit Ray'in ve Ozu'nun sinematografik kuralları içinde arayışıdır." diyor. 'Geçip giden zamanın ağırlığı ve acısı' sözleriyle kendi yaklaşımını ortaya koyan Kaplanoğlu, "Ancak bu şekilde anlatabileceğimi umuyorum ki böylece herkesi kendi zamanı hakkında düşünmeye ve hatırlamaya davet edebileyim" diye de ekliyor.

Dediği gibi de yapıyor, Kaplanoğlu. Bal, 'zaman'ı düşünmeniz ve onu anlamaya yönelmeniz için bir davettir. "Sadece Allah rızası için film yapıyorum" diyen Semih Kaplanoğlu, kul olabilmenin erdemine ulaşabilme noktasındaki önemli bir mihenk taşını izleyicisine sunuyor. Tek an bile müzik kullanmadığı filminde, tamamen 'zamanın dili'ne bırakıyor bizi. Yani doğanın diline, yani sessizliğe...

Doğanın ve zamanın ritmi; saat sesi, soluk sesi, rüzgar ve kuşların sözleri...

Takvim yaprakları, şarkı sözlerine konu olacak derecede küçültülmüşken popüler hafızamızda, diğer taraftan Anadolu'da hâlâ önemli bir 'kaynak' niteliği görüyor.

Anadolu'da...
Yani zamanın hâlâ insanla barışık olduğu coğrafyada...

Bal'da da küçük Yusuf, takvimden bir hadis-i şerif okuyor. Zaten Yusuf okulda okumaya geçememesine rağmen, evinde, babası için sürekli takvim yapraklarını okuyor. Neden dersiniz; elbette okul ile evde geçen iki farklı 'zaman' sebebiyle. Yusuf, babası ile beraber doğayı tanıyor, zamanı hissediyor, yaşam gayesini anlayabileceği ergenlik dönemine mühimmat biriktiriyor. Babası ile fısıldayarak konuşuyorlar. Ürkütmek istemedikleri ne idi ki, fısıltıyla konuşuyorlardı; zaman mı?

Bal'ın son sesi ise Yusuf'un derin soluklarıdır. Gecenin karanlığında, doğanın tam ortasında, büyük bir ağacın köklerinin O'na kucak açtığı bir kuytuda 'zaman'ı yaşıyor, Yusuf. Belki de zamanın dili buydu; nefes...
Telaffuz şekli, üslubu ya da ta kendisi.

Daha önce verdiği demeçlerde Bal'dan bahsederken, "Hz. Yusuf ile babası Hz. Yakup'un kıssalarına değiyor" diyor, Kaplanoğlu. Yumurta'da Yusuf, elektrik ustası gencin babasıyla ilgili konuşurken, "Küçükken beraber kuyu açardık" demesini hatırladım da... Bal'da da benzer şekilde birçok ironi var. Hadis-i şerif ve Kur'anî bilgilerin yer alması da cabası.

Bal, Semih Kaplanoğlu sinemasının 'olduğunun' göstergesidir. Kendisi de bu konuyu yorumlarken, şunları söylüyor: "Yusuf Üçlemesi'nin çekimleri, montajları, hazırlık ve produksiyon aşamalarında yani şu geçtiğimiz dört yıl boyunca çok şey yaşadım ve çok şey öğrendim. Bu süreç aynı zamanda benim 'Manevi Gerçekçilik' olarak tanımladığım film yapma yöntemimi de oluşturmaya çalıştığım bir süreç oldu."

Semih Kaplanoğlu'nun 'Manevi Gerçekçilik' olarak ifade ettiği sinema tarzında rüyaların ayrı bir yeri var. "Rüyalarla gerçeğin iç içe geçişini ve yapmak istediğimin aslında tam da bu olduğunu anladım" diyor. Kaplanoğlu'nun, kendi sinemasıyla ilgili olarak dile getirdiği şu görüşler çok önemlidir: "Varoluşu; psikolojinin laboratuvarında parçalara ayırmak ve hayatımızı neden sonuç ilişkilerine hapsetmekten ziyade daha yüce bir kudrete referans vermeye çalışıyorum. Yusuf Üçlemesi'nin Hz.Yakup'la oğlu Hz.Yusuf'un perspektifinden, rüyaların rehberliğinde ve korkuyla-ümit perspektifinden analiz edilmesini isterim ve ümit ederim. İşte o zaman tüm resim ortaya çıkacaktır."

Zamanın ne kadar gerçek; gerçek denen olgunun kaynağının ne olduğu; metafizik dünyanın gerçeğe ne kadar yakın ve aynı şekilde ne kadar iç içe olduğu ve rüya-gerçek ilişkisinin ne boyutta tanımlanabileceği sorunsallarının tam ortasında rastladığımız Semih Kaplanoğlu sineması, Andrei Tarkovsky'nin 'mühürlenmiş zaman' kavramı ile tefsir etmeye çalıştığı ve 'Mühürlenmiş Zamanlar' kitabında ifade etmeye çalıştığı meseleye ışık tutuyor. Tarkovsky'nin Ayna filmini izledikten sonra sinemaya ve hayata bakışının değiştiğini ve bugünkü Semih Kaplanoğlu'nda Tarkovsky'nin büyük etkisi olduğunu açıklamaktan imtina etmeyen yönetmen, Bal'da, ağzımıza bir parmak Tarkovsky tadı çalıyor. Tarkovsky'nin üzerinde durduğu en önemli kavramın zaman olması ve Kaplanoğlu'nun da bunun altını çizmesi, bu ortak manzaranın oluşumunun ana sebebi elbet. Lakin lafı burada bırakmak Kaplanoğlu'na haksızlık olur. Çünkü Bal ile gördüm ki, Kaplanoğlu Sineması büyük bir çığırdır. Bal, Türkiye sineması açısından bir zirvedir ve Semih Kaplanoğlu zirvedeki isimdir. Semih Kaplanoğlu'nun derdinin ne olduğu, Yusuf Üçlemesi ile açıkça ortaya çıktı. Bu 'adam' -kendi ifadesiyle- Allah rızası için sinema yapıyor.

"Sonuçta bütün uğraş sevgili olmak için. O'na olan sevgiyi, bağlılığı göstermek ve O'nun mevcudiyetini başkalarına da hissettirmek için" sözleriyle sanat anlayışını ortaya koyan Kaplanoğlu, Müslüman sinemacılar açısından da ciddi bir parametredir.
Bu filmi Müslümanlar izlemeli

Bu sayfada kaleme aldığım hemen her yazıda, Müslümanların bir sinema tarzı oluşturması gerektiğini; bunun adının ne olduğunun önemli olmadığını; popüler sinema anlayışına teslim olmayan, gücünü/kaynağını bu topraklardan alan; 'kör göze parmak' anlayışından uzak, sinema argümanlarının kullanılması ve en önemlisi de hakîkatin unsurlarının/emarelerinin peşine düşülmesi gerektiğini izah etmeye çalıştım. Memleketimizde adına 'Beyaz Sinema', 'Milli Sinema' ya da her denmişse bir sektör oluşturulmaya çalışılmış. Bu başarılamamış (şu an böyle bir sinemadan bahsedemiyor olmamız ne acı). Son dönemde Müslümanların hassasiyetlerini, sorunlarını ele alan/aldığını iddia eden yapımların sinemasal anlamda vasatın altında halleri, böyle bir sektörün oluşamamasının en temel sebebi. "The İmam, Büşra, Takva, Anne ya da Leyla gibi filmler neden izlenmiyor" diye sorarken bu gerçeği gözden kaçırırsanız, Kaplanoğlu'nun 'Manevi Gerçekçilik' diye tanımladığı sinemasını algılamanın da çok ötesinde kalırsınız.

Evet, Bal gişede 'başarı' yakalamayacak, kuvvetle muhtemel (ki, gişe rakamları sinema eseri için hiçbir zaman kıstas olamaz). İzlenmesin de, mesele değil. Kaplanoğlu'nun ve bu anlayışta bir sinema emekçisinin böyle bir beklentisi zaten olmaz. Eserleri için yeterince destek alıyor ve maddi destek noktasında seçici de davranıyor. Ancak şunu belirtmeden edemeyeceğim ki, sözümüzün bir tek kişi için bile kıymeti varsa, buradan bir tek zihne bile hitap edebileceksek, Bal'ı mutlaka izlemelisiniz. Hele hele Müslümanların asıl bu filmi izlemesi gerekiyor.

Bir röportajında 'bundan sonra ne yapacaksınız' sorusuna cevap verirken, "Ne yapacağım benim için de soru işareti ama nasıl yapacağım belli. Kararlarımızı hep kendimiz vermiyoruz. Bakalım" ifadelerini kullanması, Kaplanoğlu'nun nasıl bir manevi kişiliğe sahip olduğunu ortaya koyuyor.
Allah senden razı olsun!

Ve son olarak 'zamanı unutturmaya çalışan popüler sinemaya bayrak açmış bir yiğit' olan Semih Kaplanoğlu'na seslenmek istiyorum...

Hiçbir sinema eserini ve anlayışını kaleme alırken bu kadar heyecanlandığımı ve burnumun direğinin sızladığını hatırlamıyorum. Aşk olsun Semih Kaplanoğlu; dilediğin gibi, umduğun gibi, fikrettiğin, zikrettiğin gibi aşk olsun sana. Ve eminim senin açından da en önemlisi; Allah senden razı olsun...
Yusuf'un gördüğü rüya

Bal'ın Konusu: Filmin kahramanı Yusuf 7 yaşındadır ve ilkokula başlamış, okuma yazma öğrenmektedir. Babası Yakup ürkütücü bir ormanın derinliklerinde, yüksek ağaçların üzerine kurulmuş el yapımı kovanlarda üretilen karakovan balcılığıyla uğraşmaktadır. Babasıyla sık sık gittiği orman, Yusuf için gizemli bir yerdir... Yusuf bir sabah gördüğü rüyayı babasına anlatır. Bu rüya ikisi arasında sonsuza dek kalacak bir sırdır. Aynı gün Yusuf sınıfın önünde öğretmenin verdiği okuma metnini okurken aniden kekelemeye başlar ve arkadaşlarının alay konusu olur...

Yakup, anlaşılmaz bir nedenle soyu hızla tükenen Kafkas arılarının peşinden uzak bir ormana gider. Babasının gidişiyle Yusuf iyice sessizliğe gömülür. Yusuf'un bu hali çay tarlasında çalışan annesi Zehra'yı (28) üzmektedir. Ne kadar uğraşsa da Yusuf'u konuşturamaz. Günler geçer, Yakup'un gecikmesi Zehra'yı ve Yusuf'u tedirgin eder. Zehra Miraç Kandil'i gecesi için Yusuf'u köyden uzakta yayladaki anneannesine gönderir. Yusuf, orada dinlediği hikâyelerdeki peygambere benzettiği babasının mutlaka geri döneceğine inanmaktadır. Ertesi gün Sis Dağı şenliğinde de Yakup'a rastlayamazlar. Babasını aramak için ormanın derinliklerine dalan Yusuf'un gördüğü rüya gerçekleşecek midir?

Abdulhamit Güler-Milli Gazete

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.