234. Sayı Çıktı!
İSLÂM toplumunda; asr-ı saadetten itibaren uzun yıllar, siyasi otoriteyi ifade etmek için ‘devlet’ kavramı kullanılmamıştır. Gerek akaid kitaplarında, gerek “Ahkamû’s Sultaniye”(İktidarın Hükümleri) isimli eserlerde; “Halife, Emirü’l Mü’minin, Sultan, Ulû’lemr ve İmamet-i Kübra” gibi kavramların siyasi otoriteyi ifade için için kullanıldığını söylemek mümkündür. Sahih, Sünen ve Müsned isimli hadis kitaplarında da bu kavramlar ön plândadır. Mesela: “Cihadın en efdali, zalim sultan katında hakikati söylemektir”(1) hadis-i şerifinde, sultan tabiri iktidar (sulta) sahibi manasınadır. Yine:” Her kim imama itaatten el kadar ayrılırsa; kıyamet gününde Allah’a ameli hususunda, lehinde hiçbir hücceti olmayarak kavuşacaktır.”(2) hadisinde, imam kavramı kullanılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de yer alan “Ulûl’emr-i minkûm” (sizden olan emir sahibi) ve “Halife” kavramları, siyasi keyfiyete haiz olan kavramlardır. Meşrû siyasi otoritenin varlığı ile cihad ibadetinin edâsını birbirinden ayırmak kolay değildir. İslâm’a ve müslümanlara karşı savaş açan gayr-i müslimlerle savaşmanın farz olduğu muhkem nassla sabittir: ’Müşrikler sizinle nasıl topyekün harp ediyorlarsa, siz de onlarla topyekün harp edin’ (Et Tevbe Sûresi:36) Müşriklere karşı yapılması emredilen cihadın sebebi, onların müslümanlara karşı savaş açmış olmalarıdır. Dolayısıyle cihad ibedeti; harbilerin sebeb oldukları fitne ve fesadı ortadan kaldırmak ve onların güçlerini kırmak için meşrû kılınmıştır.(3) İmam-ı Serahsi ‘cihaddan maksad; müslümanların emniyet içerisinde bulunmaları, din ve dünya işlerini yerine getirebilme imkânına kavuşmalarıdır’ (4) diyerek bir inceliğe işaret etmiştir.
Haberleşme teknolojisinin ve internet sisteminin yayılması neticesinde dünyanın küçük bir köye dönüştüğünü gizlemenin bir anlamı yoktur. Son yıllarda siyasi anlamda ‘küreşelleşme’ tabirini kullanan ve bu tabiri demokrasi, global hukuk ve hoşgörü gibi unsurlarla açıklayan aydınların sayısı hızla artmıştır. Bu aydınlar; İslâm’ın temel kavramlarından birisi olan cihadın keyfiyetini tebdil ve tağyir ederek, Müslümanlara ‘küresel güçlere teslim olun ve kurtulun’ teklifinde bulunmaktadırlar. Cidde merkezli ‘Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi’ (GCRG) ile Londra merkezli ‘Canopus Danışmanlık’ tarafından düzenlenen “Barış Yurdu Mardin Konferansı’nda” (27-28 Mart 2010), bu teklif ön plâna çıkarılmıştır. Konferansın basında takdim ediliş şekli de ilginçtir: “Konferans, köktendinci örgütlerin dayanak olarak kullandığı cihat fetvasının yanlış yorumunu düzeltmeyi amaçlamaktadır. 700 yıl önce dönemin Şeyhülislâmı İbn Teymiye tarafından kenti işgal eden Moğollara karşı verilen ve ‘Mardin Fetvası’ olarak bilinen cihat fetvasının modern yorumunu yapmak için biraraya gelen İslâm alimleri, El Kaide başta olmak üzere İslâm dünyasında şiddeti bir araç olarak meşrulaştıran fetvanın kaynağı olan kentte, radikal dinci terör örgütlerinin dayanaklarını masaya yatırıyorlar...”
Gazete haberlerinde; başta El Kaide olmak üzere, Müslüman Kardeşler ve Filistin İslâmi Direniş Örgütü (Hamas) gibi, pek çok ‘ radikal dinci örgütün bu fetvaya sığınarak ‘kan akıttığı iddia edilmektedir. Böylece, İsrail işgaline karşı tarihin en şanlı direnişini gerçekleştiren Hamas ile bütün İslâm dünyasında ciddi bir İslâmi uyanışa vesile olan Müslüman Kardeşler, ‘dinci terör’(!) örgütleri olarak takdim edilmektedirler.
Artuklu Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı bu konferansta ‘Küreselleşen dünyanın problemlerinin ‘Dâru’l Harp’ ve ‘Dâru’l İslâm’ gibi kavramlarla açıklanamıyacağı, bu kavramların fıkıh literütüründen çıkarılması gerektiği’ üzerinde durulmuştur. ‘Bilindiği gibi kavramlar; siyasi otoritenin tavrını ve tatbik edilen kanunların keyfiyetini tesbit için kullanılan kavramlardır. İmam-ı Kuhistani: ”Dâru’l İslâm; mü’minlerin emirinin sultası altında olan ve İslâm ahkâmının tatbik edildiği beldedir. Dâru’l Harp ise; Kâfirlerin reisinin idaresi altında olan ve küfür ahkâmının icra edildiği yerdir”(5) diyerek, iktidarın ve uygulanan hukukun önemi üzerinde durmuştur. Dürerû’l Hükkam’da” İçerisinde küfür ahkamının tatbik edildiği dâru’l harb olan bir belde, İslâm ahkâmının tatbik edilmesi ile birlikte dâru’l İslâm’a dönüşür. Her ne kadar o beldede mûkim olan kâfirler, orada ikamete devam etseler de, o belde dâru’l İslâm’a bitişik olmasa da durum aynıdır”(6) hükmü kayıtlıdır. Fûkaha arasında” Dâru’l İslâm olan bir belde, hangi şartlarda Dâru’l harbe dönüşür?” sualine cevap verirken, farklı ictihadlar gündeme girmiştir. Hakkında muhkem nass bulunmayan konularla sınırlı olmak üzere usûl ûlemasının “İctihad, ictihadı nakzedemez” kaidesinin benimsendiğini dikkate almayan müstağripler; İslâm fıkhını keyiflerine göre değiştirebileceklerini zannetmektedirler.
Allah’a (cc) emanet olunuz.
MİSAK YAYIN HEYETİ
__________________
(1) İmam-ı Nevevi- Riyazü’s Salihîn- Ank: 1970 C: 1 Sh: 234 Had.N0: 192.
(2) Sahih-i Müslim- İst: 1401 C: 2 Sh: 1478 Had. N0: 1851.
(3) Geniş bilgi için/İbn-i Hümam- Fethû’l Kadir-Beyrut: 1316 C: 4 Sh: 280, Ayrıca İmam-ı Kasanî- El Bedaiû’s Senaî-Beyrut: 1974 C:7 Sh: 97
(4) İmam-ı Serahsi- El Mebsut- Beyrut: ty C: 10 Sh: 3
(5) İmam Kuhistanî- Camiû’r Rumuz- İst: 1300 C: 2 Sh: 311.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.