Bilmediğimiz neler varmış!

Bilmediğimiz neler varmış!
İstanbul’dayım, 27 Mayıs darbesi hakkında acizane geçen hafta bir şeyler yazdım, peki bu kadarı ile ülkeme, insanıma, tarihime, inandığım değerlere, olayın ehemmiyetine binaen görevim bitti mi?

Kalem yürek işidir, dert işidir, bir şeylerin yükünü gönüllü taşımaktır, sancı çekebilmek, bir şeylerin derdi ile dertlenmektir. Binaenaleyh yıllardır bu ülkede yaşayıp kendi insanına, bu cennet vatanı cehennem edenlerin yaptıkları, kirli işler ve mezkur darbelerin canlı şahitleri henüz hayatta iken, bir nadide elmas gibi onları arayıp bulup, tevatür haber olarak ağızlarından aktarmak, en sağlıklı, en mesnetli bilgi olur düşüncesi ile, 27 Mayısı hapishanelerde geçiren, Necip Fazıl, Türkeş gibi bir çok isimle teşriki mesaisi olan bir isimle konuşmak için İstanbul’a geldim.

Yolculuk hep kalemimi galeyana getirir, kalemimi kâğıtla buluşması için tahrik eder. Nasıl etmesin ılık, yağmura gebe gökyüzü, denizin üzerinde iken yerini, insanın içini coşturan, deniz dalgaları ile birlikte garip duygulara sevk eden bir hal alır. Giderken deniz dalgalı, gelirken ise ütülenmiş bir ipek gibi idi. Deniz dümdüz, durgun, dingin ve asude bir hava... Deniz dalgalı, coşkunsa içinde bir heyecan bir devinim olur; sakinse, bir sükunet, bir huzur... Güneş vurduğunda denizin yüzündeki ışıl ışıl parlaklıklar gece yakamozlarına bırakır yerini. Gündüz martıları dinlersin, gece uzaktan uzağa gözüken şehirle hayatı sorgularsın. İşte akşam oluyor, karşı kıyıdan evlerin ışıkları yanmaya başlamış, titrek ışıklar bir avuç ateş böceği serpmiş gibi titreyerek, havadaki ılık rüzgarla birlikte yine bizi hayal atlarımıza bindirip değişik iklimlere taşıyor.
Vapurdan inince bunaltan bir hava sarmaladı…

Ve geliş maksadımız için, 27 Mayısın aktörleri ile teşriki mesaisi bulunan tarihçi, hukukçu Kadir Mısıroğlu ile görüşmek üzere Sebil Yayınlarının yolunu tutuyorum.

Evet Muhammet Nasuhi Hazretlerinin haziresinin bekçilik yaptığı dar avludan Sebil Yayınlarının olduğu bahçeye giriyoruz, garip bir huzur, var. Kimse yok mu, diye etrafa bakıyorum, meğer bina edep timsali öğrencilerle, gençlerle dolu imiş. Bahçede, sağlı sollu beyaz, kırmızı, pembe, sarı, güller dikili; meyve ağaçlarının meyveleri dökülmüş yerlere. Abdest için kollarını sıvamış on altı/on yedi yaşlarında gençler yukarı çıkıyorlar. Sayın Mısıroğlu namazı kılıp geliyor, içeride masanın arkasında kocaman Osmanlı Tuğrası var, duvarlarda sağlı sollu rika, ceri sülüs, değişik hatlarda yazılmış levhalar asılı. Ve yine değişik ebatlarda Osmanlı Tuğrası olan levhalar… Yayınevinin antresine geçince masaların üzerinde yüzlerce kitap yığınları karşılıyor sizi…

Ve sayın Kardir Mısıroğlu… Sayın Mısıroğlu tam bir Osmanlı adamı… Osmanlılar neymiş, Osmanlı tokadı deyince aklımıza en okkalısından tokat gelir; Osmanlı hanımefendisi deyince, aklımıza eğitimli, gün görmüş, görgülü, tam bir hanımefendi gelir, benim anneannem gibi; Osmanlı adamı deyince de, mert, yiğit, edepli ve adaplı siluet çizilir beynimizin imgeler düzlüğüne. İnsana “Ne Osmanlıymış” dediriyor, ister istemez.

Selam ve hürmetten sonra ilk sözüm: “Hocam, biliyorsunuz, küçük çocuğumu bırakıp geldim, dolaysısı ile, 27 Mayısı bizzat yaşamış biri olan sizden, kitaplarda ve televizyonlarda anlattıklarınız haricinde gün görmemiş bilgiler rica etsem” diyorum. Muhterem Mısıroğlu: “tamam” diyor “sana hiç duyulmadık Türkeşle, 27 Mayısla ve Necip Fazılla ilgili bizzat içinde olduğum hadiselerden birkaçını anlatacağım” diyor. Ses kayıt cihazından olduğu gibi aktarıyorum.

Söz, 27 Mayıs’ın canlı şahidi muhterem Kadir Mısıroğlu’ nun:
Şimdi herkes, 27 Mayısı değerlendirirken şu yanlışı yapıyor, askerler ülkeyi kendileri idare etmek istiyorlar, bunun için ya perde arkasından sivil idarelere tahakküm ediyorlar ya da bu tahakkümü kafi miktarda yapamayınca devirip, kendileri el koyuyorlar. Bu hükümde, hakikat payı olmakla beraber, ihtilallerin asli sebebi bu değildir. Şüphesiz ihtilalları yapanların, iktidar olmak, hükmetmek, ülkeyi yönetmek gibi bir maksatları mevcut olmakla beraber, bütün ihtilâller, demokrasiye geçildikten sonra halkın eline rey silahı geçmiş olmasından dolayı, idareleri İslam’a taviz vermeye icbar edişi dolayısıyla, verilen tavizler, Kemalizmin aleyhine bir gelişme seyri takip ettiğinden, bu gelişmeyi engellemek için yapılmıştır. Demek ki asli sebep Türkiye’de İslam’ın boğulan, gasp edilen hakkını geri almak için yapılan hissiyatı milliye ye karşıdır, milli taleplere karşıdır bu ihtilaller… Yeniden Kemal Paşa’nın günündeki gibi, milletin hissiyatının aksi istikamette, din aleyhine bir idare tesis etmek ve tesis edilmiş olan o idarenin verilen tavizlerle zaafa uğramasını engellemek maksadı ile yapılmıştır. Yani bu şuna benzer, böyle bir savaş zaten vardı, bu soğuk savaş gibiydi ihtilâller bunun sıcak safhasıdır. Daha fazlasını yapabilmek için fırsat zuhur ettiğinde iktidarların hatalarını bahane olarak ileri sürmek suretiyle, şüphesiz hata her iktidarda variddir, normaldir ama onlar bahanedir, olmasa bile şimdiki ihtilal planları gösterdi ki kendileri icad ve ihtira ediyorlar. 

Şu halde 27 mayıs ihtilali CHP’nin, milletin rağmına idaresine karşı bir reaksiyon olarak demokrat parti iktidara getirmiş, Demokrat Partide, Halk Partisi’nin devamı mahiyetinde olmasına rağmen, halkın hissiyatına bir farklılık icap ettiğinden mantıken ve zarureten, halkın hissiyatına karşı olan şedid hissiyatı hafifletmiştir. Kaldırmış değil hafifletmiştir. Çünkü demokrat parti dönemince de 163 madde hem devam etti hem işledi. Demokrat parti zamanında Mustafa Kemal’i putlaştıran kanun kabul edildi. Fazla bir farkı yok üç beş farkı var, laiklik dinin devlete devletin dine karışmaması mahiyetinde bir prensip olduğu ilan edilmişken, devletin idaresinin böyle bir laiklik anlayışının dışına çıkarak meşru telakki eden bir görüşü devam ettirmek istediler. Bunun tipik misali ezanın Türkçe okunma mecburiyetidir. Demokrat parti bu mecburiyeti kaldırmıştır, aslı okunacak diye bir şey yok, millet bu mecburiyet kalkınca aslına avdet etmiştir.  

Diğer taraftan İmam hatipler demokrasiye geçişle birlikte muhalif partinin propğagandaı dine vurulan darbe din eğitimin öğretiminin yasaklanmasının hususundaki cazibesini azaltmak için on aylık kurslar halinde halk partisi tarafından halinde açılmıştı, demokrat parti bunu resmi mektep yaptı, sonra radyoda Kuran-ı Kerim okuttu.Cuma günleri radyodan kuran oktu,o zaman kadar bu hayal bile edilemezdi. Şu birkaç tavizi mühümsiyen bazı insanlarda yanlış yanlış hareket yaptılar mesela Kemal Pilaoğlu ve onun mensubu olduğu Ticani tarikatına mensup müridleri de heykel kırmaya başladılar. İşte Mustafa Kemal hakkındaki kanun, bu heykel kırma üzerine çıkmıştır.

Ama netice ihtibarıyla İsmet Paşa Mustafa Kemali iptal ederek inkılabın, birinci adamı olmak istiyordu , bunun tatbikatından biride Mustafa Kemali on beş sene Etnoğrafya’da tutmuştu. Demokrat parti kabrini yaptı Anıkabir’e taşıdı vesaire. Şimdi bu Kemalist tavırlara rağmen Kemalist t en ufak taviz vermek istemeyenler bu İslam’a verilen mukabil tavizlerden rahatsız olarak bu işi yapmışlardır, bunun tipik misalini sana söyleyeyim, o zaman herkes dedi ki: ‘Türkeş kendi belli olmasın diye böyle söyledi’ dediler. 27 Mayıs’ da Cumhuriyet Gazetesinde bir köşe yazarı vardı Cevat Fehmi Başkurt bu adam 38 kişiyle röportaj yaptı tek tek, her gün bir adamla bunlardan biride Albay Türkeşti, türkeşe sordu ki:
“Siz ne zaman bu ihtilali yapmayı düşündünüz?” (Türkeş belki de kendi fikri olmayarak, bilmiyorum), ihtilalcilerin hissi kararlarına tercüman olmak üzere “ Ezan aslına döndürüldüğü gün biz bu kararı verdik” dedi. Ezan Arapçaya ne zaman döndürüldü, Türkçe okuma yasağı kaldırlıdı? Daha demokrat parti kurulmadan seçimden on onbeş gün içinde bu kanun çıktı. Haa, Demokrat partinin bir iyiliği daha var, hanedanın kadın ksımın gelmesine 52 de müsaade etti, güya o zaman erkekler de gelecekmiş ama celal Bayar buna engel olmuş. Şimdi Türkeş’in söylediği bu sözü doğrudur, ezan Türkçe okunma yasağı kaldırıldığı anda, bunlar bu gidişin Kemalizmden taviz vermek olduğunu düşündüler, başında Celal Bayar olsa bile farklı bir parti olabilme için halkı, parti zulmünü biraz azaltmak gerekir, bu yapılanlarda bu cümledendir. Yoksa ne Menderes Demokrat ne de Demokrat Partinin diğer ileri gelenleri bizim anladığımız manada birer kamil Müslümandılar, nede bütünü ile tasvip edilecek adamlardı. Bunlar uzun müddet Halk Parti içinde mebusluk yapmış adamlardı, Celal Bayar Başbakanlık yapmış adamdı, ama biraz ehvendi, ehven olmadığını söyleyebileceğimiz adamlar dahi vardı, Fuat Köprülü camilere ok koyma bilmem ne koyma da başrol oynayan adamdı. O zaman Darülfünun Emini yani üniversite Rektörü, böyle adamlarda var. 

Her neyse demokrasi icap ettikçe İmamhatipler açıldı şu oldu bu oldu, bunları taviz gördüler ve bu ihtilali yaptılar. Demek ki asıl İslami gelişmeyi engellemek maksadı ile yaptılar.

Bu ilk ihtilal böyle olduğu gibi diğerleri de böyle oldu, Kenan Evren ağzı ile söyledi “ biz idareye el koymasaydık Türkiye İran olacaktı” dedi. İran gibi olacaktaki mana şeriata gidiyordu. Demek oluyor ki, her ihtilalde önü kesilmek istenen İslami gelişmedir.

Bunları tespitten sonra o ihtilalcilerle yapanlarla ilgili az bilinen hatta hiç bilinmeyen işte istediğin gibi Rukiye hanım bir şey söyleyeyim.

İhtilalin ikinci günü Necip Fazıl Bey’in evine gittim, o zaman Kızıltoprak’ta heyula bir konakta oturuyordu. Necip Fazıl ihtilal günü Ankara’daymış, Ankara ‘da nümayişler olmuş polis dağıtmış şu olmuş, bu olmuş, Necip Fazıl hendekler ceset doluydu diyor ANKARADA, mübalağacı adam, sonra hiçbir şey olmadığı söylendi. Oraya onun evine Reşat Akşemsettinoğlu geldi. Öyle bir zaman ki radyo gelip teslim olmayan demokrat parti milletvekillerini teslim olmaya davet etmekteydi, bu da BOLU Milletvekili idi, Necip Fazıl onun gelişi ile telaş etti, “bende tehlikedeyim sende tehlikedesin” yani bu münasebetsiz bir ziyaret demek istedi, o da dedi ki: “ Korkma, Türkeş benim teyzezademdir, o bu harekete nasıl katıldı bak sana anlatayım. O bu ihtilal içinde, bir ihtilal yapar işi tersine çevirir ben teslim olmayacağım bekleyeceğim “ dedi.
“Nasıl bundan emin olabiliyorsun?” dedi ki,

“Bundan beş on gün evvel Türkeş bana telefon etti, bir parkta buluştuk, bana dedi ki: ‘ sen demokrat partilisin git Menderes’e anlat, falan gün falan falan adamlar, falan gün falan saatte , ihtilal yapıyorlar, (ihtilali haber veriyor, K.M), ihtilal yapacaklar ne tedbir alacaklarsa alsınlar, bende seni yine bu parkta bekleyeceğim ve hareketimi onların tavrına göre tayin edeceğim.’ (Demek ona teklif gelmiş biizmle beraber ol diye o da tereddüt geçirmiş, hükümetin tavrını öğrenmek istiyor K.M) Bende gittim Menderes’ e Türkeş’in anlattıklarını anlattım. Menderesin yüzü beyaz kağıt gibi oldu. Zile bastı gelen hademeye dedi ki “ derhal Ethem Menderes’i çağır, iki eli kanda olsa gelsin” Ethem Menderes o zaman Savunma Bakanı. Ethem Menderes geldi, kapının önünde durdu kollarını göğsünde kavuşturdu. “gel otur” “hayır acelem var, ne emriniz varsa söyleyin,”

Menderes: 
“Bak Akşemsettinoğlu ne söylüyor”
“Ne söylüyor?”
Anlat dedi, biraz önce Menderes’e anlattıklarımı ona da aynen anlattım.

Ethem menderes:
“Akşemsettinoğlu size teessüf ederim, bunlar Halk Partililerin propagandalarıdır, ordu bize bağlıdır, ben Savunma Bakanıyım her dakika ordunun nabzını tutuyorum, bunlar bizi rahatsız etmek için uydurulmuş şayalardır, efendim bu şayalara sizde kulak kabartıp huzursuz olmayın”

Menderes böyle iki elini yanına açtı, “ kime güveneyim, hangisine inanayım,” bir tereddüt bir sukut anı geçti.

Ethem menderes:
“efendim başka bir emriniz varsa söyleyin ben çıkmak üzereyim, müsaade buyurursanız gideyim ” dedi. Menderes işaretle git dedi o gitti. 

O gidince Menderes bana dedi ki: “ Hangisi doğru bunların, hangisi güvenilir bunların?”

“ Efendim ben çok güvenilir bir yerden öğrendim, akrabam olan bir Albaydan öğrendim. Yoksa sizi rahatsız etmezdim.”

Yine sustu uzun bir sukuttan sonra ben: “efendim kalkayım” dedim. “Peki” dedi, ben ayrıldım parka geldim.
Türkeş bekliyor “ ne oldu? “dedi, bende olan biteni anlattım.

“Demek ki bunlar bir tedbir almayacaklar bu iş olacak, bende tavrımı ona göre alayım”., dedi. Ve ayrıldık şimdi ihtilal oldu, Türkeş en ön planda görünüyor, o bu işe istekli değil.

Evet Türkeş neden ihtilali istemezken en ön palandaydı?

Necip Fazılın evinde başka neler konuşuldu?

Kadir mısıroğlu hapiste neler yaşadı?

Türkeş neden gece otelden pjamaları ile alınıp yurt dışına gönderildi?

İhtilali kimler yaptı?

Halk neler yaşadı?

Bütün bunları, yazının ikinci bölümünde bizzat yaşayan ağızdan dinlemeye devam edeceğiz.

RUKİYE YILDIZ ERDOĞMUŞ

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.