Başımıza taç...
BAŞIMIZA TAÇ…
"Ne ola tâcum gibi başumda götürsem dâim
Kadem-i nakşını ol hazret-i şâh-ı rusülün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidür
Bahtîya durma yüzün sür kademine o gülün"
(Sultan 1. Ahmet)
Sultan I. Ahmet, Cuma ve Bayram selamlığında takmak üzere Kadem-i Peygamberin suretinden bir sorguç yaptırmış hilâfet sarığına takmıştır. (Bilindiği üzere Bahti mahlasıdır. )
Şimdi bunu niye mi hatırladım? Biz millet olarak padişahından/halkına, kutsalımızı başımızda taşımayı şeref biliriz. Lakin bir zamanlar, başımıza taç etmemiz gereken kutsi değerleri, bazı eşhas ( zevat desem daha iyi) yüzünden çuvallara koyduk. Evet çuvallara buradaki “çuval” kelimesi telmih değil kelimenin tam manası ile çuvallara…
Efendim Sivas’tayım, babam yeni ev almış, taşınma esnasında kitaplarını kutulara koymuş, geçici olarak, evin alt katında, her daire sakinine tahsis edilen yere bırakmış. Yeni evde kitaplığı göremeyince, ailenin en önemli ferdini görememişçesine irkildim.
Bir vesile ile aşağı indim, kutulardan çıkarıp çıkarıp baktım, kutularda olmasına yüreğimin el vermediği bu eserler, bir zamanlar çuvallara konulup gömülmüştü. O sahnelere yürekler nasıl dayanmıştı bilemem. Bilemem çünkü ben akıl baliğ olmayacak kadar küçüktüm. Değil ilkokul, anaokuluna dahi gitmiyordum, küçüktüm ama olanları çok net olmasa da, kısım kısım; bazı kareleri flu da olsa hatırlıyorum.
Evimiz Ankara Çankaya’daydı, Büyükayrancı mahallesinde oturuyorduk. İhtilal olmuş. Babam şimdiki Anadolu gençliğin selefleri olan ağabeylerin olduğu cenahta imiş, ne büyük suç! Sivas’tan halamlar gelmişti, babamın kitaplarını çuvallara koyup götüreceklerdi, tarlalara gömeceklerdi. Kitaplar ne kitabıydı? Babam çok mu kötü şeyler okuyordu? Niye babam saklayacak kadar kötü kitapları almıştı? O küçük kafama nice sorular yağıyordu, anlayacak yaşta değildim.
Büyüklerimin bacaklarının arasından kitaplara bakıyordum.
Babam :
“ Yemedim içmedim bütün paramı yıllarca bunlara yatırdım, tarlada çürür yazık olacak” diyordu.
Halam babamı teselli ediyordu, “Üzülme çürümeyecek bir yere saklarım.”
Anlayamıyordum, anlayamazdım kutsalın ayaklar altına alınabileceğini…
“Sıkıyönetim” gibi kelimeler konuşuyorlardı. O küçük kalbimi korku sarmıştı, neler oluyordu anlamıyordum, ihtilal ne demekti? Sonra sokaklarda alenen işlenen cinayetler… Sağcı solcu, ayaklanmasını tırmalayanların, tırmandıranların, ekmeğine yağ sürer cinsten her gün çatışma haberleri…
Annem korkulu ses tonuyla bize her seferinde şöyle tembih ediyordu: “Kızım, size ‘baban hangi partiden?’ diye sorarlarsa ekmek partisi deyin…”
Kitaplar, annemin hali/ ürkek sözleri, televizyondaki haberler, dün gibi kulaklarımda… Ankara’daki kara günler…
Şimdi büyüdüm, demek halam kitapları iyi muhafaza etmiş, çünkü bu kitaplar salonun baş köşesinde yıllarca bize, bilgi, ahlak damıttı durdu.
Evet işte bir zamanlar çuvallara doldurulan sakıncalı kitaplar: Hadis Kitabı Kütüb-i Sitte ( altı kitabın icması), Asım KÖKSAL (İslam tarihi) 1960’ da basılmış Necip Fazıl Kısakürek imzalı kitaplar, dergiler, Sezai Karakoç şiirleri, 1969 basımlı Sarıklı Mücahitler (Kadir Mısıroğlu), Nurettin Topçunun, kitapları, onlarca, yüzlerce kitap, İmam-ı Gazalinin Zübdedül İhya, İhyâu’ulûmid-din… Hatta iki cihan serveri, Peygamberimizin, hayatını anlatan Siyer-i Nebi kitapları… Bunlarmış çuvallara konulan sakıncalı kitaplar. Kitapları gayri ihtiyari bağrıma basıyorum, yanağımda süzülen gözyaşımı elimin tersi ile silerken anneme yakalanıyorum.
Annem: “sen onlara şahit oldun, ya bizler, bizler Kuran-ı Kerimi turşu bidonlarına sakladığımızı biliriz.”
“Nee Kuran-ı Kerimi mi?”
“Evet benim annemlerde, yani anneannenlerde ezanın Türkçe okunduğunu bilirler, sizler bizlere göre daha şanslısınız. Ama kıymetini bilmiyorsunuz.”
Bu kitaplar yıllarca kitaplıkta başımıza taç gönlümüze ilaç olmuştu. Anneme:
“Bir an önce kitaplığı yapın, bu kitapların kıymeti/değeri dünyalık hiç bir şeyle ölçülemez, kutulardan çıkarın” dedim.
Kuran-ı Kerim mi? O başımıza taç mı? O ne kelime biz onun için yaşar, onun için ölürüz. Şimdi onu okumak için yaş sınırlaması mı var? Yok canım!
İhtilalları hatırlayınca bu anayasadaki değişikliklere EVET demeyi az görüyorum. İnşallah bu reform, kanalın önündeki vana mesabesinde olacak biz bir vanayı açalım bakın akabinde ne güzellikler akacak.
Sonra bizde I. Sultan Ahmet gibi, kutsalımızı, kitaplarımızı, başımıza taç edeceğiz. Ayaklar altından kurtulacak, aziz olanlar, izzetine kavuşacak.
“Ne ola tâcum gibi başumda götürsem dâim
Kutsalımızı, kitabımızı, zillete düşüremez artık hiçbir zalim.” Diyeceğiz.
RUKİYE YILDIZ ERDOĞMUŞ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.