Sinema, insana ait bir ruhtandı

Sinema, insana ait bir ruhtandı
Sakin başlamıştı gün. Daha doğrusu rüzgar daha ılımlıydı. Yaklaşım açısından değil, dokunuş babından. Dingin bir hal almıştı, rüzgar. Zengin bir sükunet misali.

Merhaba demek istediğinden beri elveda demeye kararlıydı. Elveda dediği gün de ilk gördüğü kişiye merhaba demişti.

Siyahtan açılmak gibi bir şeydi, artık hayat. Karanlıktı belki siyahın başlangıcı. Fakat sonrası da siyahın devamı sayılmaz mıydı?

'Fade' dediğimiz görsel efekt adına yemin olsun ki, siyahın beyaza aşkı kadar şaşkın insanlık. Renkleri unutacak ve bir o kadar da aldanacak kadar.

Sakin başlamıştı ya gün, aynı sakinlikle sesler birbirine karışıyordu. 'Mix' dedikleri bir geçiş ile bağlanabiliyordu, rüzgarın nağmesi ile insan sesi.

Zamanı dillendirmekle, zamanı dinlendirmek aynı perdeye düşüvermiş.

Kendi zamanını 'yaratarak', Yaratan'a şükrünü eda etme hali; kendine kalarak benliğiyle yüzleşme, kendine kaçarak hiçliğiyle tanışma gibi; renklerin en temizi olan beyaz üzerine alemi düşürebilmek kadar ağır yükün altına girme cesaretinde vuku bulan enaniyetle menkul olmayan; tasvir edildikçe tefsir edilmeye muhtaç, tevdisi aç, naif çığlıkların yalnızlığıyla 'alıcıyı' işaret eden sanat.

'Kamera' diye bildiğiniz alet işte, 'alıcı'.

Ne alır bünyesine de ne koyuverir önünüze? Size büyülü bir dünya bahşeden alete olan saygımız ne boyutta? Kullanıcısına ne tür sıfatlar atfedersiniz? Saygı diyoruz; lütfeder misiniz?

'Sinema ne ifade eder' diye sordukça uzaklaştığımız bir takım cevaplar var. Cevaplara yaklaşmak için soruları ne türe devşirmemiz/evirmemiz/çevirmemiz lazım gelir?

Çevirmeyle başladı bu yol. Makarayı çevirerek kristalize zemin üzerindeki kimyasala yaslanıverdi, dünya. Kimyasalların kendince zeminlerinde kare kare resmoldu hayat.

Temizlik imandandı ya; yıkandı, adına 'film' denen şeritler ve ak-pak bir halde yeni makinesinde ikamete başladı. Artık yuvası burasıydı. 'Sinematograf' diye seslenen de oldu kendisine, 'adını sen koy' diyen de. Bir çeşit projeksiyon/yansıtma makinesi olarak addedildikçe, suratları düştü makinelerin.

Kıymetleri işlevlerinden menkul cihazlara sadece alet muamelesi yapmak, cihazları sadece aletleştiriyordu. Böylesi bir adet de insanı afete sürüklüyordu.

Kendisine tapma niyetinde olan insan, alet olarak bu 'aletleri' kullanıvermesin mi? Tanrıcılık oynamanın bir yoluydu, bu.

Bırakın herkes kendi tanrısına tapsın ve bırakın herkes tanrısını kendi yapsın.

Aman Allah'ım...

Modern zamandı, bu. Kendi kuramını ortaya çıkaran icatlara yenileceğini nereden bilsindi? Sinema dediler başından sonuna kadar. Ama bilemediler; hayat demekti.

'Peki kim vehmetti bunu huşuna' fikriyle satırlara tebessüm edenler var ya, aslında yoklar. Sinema, var olmanın ifadesinin bir biçimi idiyse, yok saymak, yok olmanın ifşası olmalıydı.

Kim salıyor böylelerini sayfalara? Yakalayın da atın dönüşüm kutusuna. Dönüşe dönüşe eskiye dönsün; istediğiniz gibi olsun; ölsün, ki yaşamaya yeniden başlasın; rüya olsun bütün bunlar, rüya da hayat bilinsin; hayat, sinema menşeili ya, sinema da ölmeli ve hayat yaşamalı; din adına, dinin hizmetkarı bir alet yakılmalı; sonra sükunete varılmalı.

Ya da...

Sinema, müslümanın hayatı olmalı.

Sakin başlamıştı ya gün; sakin tecelli eden bütün gürültüler adına hususiyet kutsandı.

Ve sinema, insana ait bir ruhtandı.

Abdülhamit Güler

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.