Kent dindarlığı ve Mehmet Altan

Kent dindarlığı ve Mehmet Altan
Türkiye Yazarlar Birliği Bursa şubesi olarak bu hafta Mehmet Altan Bey’i ağırladık.

Sayın Altan bir bakıma “kent dindarlığı” isimli kitabının özetini bizimle paylaştı ve şunları söyledi:

“Kent dindarlığını çok önemsiyorum, iki sebepten dolayı bu konuyu çok önemsiyorum, birincisi: 1935’ten beri ailece oturduğumuz köşkün çevresindeki dindar prototipi ile alakalı, ikincisi: eskiden bizim solcuların solculuk üzerinden yaptıkları asla solculuğun özü ile bağdaşmayan, hareketlerin aynısını şimdi dindarlarda İslamla özünde bağdaşmayan hareketleri gözlemlememden dolayı.

Kent dindarlığı ile kırsal kesimi karşılaştırmadan önce şunu söyleyeyim, Müslümanlık derinliği olan, estetiği olan, iç yolculuğa mana katmak, hakikati aramak olduğunu ama giderek dindarların özünden uzaklaşıp esas, işlevinden kopuk, bir sosyal yetersizliğin ikame edilmesine şahit olduğum davranış biçimleri.

Gelir ve eğitim seviyesi yükseldikçe İslam’ı manasına göre anlamak yaşamak İslam’a göre davranıldığını, gelir seviyesi eğitimi düştükçe uzaklaşıldığını, bunun sadece ülkemizde değil dünyada da böyle olduğunu söylüyorum. Şeyh Galib gibi dünya çapında güzel örnek varken, buna karşı yoksullaştıkça kırsala indikçe Taliban gibi baskıcı, dayatan, vuran kıran bir İslam anlayışı türedi. Mesela Ramazan’da sigara içen birisine, elinde tespihli dolmuş şoförünün sinirle bakması, İslam’ın estetik anlayışından yoksun, “vururum kırarım” diye İslam’ı savunan tiplerin türemesindeki sebep, içtihat kapısının kapanması ile de alakası var belki…

Dünyada bir milyar, altı yüz milyon Müslüman var bütün bunların üretimi bir Almanya kadar. Şeyh galipten Taliban’a gerilemenin bir gerçeği yoksulluk. Neden 1 milyar 600 milyon insan Almanya kadar üretiyor.

Yoksul kesimlerin işiymiş gibidir din, halbuki din bir sosyal kategoriler üstünde o toplumun en yetkin akarsuyudur. Neden sosyal bir kategorinin benimsediği konusu benim aklımı kurcalıyor. Din kültürün bir kolu ise neden zenginlerden kimse çocuğunu İmam Hatibe göndermiyor? Neden fakir halk dine daha yakın? Nedeni kısa yoldan devlete memur olmak, din adamı olmak. Halbuki rahip olmak için evvela bir mesleğinizin olması gerekiyor doktor avukat vs olursunuz sonra üç yıl beklemeniz gerekiyor, sonra rahip olmak için ilahıyat okumanız gerekiyor ve İbranice ve laitinceyi ana diliniz gibi bilmeniz gerekiyor. Bizde imam aramadan hayat çıkışı, memur olmanın kısa yolu.

Türkiye 57 İslam ülkesinin en gelişmişi en zengini en demokratı ama Bugün Türkiye’de dünya ilişkilerinde “biz şöyle önemliyiz, böyle etkiliyiz” deniliyor, halbuki değil.

Benim, köşk dindarlığı dediğim, kent dindarlığını arayış var, kendisi baskı yapmadan kendisine baskı yapılmadan yaşamak. Halbuki biz birbirimize benzetilemeye çalışılıyoruz, benzersen ölürsün, daha değişik daha çoğulcu daha renkli olunmalı. Tek parti dönemine kızıyoruz tek tip insan üretmek istedi diye arkasından Nobel ödülü almış yazarı getirdiler diye itiraz ediyoruz. O zaman senin istediğin gibi yazan Nobel ödülü almış tek bir yazar gelir ülkene. Senin gibi düşünmeyeni ülkene sokmamaya çalışıyorsun. Avrupa’da fikir özgürlüğü kendi gibi düşünmeyene saygı göstermektir.

Kent dindarlığı dedim çünkü kırsal kesimde insanların mantıkları ağır aksak akıyor, tek tip oluyorlar. Akşama kadar tek muhabettleri nereye gidiyorsun? Denize tarlaya.. nereden geliyorsun? Başka sohbet yok, beyin işlemiyor, halbuki şehirde zihin işliyor. Türkiye’de adaletsiz bir dağılım var gelirde. Dindarlarda devlet sarayına girme derdi var yani paçayı kurtaramak için dini kullanıyorlar.

Osmanlıda padişah tanrının gölgesidir baş kaldırılamaz, fütuhat için başka ülkelere gidilir, sarayın teknolojik bir yapısının olmaması ve bu saydığım sebepler “yığınları” oluşturdu. Emek sermaye çatışması sonucunda okumuşlar askeriye kışla etrafında saf tuttu, fakir cahil olanlarda camii etrafında halkalandı. Cami kışla çatışması böyle başladı.”

Baş örtünün kişisel hak ve özgürlük olduğunu ama ülkemizde herkesimin bunu siyasete alet ettiğini anlatan sayın Altan, pek çok konuda bazılarının altına imza atacağımız ama çoğunlukla itiraz edeceğimiz şeyleri söyledi. Ve bende nitekim itirazımı şu şekilde söz isteyerek dillendirdim.

“Öncelikle Sayın Altan Bursa’mıza hoş geldiniz, sizi aramızda görmekten gerçekten memnun oldum, siz fikir özgürlüğünü ve hoşgörüyü yüksek sesle dillendiren birisiniz buna güvenerek müsaade ederseniz bende fikirlerimi söylemek istiyorum, böylece itirazlarıma kızmamanızı garantilemiş oldum” dedim. Salonda bu sözlerime gülüşmeler oldu. Alkışladılar. Söyle devam ettim:
“Sayın Altan ilk itirazım, Nobel ödülü almış yazar konusunda söylediklerinize, yazarı ülkemize fikir teatisi için getirelim ama benim halkıma kutsalıma yani dinime ve insanıma hakaret edeni neden şeref konuğu olarak getiriyorsunuz diye kızanlara kızmakta hoşgörüsüzlük değil mi? Avrupa’ da fikre saygıdan bahsettiniz, acaba hangi Avrupa ülkesine o yörenin halkına kutsalına hakaret eden adamı götürseniz , şeref konuğu olarak kabul ederler mi? Hadi ettiler diyelim, hiçbir kimse itiraz etmez mi? Yani benim ülkemde de itiraz edenlere hani fikir özgürlüğü diyoruz ya bırakın itiraz etsinler, neden horgörü yapıyorsunuz?

Mehmet Altan cevaben: “ bakın bizler okumuyoruz o yazarın hakaret ettiğini kim okumuş, kulaktan dolma duydukları ile adama kızıyorlar, adam kime ne demiş, ne hakaret etmiş onu söyleyen yok.”

Ben de bakın sayın Altan kızmayacaktınız baştan garantilemiştim bunlar kızma alameti dedim.

İkinci itirazım: Sayın Altan siz konuşurken kusura bakmayın ama aklıma Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Yaban” isimli kitabı geldi, o kitaba o kadar kızarım ki, köylünün kırsalın bu kadar aşağılanmasını kaldıramam. Zira fiziki olarak şehri besleyen köylü, yani tahılı meyvesi ile nasıl besliyorsa manevi olarak da, şehri köylü besler, İslam’ı tam olarak anlayan yaşayan insanlar nerede olursa olsun adam gibi adam olurlar. Bizin kırsallarımızdan da Yunusleyin nice dervişler, ilim, irfan, hikmet ehli, muhteremler çıkmıştır. İslam tarihine bakarsak bisetle birlikte çöllerdeki bedevilerden sahabeler, zenci kölelerden Bilali Habeşiler çıkmıştır, yani sayın Altan dini yaşayan hakikaten anlayan her yerde estetik davranmayı bilir, nitekim sizin Ramazan’da sigara içene sinirle bakan şoför şehirde yaşıyor...( Aslında buradaki etki tepki meselesi de tartışmaya açık bir konu) 

Önümde oturan bir bayanda Sayın Altan’a itiraz etti “ ben ekonomik seviyesi gayet iyi olan kültürlü bir ailede yetiştim ama bakın kapalıyım ve dindarım, ayrıca ilahiyatlıyım.”

Ben, Sayın Altan özel bir soru sorsam, ortamı ve sizi samimi gördüm ve bu soruyu sormak istiyorum dedim. “eski bir Cumhuriyet gazetesi çalışanı olarak, İslam sizin hayatınızda nerede, İslam size ne kadar yakın, ne kadar uzak?

Cevaben:
“Bakın ben daha önce yazılarımda, TV programlarımda da söyledim, ben dindar değilim ama dindarlara saygılıyım.”

Soru cevap faslı alt katta çay ikramında da devam etti. Evet Sayın Mehmet Altan giyinişi ve hareketleri ile oldukça rahat ve samimi birisi, sıcak davranışları ile sempatik duruşu var. Sayın Altan yine bekleriz.

Rukiye Yıldız Erdoğmuş/HABERVAKTİM.COM

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.