10 dolara din değiştiriyorlar
Kardeşim Ahmet Turan Yıldız, Ankara Diyanette basın görevlisi, TRT, TV 5 gibi kanallar içinde programlar düzenleyip, bazen kameraman, bazen teknik elaman olarak çekimler yapıyor. Geçtiğimiz günler de Cansuyu’nda görevli olarak Afrika’ya yardım götürmüştü, döndüğünde aramızda geçen mukalemeyi sizlerle paylaşmak istedim. Birlikte şükür gemisine binip bulunduğumuz diyarların, dünyanın en çok rızıkla donatılmış bölgesi olduğunu bir kez daha idrak ederek, tefekkür denizinde gezinmek için, kardeşimin anlattığı Afrika gözlemlerini, kısmen de olsa aktarmak istedim.
_ Ahmet, Afrika izlenimlerini biraz anlatır mısın?
_ Uçakla beş altı saat yolculuktan sonra Afrika’ya Etiyopya’ya gittik. Bizi çok sıcak karşıladılar. Onlarda saat farklı olduğu gibi takvimde farklı, onlar 2003 yılını yaşıyorlar.
_ Yoksulluk konusunda bazı şeyleri basından biliyoruz, senden de dinleyeceğiz ama ben en çok oradakilerin, sosyal kültürel hayatlarını ve dini yaşamlarını merak ediyorum.
_Orada Hıristiyan ve Müslümanlar iç içe, halkın arasında bu farklılık pek çatışma sebebi olmuyor, yönetim Hıristiyanların elinde, idare Hıristiyan köy ve şehirleri destekliyor, Hıristiyanları kollamasına rağmen kavim çatışmaları yüzünden bazı bölgelerde yönetimle Hıristiyan köylerin bazıları arasında “kavim” çatışmaları var.
Müslümanlar, şehirde ve köyde fark etmiyor eğer bilinçli ise çok sağlam karakterli, Müslümanlığın hakkını veren insanlar oluyorlar ama bilinçli değilse orada misyonerlik faaliyetleri akıl almaz hızda devam ettiği için, on dolara dahi din değiştireni oluyor. Ama İslam’ı bilenleri hem kibar, hem bilinçli, hem bilgili, kendini yetiştirmiş Müslümanlar, çok şuurlu pek çoğu dört dil biliyor, Somalice, Amharca, İngilizce Arapça… Tabii kırsal kesim de vasat olanlar daha fazla. Hıristiyan köylerin refah seviyesi daha yüksek çünkü yönetim desteği var. Mesela Necaşi’nin mezarını ziyaret için Meleke’ye gittik bayağı gelişmiş tam bir Avrupa şehri.
Müslümanlara karşı misyonerlerin çok sinsi faaliyetleri var, halkı sürekli din değiştirmeye zorluyorlar. Bütün bunlara rağmen, Müslümanlar çok nazik çok saygılı insanlar. Sinirleri alınmış millet hep gülüyorlar.
_ Onca fakirliğe rağmen mutlular mı?
_ Bazı şehirler gelişmiş, oradaki insanların dış dünya ile bağlantıları var ve bazı şeylerin farkındalar oradaki yoksullar mutsuz ama kırsaldakiler dış dünyadan kopuklar ve durumlarının kritiğini yapmıyorlar ve mutlular.
_ Peki Ahmet, dünyanın diğer ucuna İslam adına kardeşine yardım götürdüğünde, İslam’ın ne kadar kucaklayıcı olduğunu, evrenselliğini, her bir emrinde nice hikmetler mahfuz olduğunu yakinen gözlemledin. Bu yardım seferi, “Komşun açken tok yatma” diyen Resulallah’ın ümmeti olarak, kardeşlerinle kucaklaşınca, İslam’ın alem şümul bir din olduğunu bir kez daha düşünüp kıymetini idrak etmende etkili oldu mu?
_Pek tabii, göz yaşartıcı çok şey yaşadık. Mesela bir hapishaneye et götürdük, hapishane yetkilisi Hıristiyan, “et vereceğiz mahkumlara” dedik, “tamam verin ama bir sorun var” dedi. “Burada hem Müslüman hem Hıristiyan mahkumlar var, biz etleri dağıtırken Müslümanları Hıristiyanları nasıl ayırt edeceğiz?” Bizde dedik ki: “hayır, ayırt etmeyin herkese dağıtın, hepsi yesin” dedik. Karşılığında din değiştirmelerini isteyecek misiniz diye sordu, karşılığında ne isteyeceksiniz?( çünkü misyonerler orada din değiştirme adına iyilik yapıyorlar.) Biz, “hayır bu dinimizin emri fakirlere yardım edip paylaşmak için geldik” dedik. Adam şunları söyledi: “aslında siz et dağıtmıyorsunuz insanların neye inanması gerektiğini böylece anlatmış oluyorsunuz” dedi, o konuştukça hem sevinç, hem gurur, hem de merhametten gözlerimiz yaşardı.
Göz yaşlarımıza hakim olmadığımız çok oldu. Öyle şartlarda hayatta kalmaya çalışıyorlar ki, mesela bir köye gittik hiç kimsenin ayağında ayakkabı yoktu, sandalet veya terlik giyenler seçkinler. Çocuklara şeker dağıtacak oluyorduk, küçücük bir şeker için yaşlı başlı insanlar arasında izdiham oluşuyordu. Ama onlar için midelerine yiyecek bir şey gönderip hayata sarılmak çok şeydi. “Standart” veya “asgari geçim” gibi bizim literatürümüzde olan kelimelerin orada manası yok, hayatta kalmak için, en elzem ihtiyaçlar için mücadele veriyorlar.
Mesela arkadaşla bir eve girdik, ev dediysem toprak duvarla çevrilmiş üstü otlarla kapatılmış, içinde hiç bir şey yok, oturduk bizim görevli arkadaşın rengi değişti gözyaşlarını saklamaya çalıştığı belli oluyordu, dışarı çıkınca anlattı, yere tandır gibi kazdıkları ocak olarak kullandıkları yerin üzerine sac gibi bir şey kapatmışlardı, arkadaş o sacı kaldırıp bakmış “ne yiyecekler acaba” diye, içinde bizim hayvanlara bile vermeye imtina ettiğimiz kuru ekmek kırıntısı gibi birkaç parça şey. Onların tüm yiyeceği...
Halsizlikten sokaklarda yatan insanlar... Basında gördüklerimiz orayı anlatmaya yetmez ki …”
Kardeşim bunları anlatırken sesi titriyordu, o anlatırken ben onun Afrika ‘da çektiği yüzlerce fotoğraf karelerine bakıyordum.
Ayakları yalınayak, taban derileri meşinleşmiş, yarı çıplak, karınları şiş, kaburga kemikleri çıkık insanlar… Burnu akan, üzerine konan sinekleri kovmaya dermanı olmayan bitkin buruşuk yüzler, kafasını yana yatırmış insanın içini acıtan mahzun bakışlar. Ve en çok da o masum çocuklar, ağlayarak analarının bağrını delen susması için ellerine çikolata vermek söyle dursun açlığını bastırmak için eline yiyecek bir şey veremeyen çaresiz anaların karşısında, açlıktan ağlamaktan sesi kısılan çocuklar. Kardeşim haklıydı bazen gerçekleri anlatmaya ne kelimeler yeter, ne objektifler… Yaşanılanları olduğu gibi aktarmaya ne kameralar kadirdir, ne de vizör olayı tam yakalayabilir. Ruhlar, bir tek ruhlar, aklı ve kalbi perdelenmemişler anlar, ağlar. Bir müddet bende o da sustuk, utandık yaratandan. Bize verdiği nimetler karşısında şakir olmak söyle dursun şekva edişimiz… Azgınca tükettiğimiz nimetlerin envai çeşidi karşısında farkına varmadan isyanlar edişimiz, dünyayı biz halk etmişiz gibi bütün nimetleri hak etmişiz gibi çarpık/ bencil düşünce ile her şeyi heba edişimiz, geldi aklımıza, utandık. Utandık mahzun bakışlı Afrikalı kardeşlerimizden, utandık ve sustuk. Sustu tüm şımaranlar, geceleri eğlenmenin dozunu kaçırıp pasta kavgaları yapanlar, sustu onlarca çeşit yemek yapıp misafirine hava atmak için çöpe atılacak yemeklerle çöpleri dolduranlar, sustu tüketimin uşağı olanlar, sustu kıyafet ve eşyada renk uyumu için milyonlar harcayanlar, sustu tüm Müslümanlar.
Kardeşim devamla: “Fakirlikten dolayı orada fuhuş çok fazla, dolayısı ile AİDS de çok yaygınmış.
Misyonerlik çalışmalarını da düşününce oradaki aç kardeşlerimizi belki bizim göndereceğimiz yardımlarla sadece hayatta kalmasına değil dinini kurtarıp İslam’ın nasıl ulvi mefkurelerle insanı insan yapacağını da öğretmiş olacağız.
İnsanın en zor imtihanı açlık iledir, hani alem-i ervahta, yaratanın nefse “ sen kimsin?” sorusuna “ben benim sensensin” diye cevabının akabinde aç bırakılarak nefsin dize getirilmesini hatırlayalım. On dolara din değiştirmek, öyle kolay değil, en kof insanın yapacağı şey değildir. Buradaki imtihanın çetinliğini düşünmek gerek.
Yüreğinizle paketlediğiniz yardımları, kardeşlik şuuru ile sarmaladığınız nevaleleri göndermeye, on dolara kardeşine dinini iade etmeye ne dersiniz?
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.