En nadide eserler vakıflar eliyle yapılmıştır
Sayın Beyazıt, isterseniz önce vakıf ne demektir? Sohbetimize oradan başlayalım.
YUSUF BEYAZIT
Vakıf; insanların kendilerine has mallarını, gayrimenkullerini yine kendilerinin uygun gördükleri bir gayeye mâtuf olarak kullanmaları, ekonomik değerlerini o gaye için hapsetmeleri demektir. Vakfın kelime anlamı da hapsetmek olarak bilinir. Yani vakıf bir yere hapsetmek, bir yere bağlamak, bir yere şartetmek demektir. Bunun sonucunda Allah rızası için düşünülen kutsal bir gaye tezahür eder. Tabii olarak da bu vakfı bırakanların adı ölümsüzleşir ve kıyamete kadar hayırla anılırlar. İslâm’la tüzel kişilik kazanan vakıf hadisesi özellikle Selçuklular zamanında bir medeniyet haline gelmiş, Osmanlılar’la da bir dünya medeniyeti olarak ortaya çıkmıştır. Vakıfta hem bir yerellik hem bir sivillik vardır. Osmanlılar’da bugün çağdaş ülkelerin Bayındırlık, Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı pek çok hizmetler vakıflar eliyle gerçekleştirilmiştir. Osmanlılar zamanında bir yere kervansaray, han, hamam, bimarhane, medrese, köprü, cami, sebil, çeşme, dağ evi, hastahane gibi halkın hizmetine sunulacak eserler vücuda getirilirken merkezden hareket edilmemiş, bu hizmetler o bölgenin vakıfları kanalıyla ihtiyaca göre daha çabuk ve hızlı bir şekilde hayata geçirilmiştir. Mesela nereye köprü yapacaksa o şehirdeki, beldedeki, köydeki zengin ve hizmet sevdalılarını harekete geçirmiş ve bu tür insanları bir araya getirerek vakıf kurdurmuştur. Ve bu sistem sayesinde problem çok hızlı olarak yerinde çözülmüştür. Burada dikkatimizi çeken ikinci husus da hizmetler devlet eliyle değil sivil inisiyatifle çözülmüştür.
OSMANLI MÜLKIYETI OLMADIĞI TESBITI YANLIŞTIR
F.U.- Yani gerçek anlamıyla tam bir halk hareketi diyebiliriz.
Y.B.- Evet, tam bir halk hareketi. Vakfı bırakan insanlar bu hizmetin kıyamete kadar sürebilmesi için akarlar yani sürekli gelir getiren gayrimenkuller bırakmayı da bu işin tabii bir gereği olarak yerine getirmişlerdir. Bazı tarihçiler Osmanlı’da mülkiyetin olmadığını söylerler. Bu yanlış bir tesbittir. Alın size vakıf örneği. Vakıf taa kıyamete kadar sürecek mutlak bir mülkiyettir. Bir mülk vakfedilmişse artık ona kimse dokunamaz. O mülk vakfedenin gayesi doğrultusunda kıyamete kadar insanlığa hizmet etmeye devam edecektir. Bu kadar keskin bir mülkiyet olayı şu anda bile dünyada örneği görülmeyen bir uygulamadır. İnsanlar yaratılışından bugüne kadar her zaman birbirleriyle yardımlaşmaya ihtiyaç duymuştur. Bunun için de dünyada değişik argümanlar geliştirilmiştir. Ancak bunların en mükemmeli olan vakıf olayı İslâm’la tüzel kişilik kazanmış, Selçuklular ve Osmanlılarla bir medeniyet haline gelerek doruk noktasına ulaşmıştır. İlk vakfın Kâbe yani Beytullah olduğu düşünülürse bu sistemin önemi bir kat daha artar.
“VAKIFLAR” EN ZENGINKÜLTÜR VARLIKLARIMIZDIR
F.U.- Bir de vakıfların çok çeşitli oluşu dikkatimizi çekiyor.
Y.B.- Evet. Devletin yetişemediği, devletin bilemediği, düşünemediği pek çok konuda vakıflar kurulmuştur. Ayrıca özel sektörün kârlı bulmadığı, yatırım yapmadığı alanlarda da birtakım hizmet sevdalıları vakıflar kurmuşlardır. İşte vakıf olayını bu bakış açısıyla değerlendirdiğimizde ben olayı emanet olarak algılıyorum. Vakıflar en zengin kültür varlıklarımızdır. Bugün Türkiye’yi dolaşın, Osmanlı coğrafyasını dolaşın; en nadide eserler, en abide eserler vakıflar eliyle yapılmıştır. Mevlana bir vâkıftır, Mimar Sinan bir vâkıftır. Fatih Sultan Mehmet bir vâkıftır. Olaya böyle baktığımız zaman vakıfların büyüklüğü, renkliliği daha iyi anlaşılır. Edirne’deki Selimiye Camii bir vakıf eseridir. Süleymaniye Camii bir vakıf eseridir. Şimdi bütün bunları değerlendirirken vakfiyelerin ne büyük bir kurumsal hizmet alanı olduğunu daha iyi anlıyoruz. Daha İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi çıkmadan önce insan kişiliğini, şahsiyetini koruyan vakıflar kurulmuş. Meselâ bir yün vakfı kuruluyor, hayatını zor devam ettiren yaşlı, kimsesiz, dul kadınlara çıkrık dağıtıyor; onlar bir yandan bu çıkrıklarla yün eğirerek üretime katkıda bulunuyorlar ve o yünlerin değeri 10 akçe ise bu vakıf tarafından 15 akçeye satın alınıyor. 10 akçeye piyasaya sürülüyor, aradaki 5 akçe zarar vakıf tarafından karşılanıyor. Burada esas gaye insan onurunu zedelemeden onu üretime katkı sağlayarak hayata bağlayan bir iyi niyet tezahürü görüyoruz.
ECDATTAN HAMAL HAKLARI...
Bir başka örnek 13. asırda kurulmuş bir vakıf. Hamallar yaşlanıp da yük taşıyamayacak hale geldiklerinde onların iaşelerini temin etmek için kurulmuş. Çünkü hamallar sadece emekleriyle geçinirler. Yaşlandıklarında bu güç kalmaz. O günlerde sosyal güvence de olmadığı için sizin bizim gibi birisi tüm mal varlığını yaşlılığında hamallara hizmet edecek bir vakfa bağışlamış. Kendi nefsinden, kendi sevdiklerinden ayırdığı parayı hamallara harcıyor.
HAYVAN HAKLARI...
Peki sadece insanları koruyan vakıflar mı kurmuş ecdadımız, hayır. O devirlerde hayvan haklarıyla ilgili hiçbir kanuni düzenleme ve sözleşme yokken hayvanları koruyan pek çok vakıf kurulmuş ecdadımız tarafından. Hasta leylekleri tedavi eden vakıflar var. Buradan geçerken aç kalmasınlar diye göçmen kuşlara yiyecek temin eden vakıflar kurulmuş. Yine köpekler için Darulhavhav, kediler için Darulmiyav adıyla onlara hizmet edecek vakıflar kurulmuş.
Osmanlılar’da bugün çağdaş ülkelerin Bayındırlık, Sağlık Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı pek çok hizmetler vakıflar eliyle gerçekleştirilmiştir. Osmanlılar zamanında bir yere kervansaray, han, hamam, bimarhane, medrese, köprü, cami, sebil, çeşme, dağ evi, hastahane gibi halkın hizmetine sunulacak eserler vücuda getirilirken merkezden hareket edilmemiş, bu hizmetler o bölgenin vakıfları kanalıyla ihtiyaca göre daha çabuk ve hızlı bir şekilde hayata geçirilmiştir.
YUSUF BEYAZIT’I UĞURLARKEN...VEDA RÖPORTAJI
Vakıflar eski Genel Müdürü ile yaptığım son röportajı hiç unutmayacağım. Makamını başka bir hizmetkâra devretmeden önce Ankara’da genel müdürlük binasında bir masa etrafında sohbete başlıyoruz. Yusuf Beyazıt bey, yanında basın danışmanı Aslı hanım, Ankara büromuzdan bir foto muhabiri ve ben... Sohbet ilerledikçe benim göz pınarlarım dolmaya başlıyor ve sonunda patlıyorum. Ağlamaya başlıyorum. Vakfın ne olduğunu bilen bir insan nasıl ağlamaz. 1940’larda başlayan vakıf talanını ve kıyamete kadar sürecek bir hizmetin tamamlayıcısı ve mayalandırıcısı vakıf mülklerinin tarlamıza giren çekirge sürülerinin elinden nasıl kurtarıldığını öğrendikçe hınç doluyorum, Yusuf Beyazıt’a da sevgi, saygı ve muhabbet... Sayın Beyazıt 2003 yılında göreve getirilmiş eski bir imam. Eski Cumhurbaşkanlarımızdan Ahmet Necdet Sezer, Beyazıt’ı da kastederek “Siz imamları göreve getiriyorsunuz” demişti de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Ben de bir İmam Hatip mezunuyum, suç mu ki” diyerek onu susturmuştu. Sezer’in bu röportajı satır satır okuyup, tövbe etmesini diliyorum. Başbakan’ın en güvendiği bürokratlarından birisi sayın Beyazıt. Kıbrıs Adası büyüklüğündeki 27.400 adet kayıp vakıf eserini ortaya çıkaran, vâkıf insanların bıraktığı emanetleri iyi çalıştırarak vakıflara 2500 daire, 300 dükkân ve 200 alışveriş merkezi kazandırarak vakıfların cari bütçesini 20 kat artıran, eskiden yılda 10 eseri onaramayan kuruma bugüne kadar 3500 eserin bütünüyle onarılması imkânını bahşeden bu imamdan keşke yüzlercesini bulabilsek.
Yanılmıyorsam Sayın Beyazıt, geçirdiği bir kazadan sonra uzun sürecek bir tedaviye ihtiyaç hissediyor ve emekliliğini istiyor. Bu acı haberi bize veren Aslı hanımın ağlamaklı sesiyle biz de üzüntüye boğuluyoruz. Cüssesi küçük, fakat yaptıkları ile sayın Erdoğan’ın 12 dev adamından birisi sayın Yusuf Beyazıt’ı, yeni hayatına uğurlarken, ona tüm okuyucularımızdan şifa duaları bekliyoruz. Ve son olarak sayın Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan bir dilekte bulunmak istiyoruz. Onun amel defterinin kıyamete kadar açık kalması için Yusuf Beyazıt Vakfı ve Yusuf Beyazıt Vakıf Üniversitesi kurulması... Vakıflara böylesine sahip çıkan ve kurumda sessiz bir devrim gerçekleştiren Yusuf Beyazıt bunu hak etmiyor mu?
FATIH UĞURLU
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.