'Vakıf sisteminde almak yoktur, vermek vardır'
VAKIFLAR, HERKESIN BIR HAYAT HAKKI OLDUĞU DÜŞÜNCESI ILE KURULMUŞTUR
Ortaçağ denilen ve insanların diri diri yakıldığı, akıl hastalarına hayat hakkı tanınmadığı bir devirde, onları da tedavi edecek vakıflar kurulmuş. Bir hanım sultan Kayseri’de Gevher Nesibe adında bir vakıf kurmuş; insanlar müzikle tedavi edilmişler. Yine Edirne’de II. Beyazıt’ın kurduğu vakıf, akıl hastalarını müzikle tedavi eden vakıflara bir diğer örnektir. Tüm bu vakıflar herkesin bir hayat hakkı olduğu düşüncesiyle kurulmuştur. Ayrıca pek çok çevre vakfı kuruluyor. İstanbul’da insanlar temiz hava alsınlar diye bir vakıf kuruluyor. Bir hayırsever, İstanbul Boğazı’nda bir mekânı temiz hava vakfı olarak vakfediyor. İnsanlar oraya gelecekler, temiz hava alacaklar. Gece denize vurmuş olan mehtabı seyrederek ruhları sukûnet bulacak. Düşünebiliyor musunuz, böyle vakıflar kurulmuş. Burada Fatih Sultan Mehmed’in Vakfiyyesinden bazı örnekler vermek isterim. Maazallah bir kıtlık vâki olur ve hastanelerde yatan hastalar yiyeceksiz kalırlarsa diye, onların ihtiyacını giderecek vakıflar kurulmuş. Vakıf senedinde diyor ki; Ehli erbaba silah verile ve bunlar hayvanatı vahşiyyenin yavruda ve yumurtada olmadığı bir zamanda ormanlarıma çıkalar avlanalar ki hastalarımız gıdasız kalmayalar.
FATIH, DINIMIZIN (LEKÜM DINIKÜM VELIYEDIN) ILKESINE UYARAK HERKESI KENDI DININDE SERBEST BIRAKIYOR
-F.U.- Şartların orijinalliğine bakın.
-Y.B.- Evet kıtlık olacak, hastalar gıdasız kalacak iş erbabına verilecek yani hayvana eziyet etmeyecek kişiye verilecek, onu incitmeden avlayabilecek insanlar bulunacak. Bir de bugün Avrupa’nın karanlıklarından gelip Bosna Hersek’te insan avlayan sözde medeni insanları düşünün. Taa o devirde konulan şartlara bakın bir de hayvanatı vahşiyye yavru ve yumurta döneminde olmayacak. İşte Fatih Sultan Mehmet böyle bir Fatih olduğu için Peygamberin (Letüftehannel Konstantiyeyye) müjdesine mazhar oluyor ve çağ açıp çağ kapatıyor. İşte, o nedenle Fatih, Avni mahlasıyla şiirler yazıyor. Kaç dil bilip İstanbul’un fethine mazhar oluyor. Fatih, dinimizin (Leküm diniküm veliyedin) ilkesine uyarak herkesi kendi dininde serbest bırakıyor.
“HER KAPI VURULA AÇ VAR MI SORULA”
-F.U.- Sayın Beyazıt, “Vakıf nedir?” sorusuna cevap verirken adeta bir engin denizde yüzüyor gibisiniz.
-Y.B.- Evet. İnsanların ve hayvanların daha iyi yaşamaları için vakıflar kurulmuş. Gölleri temizlemek için vakıf kurulmuş. Hem de taa 14. yüzyılda. Bu vakıf, cemre suya düşmeden önce göldeki göze hoş gelmeyen pislikleri temizliyor ki cemre suya düştükten sonra insanlar gölleri seyrederken ruhları arınsın. Gözlerine çirkin bir şey görünmesin. İnceliği düşünebiliyor musunuz? Gemilerden ve fabrikalardan denizlere tonlarca zehirli atık atan sorumsuz insanların kulakları çınlasın. Yine Fatih’in vakfiyyesinden bir örnek: “Her kapı vurula aç var mı sorula hasta ise şifayab oluna. Yoksullar darul acizeye kaldırıla, ihtiyaçları giderile.”
SAĞ ELIN VERDIĞINI SOL ELIN GÖRMEMESI HADISESI BURADA GERÇEKLEŞIYOR
Vakıf sisteminde almak yoktur, vermek vardır. Sadaka taşları örneğine bir bakın, dünyada böyle bir örnek var mıdır? Camilerin köşelerine, meydanlara sadaka taşı konuluyor. Bizim Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde de bir örneği mevcut. İnsanlar gündüzün sadakai cariyye cinsinden tasadduklarını buraya bırakıyorlar, gecenin karanlığında ise ihtiyacı olanlar gelip oradan sadece ihtiyacı kadarını alıp gerisini bırakıyor. Ne veren alanı biliyor ne de alan vereni yani sağ elin verdiğini sol elin görmemesi hadisesi burada gerçekleşiyor. İşte, biz vakıf dediğimiz zaman böyle bir sistemi anlıyoruz. Hakeza kuş evleri, kuşlar karda kışta dışarıda kalmasınlar diye ecdadımız onlara zarif, kibar, güzel evler yapmışlar. Bir de külliyelerimizi düşünün. Bir Fatih Sultan Mehmet Külliyesi, bir Beyazıt Külliyesi’ni düşündüğümüz zaman şaşırmamak elde değil. İnsanların bütün ihtiyaçlarının giderildiği bir sistem; camisi var, hamamı var, çeşmesi var, tuvaleti var, medreseleri var, hocalarının kalabileceği yerler var, öğrencilerin kalabileceği yurtlar var, insanların yemek yiyebileceği yemek haneleri var, işte böyle bir sisteme külliye diyoruz.
KÜLLIYELERI DÜŞÜNÜNCE ŞAŞIRMAMAK ELDE DEĞIL
Bir Fatih Sultan Mehmet Külliyesi, bir Beyazıt Külliyesi’ni düşündüğümüz zaman şaşırmamak elde değil. İnsanların bütün ihtiyaçlarının giderildiği bir sistem; camisi var, hamamı var, çeşmesi var, tuvaleti var, medreseleri var, hocalarının kalabileceği yerler var, öğrencilerin kalabileceği yurtlar var, insanların yemek yiyebileceği yemek haneleri var, işte böyle bir sisteme külliye diyoruz.
OSMANLI’DAN BIZE 41.700 ADET VAKIF ULAŞTI
Amerikalılar bugün buna ‘kampus’ diyor. Bizim köşklerimizi alıp ‘coş’ dedikleri gibi. Bizim ocak başlarımızı alıp ‘şömine’ dedikleri gibi -ki bu kampusların bile birçok eksiği var. Burada sistemin bütününe baktığınız zaman bunların hepsi vakıflar eliyle hayata geçirilmiş. Kayıtlara baktığımız zaman Osmanlı’dan bize 41.700 adet vakfın intikal ettiğini görüyoruz. Bugün bunca zenginliğe, bunca varlığa rağmen Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan vakıfların sayısı -ki onların denetimlerini de biz yapıyoruz- şu anda 4000 bile değil. Halbuki Osmanlı’dan bugüne intikal eden 41.700 vakıf malıyla, mülküyle, varlığıyla, vakfiyyesiyle, hüccetiyle, beratıyla hâlâ yaşıyor. Bir değerler bütününden bahsediyoruz. Bunların herhangi bir vakfiyyesini aldığınız zaman yazısı antikadır. Kağıdı antikadır, onu yazan hattatı önemlidir, onun içinde yazdığı yazılar önemlidir, onun verdiği hedef önemlidir ve vakfiyyenin altındaki tuğra önemlidir, o vakfiyyenin yazılması için gerekli olan cami önemlidir, taşı önemlidir, horasan sıvası önemlidir, kûnde kâri kapısı, çinisi, içinde her bir savaşın acısıyla, ağıtlarıyla bezenmiş, o kardeşlerimizin ilmik ilmik dokuduğu gözyaşları saklı halılar önemlidir. Ve bunların bir çinisini, bir tombağını, bir şamdanını yapmak için bir usta bazen gözlerini kaybedeceğini bilir ama onu yapar, o camiye hediye eder, şimdi böyle bir sistem böyle bir değerler bütünü yazısı önemli, camisi önemli, çinisi önemli, taşı toprağı önemli amacı önemli, yapısı önemli bütün bu şeyleri içerisinde kendi güzellikleri saklı.
“SELÇUKLU ESERLERINE TOZ YAPIŞMAZ”
Biliyorsunuz Selçuklu eserlerinin tamamında geometrik desenler vardır, onlar öyle dizayn edilmiştir ki bunu bana Gazi Üniversitesi’nden bir hocamız söylemişti, “Kesinlikle o duvarın en küçük bir noktası toz almaz, ona öyle bir sirkülasyon kazandırmışlardır ki duvarlarına bir nokta toz yapışmaz, o geometrik desenleri işte böyle vermişler. Gitsinler Divriği Ulu Camii’nin taş ustalıklarına baksınlar; şimdi burada çok büyük bir sanatın, mühendisliğin de olduğunu söylemek istiyorum. Mimar Sinan, asırlar önce Selimiye Camii’ni yaparken kurşun bir tabla koyuyor ve kurşun tablanın üzerine caminin ve külliyenin temellerini yerleştiriyor ve herhangi bir maazallah deprem anında artık bu külliye tamamen gidip geliyor, yani topraktan ayrı, topraktan farklı çalışmıyor. Ne demek istiyorum, bugün bile teknolojik olarak o noktayı yakalayabilmiş değiliz.
DEVELERIN HIZINA GÖRE KERVANSARAYLAR YAPILMIŞ
Şimdi meselâ kervansaraylar; öyle noktalara kervansaraylar yapmışlar ki ecdat, güneşin doğuşuyla batışı arasındaki mesafelerin her bir yeri üzerinde ipek yolu ve sürre alaylarının geçeceği noktalara kervansaraylar yapmış. Şimdi güneş doğduğu anda kervan çıkıyor yola, develerin gidiş hızı belli ve akşam karanlığına ulaştığı zaman konaklayabileceği, ağırlanabileceği, ihtiyaçlarını gidereceği bir kervansaray orada hazır. Bu sistem şöyle çalışıyor, kervansaraylara gece girmek serbest ama sabah ezanına kadar çıkmak yasak, hancı oradan bağırıyor sabah, “Herkes baksın, eşyalarını saysın eksik var mı?” deyip “Tamam” cevabını aldığı zaman hanın kapısı açılıyor. “Hadi uğurlar ola, yolunuz açık olsun” diye gönderiliyor. Peki kervansaraylar içerisinde neler var; yine hamamlar var, çarşılar var, bütün dinlerde ibadet edilecek ibadethaneler var, hayvanların kalabileceği yerler var, hayvanların yiyebileceği otlar var, o dağ başında insanların yiyebileceği yemekler var ama bunların maliyeti. Bunu, bunun için anlattım Fatih Bey; yolculardan maliyetinin altında para alınıyor ve kalan parayı da kurulan vakıf süspanse ediyor, karşılıyor.
NE VEREN ALANI BILIYOR NE DE ALAN VERENI
Vakıf sisteminde almak yoktur, vermek vardır. Sadaka taşları örneğine bir bakın, dünyada böyle bir örnek var mıdır? Camilerin köşelerine, meydanlara sadaka taşı konuluyor. Bizim Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde de bir örneği mevcut. İnsanlar gündüzün sadakai cariyye cinsinden tasadduklarını buraya bırakıyorlar, gecenin karanlığında ise ihtiyacı olanlar gelip oradan sadece ihtiyacı kadarını alıp gerisini bırakıyor. Ne veren alanı biliyor ne de alan vereni yani sağ elin verdiğini sol elin görmemesi hadisesi burada gerçekleşiyor. İşte, biz vakıf dediğimiz zaman böyle bir sistemi anlıyoruz.
YARIN: YAĞMALANAN VAKIF ARAZILERI NASIL BULUNDU?
YENİ AKİT GAZETESİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.