Yılın sonu!

Yılın sonu!
Yılbaşı değil, yılsonu çünkü yeni yıla girmeden önce bir yılın hitamına eriyoruz, bir yıl daha eskitiyoruz, yani parmaklarımızın arasından akıp giden kum taneleri gibi, zaman fanusundan zevale tekrar yaşanması muhal olan bir yılı daha aktarıyoruz. Hayat H

Ölüm en büyük nasihat, kısıtlı bir zaman aralığında dünyaya gelen insanlar olarak, kısıtlı bir sermayeye sahip olduğumuzu kültürel yozlaşma sonucu unutuyoruz. Behimi hazlar peşinde ömür sermayesini tüketiyor, yılbaşı gibi dönüm noktası, yani, yıl tekerleğinin bir dönüşünün daha tamamlandığı demde oturup tefekkür edeceğimiz yerde, haz veren eğlencelere tevessül ederek, uyuşma yollarına başvuruyoruz. 

İnsan eğitilebilir bir varlık olduğu gibi, cahil kalınca ya da yanlış eğitlince azılı bir canavar gibi oluyor. Ya toplumlar? Toplumsal dinamikler ötelenerek ruhu beslemekten yoksun bir kültürün veled-i olan, batı tandanslı yaşamı benimseyerek, robotvari ne yaptığının, niye yaptığının, bilincinde/şuurunda olmadan komut almış robot gibi ‘şu gün şu hareketi, diğer gün şu kutlamayı yapacaksın,’ emrine itaat eden insanlar yığını oluyoruz. Bunları düşünerek etrafıma bakıyorum, şehrin caddeleri, dükkanların vitrinleri rengarenk ışıklandırılmış, süslü çam ağaçlarının üzerindeki parlak toplar, küçük süsler dikkat çekiyor ama bütün bunlar içimi sıkıyor, irite oluyorum o sivri cadı şapkalarını görünce.

Hülasa, yılbaşı denilince, meyve kola hindi taşıyan babalar, kömür odun kokusu yayılan, is kokan, kapalı, soğuk, gri gökyüzü, “yılbaşında ne yaptınız?” diye sınıfta soru soran öğretmene en cafcaflısından anlatacağı hikayeyi düşünüp hayalinden de bir şeyler katmaya çalışan öğrenci, evde koşturan sıkıntı ile hazırlık yapan anneler, sadece hava atmak için yapılan yapmacık hareketler, sanki mecburmuş gibi zoraki eğlenemeye çalışanlar, içki içip kusanlar, heyulamda ülkeme dair bu soğuk imgeler düşerken beynimin arka odalarına; yabancı ülkelerde içki içen eğlenen huzursuz insanların huzur araması, bunun için uyuşmaya çalışarak eğlenmeleri, huzur değil haz veren eğlencelerin peşinden koşmaları, mat suratları, birde kibritçi kız hikayesi geliyor aklıma. Zengin, azgın, diğergamlığı bilmeyen toplumda, donarak ölen yoksullar geliyor gözümün önüne. Yortu geceleri dahi kibritçi kız kimsenin umurunda olmuyor. Kibritçi kız belki remiz belki hayal, ama o ülkelerdeki gettolarda yaşayanların sefaletini bize göstermeyen, onların hayranı televizyonların rağmına, biz biliyoruz ki, onlar yardımlaşma duygusundan yoksun bencil, narsist tabloların ön plana çıktığı toplum. Halbuki bizim bayramlarımız yardımlaşma üzerine bina edilmiştir. Bayramlarımızın ana ritüeli, ziyaret, iyilik yapmak fakirleri gözetmek… Nasıl da huzur damıtır onların soğuk gecelerine karışan kahkahalarına nazire bizim her bir ritüelinde erdem tüten bayramlarımız… Bizim bayramlarımızda, neşeli kalabalıkların sevgi dolu hal hatır sormaları, nezih ortamlarda hamiyetli duruşları, mutluluk veren ziyaretleri, hep birlikte bütün toplumun kucaklaşması, “fakirleri gözetin” emri icabınca fakirlerin gözetildiği, yüreklerin bu güzel heyecanı toplu yaşadığı sahneler izlenir. Cennet kokulu ümmetin samimi bayramlaşmaları… Serin, ferah feza seherlerde, sükun veren sürura gark eden, bayram namazları, müminlerin camide saf saf meleklerle kol kola secde etmeleri… Bütün bunların farkına varamayanlar, huzur vermeyen haz peşinde koşanlar, yılbaşı sabahı baş ağrıları ile uyananların iç sıkıntılarına talip olanlar…

Kültürel benzemenin en büyük teslimiyet olduğu, en tehlikeli işgal olduğu, sözünden mütevellit, yozlaşmanın en büyük teslimiyet olacağını söylemek istiyor ve hızla asimile olan Türk halkının, bilhassa gençlerin özenti ile yaptıklarını görünce sonucunun nereye varacağını düşünmek beni ürkütüyor. Celladına aşık olan kız gibi, bizim gençlerimizin de biz biz yapan, toplumu ayakta tutan saiklere bomba döşeyen yabancı kültüre aşık olmaları beni korkutuyor. Ülkeme dair tüm hayallerim yıkılıyor.

Evet, ömrümüzden bir yıl daha eksildi, gelir ve giderlerimizin bilançosunu çıkarıp tefekkür edelim. Yani yaşam öyle saçma eğlencelerle israf edilemez, bol akçe gibi heba etmeye gelmez, sınırlı sayılı bir avuç gündür vücut avucuna sıkıştırılan zaman akçesi. Yelkovana asılırsın o kaçar, akrebi bağlarsın o çözer, yıllar tekerlik gibi bir çırpıda döner döner ve sermayen biter. Tekerlek döner döner her yılbaşı bir tur daha biter. Gençliğe tırmanırken orta yaştan inerken bulursun kendini, “orta yaş mı?” diye sormadan ihtiyarlık büker belini, dönen zaman dişlisi öğütmeden çabuk tutmalı elini. Ah bilseniz müruru zaman insana neler eder. Çizgiler derinleşir bakışlar buğulu, akan seller neleri sürükler. Sizce bu hüzün veren gün neden kutlamaya değer?

Yılbaşıymış!

Gün güheri ile tezyin olan ömür ağacımdan bugün yine bir avuç inci, mercan döküldü.

Dallarımdaki yeşilliğin kurumaya evrilmesi

Ömrü sermayesinden bir yıl eksilmesi

Ne huş ne ruh işi

Bunun bayram ilan edilmesi.

RUKİYE YILDIZ ERDOĞMUŞ/HABERVAKTİM.COM

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.