Rüyasını gördü, en büyük Kur’an’ı yazdı
1400 yıl önce “Oku” emriyle Hz. Peygamber’e (sav) vahyolundu. Ayet ayet âlemi şereflendirdi. 23 yılda tamamlandı. İlk kez yedinci yüzyılda kitap hâline getirildi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Kur’an-ı Kerim, bütün insanlığı kucakladı. Bugün 1400’üncü yılında insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ediyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 2010 yılını Kur’an Yılı ilan etmesinin ardından çeşitli projeler de beraberinde geliyor. Tıpkı Ankaralı ressam imam Recai Özsoy’un çalışması gibi. Gördüğü bir rüya sonrasında Kur’an-ı Kerim yazmaya karar veren Özsoy, bir ilke imza atmaya hazırlanıyor.
Gülbaba Camii’nin en alt katı. Salonun ortasında büyükçe bir masa, masanın etrafında dizilmiş renk renk boyalar, kalemler, devasa kâğıtlar, mürekkep ve ölçü aletleri… Caminin imamı Recai Özsoy, alışık olmadığımız bir portreye sahip. 20 yıldır resme gönül vermiş bir din görevlisi. Şimdiye kadar binin üzerinde tablo yapmış. Sadece ramazan aylarında bayanlar tarafından kullanılan alt katı resim atölyesine çevirmiş. Etraf, ilginç portre ve yağlı boya tablolarla dolu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’den Başbakan Tayyip Erdoğan’a birçok tanıdık simayı görüyoruz. Ancak bu kez boyaların, kalemlerin, devasa kâğıtların amacı farklı. Manzaranın gerisinde iki yıllık hummalı bir Kur’an-ı Kerim çalışması var. Üstelik bu eser, dünyanın en büyük Kur’an’ı olma özelliğini taşıyor. Recai Hoca, namaz aralarını bu atölyede geçiriyor, kalemini eline alıyor ve yazmaya başlıyor.
Bu devasa Kur’an-ı Kerim’in ilginç bir hikâyesi var. Özsoy, bir gece rüyasında abdest aldıktan sonra avuçlarında bir ışığın belirdiğini görür. Bir müddet sonra aydınlık, büyük bir kitaba dönüşmüştür. Arap harfleriyle yazılı kitabın Kur’an-ı Kerim’den başka bir şey olamayacağına yorar Recai Hoca. Gün boyu uzun uzun düşündükten sonra Kur’an yazmaya karar verir. Önce, buna benzer çalışmaların araştırmasını yapar. Lübnan’da Şeyh Hasan el Zayad isminde bir hattatın 1 metre boy 60 cm eninde bir Kur’an yazdığını öğrenir. Gaziantep’te de yine 1 metreye yakın bir çalışma vardır. İran’da ise benzer niyetle yola çıkan bir hattatın sonuca ulaşamadığını öğrenir.
Özsoy’un yaptığı çalışmanın kapak boyu 150, eni 107 cm. Üç kişinin güçlükle kaldırdığı Kur’an’ın ağırlığı 150 kilo. Recai Hoca’nın araştırmalarına göre bu denli büyük bir eser şu ana kadar yazılmamış: “Malzemeleri olabildiğince büyük olsun istedim. En büyük boy kâğıt aldım. 107 cm’den geniş kâğıt yoktu. Mürekkep ve boyalar için de bayağı araştırma yaptım. Hüsnühat çalışmalarında kullanılan özel boya aldım. Mürekkep de hüsnühatta kullanılan is mürekkebi. Bu da yurtdışından geliyor.” Özsoy’a 10 bin liraya mal olmuş çalışma. Ancak bunu sadece kendi imkânlarıyla gerçekleştirmemiş. Çevresinden destek almış: “Etraftan benim bu işi yaptığımı duyup gelenler destek olmak istedi. Onlar olmasaydı bu kadar kısa sürede bitiremezdim. Bu, bana daha da şevk verdi. Onlara her zaman duacıyım.”
Eseri iki yılda tamamlamış Recai Hoca. Bitirdiği, son noktayı koyduğu günü hayal etmiş hep; Kâbe’de dua etmiş bunun için. “Bırakacağım” dediği bir an olmamış. İlk cüzü bitirdiği sırada gördüğü rüya daha da gayrete getirmiş: “Rüyamda bana ‘Sen Allah’ın 701 tane ismini yazacaksın’ dediler. Ertesi gün Kur’an-ı Kerim’de 701 ayrı Lafzatullah (cc) olduğunu görünce çok duygulandım. Bitireceğimin ilk işareti böyle oldu. Beni en çok etkileyen durumlardan biri de hayatımda müthiş bir huzur, ailemde evimde bir bereket oldu. Yani tabiri caizse ne istediysem gerçekleşti.”
Özsoy, genellikle sakin ve dingin olduğu zamanlarda çalışmış. Günde en fazla iki, en az bir sayfa yazabilmiş. İyi verim aldığı saatler ise sabah namazından sonra olmuş. Özsoy’u en fazla yoran durumlardan biri yaptığı hataların sayfanın bütününe mal olmasıymış. Ayetin anlamını bozacak hatalar yaptığında iptal etmiş sayfayı. Özellikle ilk başladığı günlerde bu tür hatalarla sık karşılaşmış; ama artık eli alışmış. Özsoy’un bu çalışmayı hazırlamasında en büyük amaç gençlerin Kura’n-ı Kerim’e ilgisini çekmek.
İşin menfi yönünü hiçbir zaman düşünmemiş. Şimdi Kültür Bakanlığı kanalıyla eserin daha çok insana ulaşmasını hedefliyor: “Kur’an’ı Kerim ne kadar farklı görünürse o kadar ilgi çekecektir diye düşünüyorum. Gençlerde bunu gördükçe bir merak uyanacak, aşırı etkilenecek ve tesirinde kalacaklardır diye umut ediyorum. Ben bile yazamaya başladığım günden beri etkisinden kurtulamadım. Bir an bile yanından ayrılmak istemiyorum. En güzel yanı vaktinizi Allah’ın (cc) ayetlerini, onun sözlerini yazarak geçiriyorsunuz. Bu çok farklı bir duygu. Bu anlamda işin hem sanatsal hem de manevi yönü var. Ayrıca kültürel bir miras. Bu yıllar sonra çok kıymetli olacak.”
Dev Kur’an’a cemaatin de ilgisi fazla. Namaz bitiminde son hâlini merak edenler, mahalleden duyan eş dost, ziyarete geliyor. Kimi etkisinde kalıp yanından ayrılmak istemiyor, kimi gözyaşlarına hâkim olamıyor.
Özsoy’un resme olan ilgisi lise yıllarında başlamış. Öğretmen ve arkadaşlarının resmini çizerek geliştirmiş yeteneğini. Okul müdürünün dikkatini çekince, okulun duvarlarını onun resimleri süslemeye başlamış. Özsoy, Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’nü kazanmış; ancak ailesinin evlilik konusundaki ısrarı sonucu 15 gün sonra okuldan ayrılmak zorunda kalmış. Ardından girdiği imam hatiplik sınavını kazanan Özsoy, Bilecik’in bir köyüne tayin edilmiş. Burada evinde yaptığı resimlere yer bulamayınca köy meydanına taşımış. Köylüler de destek vermiş. Dönemin valisinden alay komutanına kadar hepsinin portresini çizmiş. Bir süre sonra tayini memleketi Haymana’ya çıkmış. Ancak burada cemaat durumdan pek hoşlanmamış. Hatta evdeki tabloları gören bazı kişiler, “Nereden alıyorsun bunları, günah değil mi?” diye sormuş. Bu süreçte Recai Hoca’nın ünü Diyanet camiasında yayılmış. Eski Diyanet İşleri başkanları Mehmet Nuri Yılmaz ve Ali Bardakoğlu’na portrelerini hediye etmiş. Recai Hoca, tabloların çoğunu satarak gelirini hayır işlerine harcıyor
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.