Bu sözler tartışma çıkarır

Bu sözler tartışma çıkarır
İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanı Şair İsmet Özel, Cumhuriyetin ilanının aslında İslam Ümmeti’nin ikinci Hicret’i olduğunu ileri sürdü.

Özel, dernekçe düzenlenen "İstiklâl Marşı ve Anayasa" konulu panelde yaptığı konuşmada "Cumhuriyet'in ilanı aslında İslam Ümmetinin İkinci Hicretidir. İlk Hicretimiz Asr-ı Saadet'te olmuştur ve Cumhuriyet'in ilanıyla beraber biz ikinci hicreti yaşadık" dedi. Panelde, yeni anayasa ile İstiklal Marşı’nın anayasadan çıkarılmak istendiği görüşü öne çıktı.

İstiklâl Marşı Derneği'nce tertip edilen "İstiklâl Marşı ve Anayasa" konulu panel 23 Temmuz 2011 Cumartesi günü Ankara'da yapıldı. Açılış konuşmasını yapan Genel Başkan İsmet Özel İstiklâl Marşı Derneği'nin bu panelle,  kuruluş gayesini kuvveden fiile geçirmek için gerekli toplantısını yaptığını ifade etti ve derneğin 1921'de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilen ve akabinde derhal rafa kaldırılan İstiklâl Marşı'nın, konulduğu raftan indirilmesini sağlamak üzere kurulduğunu hatırlattı.

KENDİMİZE  BİR  SAVAŞ ALANI TAHSİS EDİYORUZ  
      
Bu toplantının, lisan yoluyla bize dayatılan şeylerin fiiliyatla irtibatını anlamaya müteveccih olduğunu söyleyen Dernek Genel Başkanı İsmet Özel, bu konuları netleştirme ve işi Türk Milleti'nin hayrına bir sonuca götürme hususlarında niyetli ve inatlı olduklarını da sözlerine ekledi. Bu panelle İstiklâl Marşı Derneği'nin kendine bir savaş alanı, bir muharebe sahası tahsis etmiş olduğunu beyan ederek bunun birinci sebebinin İstiklâl Marşı'nın 1982 Anayasası'nda ilk defa anayasal hükme bağlanmış bulunması olduğunu ifade etti.
 
Panelde ilk olarak söz alan Cemil Tunç, anayasanın sadece hukukçuların söz söyleyebileceği bir konu olmadığını belirterek başladığı konuşmasında, anayasa değişikliği tartışmalarının bu konuda ciddi bir kafa karışıklığı olduğunu açığa çıkardığına işaret etti. Anayasanın, bir milletin kendi hakkındaki kanaatlerini içeren, hangi vasıfları haiz olduğunu belli eden, neden belirli bir toprak parçası üzerinde yaşadığını izah eden bir metin olarak görülmesi halinde, kurumların, organların ve işleyişlerin nasıl düzenleneceği konularının tali nitelikte olacağını ifade etti.

Bu meyanda, gündemdeki kısır tartışmaların haricinde, akademik sahada belirleyici olan doktrinel metinlerin de anayasanın manasının ve ehemmiyetinin ne olduğunu anlama hususunda işe yaramayacağını dile getirdi.
 
ANAYASA, MİLLET HAYATINA KAVUŞAMAMIŞ TOPLULUKLARIN İHTİYACIDIR
 
Konya Şube Başkanı Mustafa Deveci, anayasa meselesinin siyaset felsefesinde "toplumsal sözleşme " fikriyle izah edilişinden hareketle, modern hukukun hayatımızın birçok sahasını sözleşme zihniyetine büründürmeye çalıştığına, evliliğin bile mal rejimi sözleşmelerine raptedildiğine dikkat çekti. İnsanların en temel birlikteliklerinin dahi bir şirket kurarcasına sözleşmeye bağlandığı hukuk düzeninin insan hayatıyla bağdaşamayacağına işaret eden Mustafa Deveci, anayasanın millet hayatına kavuşamamış toplulukların lüzumunu hissedebilecekleri bir şey olduğunu dile getirdi. Mustafa Deveci, 1876 Kanun-i Esasi'sinin gayrimüslim unsurların etkinliğini artırmaya yönelik düzenlemeler ihtiva ettiğini örnekleriyle anlatarak; 1876'dan 1921 Anayasası'na doğru uzanan dönemde meclisin yetkilerinin giderek güçlendiğini ve Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde temsil kabiliyetinin zirveye ulaştığını, 29 Ekim 1923'ten itibaren ise tersi yönde bir seyrin devreye girmesiyle, meclisin yetkilerinin ve temsil kabiliyetinin giderek sönükleştiği ve değersizleştiği bir vetirenin günümüze kadar geldiğini ifade etti.


 
"ANAYASA" 1945 YILINDAN BERİ MAĞLUBİYETİN İFADESİDİR
 
Daha sonra söz alan Dadaşhan Celaleddin Kavas, İkinci Dünya Savaşı öncesinde anayasaların ve anayasacılığın, bir ülkenin kendi gücüne istinat ederek, kendi iradesini amil kılarak neler yapabileceğine; sosyal düzen ve ilişkiler bakımından hangi evsafı esas aldığına dair bir üstünlüğün ifadesiyken 1945 tarihiyle birlikte anayasaların ve anayasacılığın bir mağlubiyeti, bir acziyeti ve zafiyeti göstermeye yarayan; bir ülkenin kendi iradesiyle neler yapamayacağını ifade eden bir vasfa büründürüldüğünü muhtelif örneklerle izah etti. 1961 Anayasası ile birlikte, Türkiye'nin de bu furyaya tam olarak dâhil edildiğini ifade eden Dadaşhan Celaleddin Kavas, Anayasa Mahkemesi ve Cumhuriyet Senatosu gibi organların da anayasanın yeni fonksiyonunu icra etmek üzere ihdas edildiğini beyan etti. 1982 Anayasası'nın değiştirilemez üçüncü maddesinde İstiklâl Marşı'na atıf bulunduğu halde Anayasa Mahkemesi ve hukukçular tarafından İstiklâl Marşı'nı ölçü norm olarak hiç bir şekilde müracaat edilmediğine de dikkat çekti.
     
Genel Sayman Halil Özkan ise Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı ve Kanun-i Esasi'nin bilhassa Hariciye Nazırlığı yapmış kimselerce ilan edildiğini hatırlattı. 1921 Anayasası'nın kuvvetler birliğine ağırlık verdiğini izah ederek, 1923'ten itibaren egemenliğin kullanım hakkının tedricen milletten "kurumlar"a geçtiğine, 1961 ve 1982 anayasalarının bu durumu iyice belirgin hale getirdiğine işaret etti. Halil Özkan, 2004 yılındaki anayasa değişiklikleri neticesinde 1982 Anayasası'nın 90. maddesinde yer alan "milletlerarası anlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunların anayasaya aykırılığının iddia edilemeyeceği, kanunlarla çatışma söz konusu olduğunda milletlerarası anlaşmaların esas alınacağı" hükümlerine dikkat çekerek, bunun dışında ki birçok düzenlemeyle de meclisin uhdesinde bırakılması gereken işlerin başka mercilerin yetkisine kaydırıldığına dair örnekler verdi.
 
Muammer Parlar, "Kur'an ve Anayasa "konusunu merkeze aldığı konuşmasında Kelime-i Şahadet getirmekle Müslim, Allah'ın iradesinin her şeyin üstünde olduğunu kabul etmekle Mü'min ve bir millete mensup olmakla Muhsin olabileceğimize işaret ederek, kulluk ve cemiyet ilişkisinin ırkla, kültürle ve ortak yaşamla izah edilemeyecek bir sahada yer aldığını dile getirdi. Devletin "manevi bir şahsiyet" ya da bir "tüzel kişilik" olarak görülmesinin İslam ulemasınca reddedilmiş bir düşünce olduğuna dikkat çeken Muammer Parlar, Anayasa kavramı ve Kur'an arasında ancak menfi bir irtibatın olabileceği hususunu çeşitli veçheleriyle izah etti.   
      
Genel Sekreter Mustafa Tosun, bugün yeni anayasa tartışmalarının başlıca figürü olan birtakım kimselerin İstiklâl Marşı'nın anayasadan çıkarılabileceğine dair aleni beyanlarda bulunduklarına ve bu gelişmeleri bir fırsat olarak değerlendirdiklerine dikkat çekti. Değişiklik talepleriyle amaçlanan asıl şeyin, Türkiye'nin kendine mahsus yaşama imkânlarının yok edilmesi olduğunu ifade ederek, 1982 sonrasında dünyada yaşanan hadiselere adaptasyon için bir anayasa değişikliği talebinin öne çıkarıldığını dile getirdi.
 
İSTİKLÂL MARŞI ANAYASADAN ÇIKARILACAK MI?
 
Dünyadaki ilk esaslı anayasa olarak, Amerika Birleşik Devletleri Anayasası'nın görülebileceğini ifade eden Genel Başkan İsmet Özel ise, bunun sebebinin bir Amerikan aristokrasisinin bulunmayışı olduğunu, aristokrasinin olduğu yerde sosyal düzenin ne şekilde işleyeceğine dair kendisine müracaat edilebilen insanların mevcudiyetinin bir fonksiyon icra ettiğini; dolayısıyla Fransa'daki anayasal gelişmelerin de aristokrasinin giyotine gönderilmiş olmasıyla canlılık kazanabildiğini izah etti. 


 
"Yeni bir anayasa" talebinin ortaya atılmasının Türkiye'nin İslâm'dan mutlak manada kopmasının teyid ve tasdik edilmesine müteveccih olduğunu savunan İsmet Özel, "yeni anayasa" tartışmalarında, 1982 Anayasası'nın darbe anayasası olduğu gibi bahanelerin tedavüle sokulduğunu, hâlbuki bütün meselenin İstiklâl Marşı'nın anayasadan çıkarılması meselesinden ibaret olduğunu ve bu niyetin dikkatle gizlendiğini ileri sürdü. 
      
Yaygın olarak dile getirilen bir başka safsatanın da Türklerin yüzlerini Batı'ya çevrilmiş bulunmalarına dair olduğunu ifade ederek şunları söyledi: "Türk Milleti Lale Devri'nden itibaren yüzünü Batı'ya çevirdi. İyi, güzel, bunu kabul edelim. Peki, Türk Milleti yüzünü Batı'ya çevirmeden önce yüzü ne tarafa bakıyordu? Türk Milleti daha önce yüzünü hiçbir yere çevirmemişti. Kendisi yüz çevrilen bir topluluktu. Bunu saklamak üzere yüzünü Batı'ya çevirdiğini söylüyorlar."

KUR’AN VE MODERN TARİH

Modern tarihin Kur'an-ı Kerim'in nazil olmasıyla başladığını dile getiren İstiklal Marşı Derneği Genel Başkanı İsmet Özel, 1918 yılında Avrupa Medeniyeti'nin İslâm'ın bir askeri güç ve siyasi organizasyon olarak dünyadan kaldırıldığını ve kendilerine kök söktüren Türklerin artık bir daha varlık gösteremeyeceklerini ilan ettiğini hatırlattı. 1918'de Türkiye'de bazı ordu mensupları haricinde pes etmemiş hiçbir sosyal organizasyon bulunmadığını; Maraş, Urfa, Antep ve Adana'daki hareketlerin ordunun ümidine güç kattığını, bu ümidi taşıyanlarınsa üst kademedekiler olmayıp, bilhassa birtakım genç zabitlerden ve erattan ibaret olduğunu kaydeden İsmet Özel, tartışma oluşturacak şu iddialarda bulundu:

BU SÖZLER ÇOK TARTIŞILIR

"Cumhuriyet'in ilanıyla başlayan şey, bizim 1839'da kaybettiğimiz şeyin geri alınmasıdır. Biz 1839'da neyi kaybettiysek 1923'te onu geri aldık. O da bu topraklarda sözü geçen insanın Müslüman'dan başkası olmadığıdır. Biz bunu 1923'te Cumhuriyet'in ilanıyla geri aldık. Hiç kimse düşünmedi bunu. Hicret'le bunun bağlantısı neydi? Biz Mekke ve Medine'yi kaybetmedik mi? Kimdi kaybetmiş olanlar? Müslümanlardı. Peki Mekke ve Medine'yi Araplar mı kazandı? Hayır. O halde Cumhuriyet'in ilanı aslında İslam Ümmetinin İkinci Hicretidir. İlk Hicretimiz Asr-ı Saadet'te olmuştur ve Cumhuriyet'in ilanıyla beraber biz ikinci hicreti yaşadık. Bizi sadece Mekke'siz değil, Medine'siz de bıraktılar. Dolayısıyla bütün Cumhuriyet tarihimiz Müslümanların Medenî hayatı olmak zorundaydı. Medenî hayatımız bizim 1923'te başlıyor olmalıydı ve bu yapılmayacak bir şey de değildi. … Bu yeni anayasa hazırlıkları böyle lafların bir daha Türkiye'de söylenmemesi, söylendiği takdirde o adamın hayatının sona erdirilmesi alanını açacak. Gaye budur."

Kaynak: İstiklal Marşı Derneği

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.