Türkiye’de entelijansiya çökmüş durumda

Türkiye’de entelijansiya çökmüş durumda
Jean Baudrillard, ölmeden önce Londra’da karşılaştığımızda şöyle bir şey söyledi: Türkiye’de bir numara yok mu? Buradan bir şey çıkmayacak mı? Ahmet Can'ın röportajı...

Türkiye’de müthiş bir batılılaşma projesi var, ama aynı zamanda Türkiye medeniyet tecrübesi bakımından tarihte asil bir tecrübe üretti.

Amerika’da birinci sınıf üniversitelerde Osmanlı kürsüleri açılıyor. Osmanlı arşivlerini Amerikalılar inceliyor. Bu önemli bir şey. Bunun üzerine kafa yormak lazım.

Geçtiğimiz gün Beyoğlu’nda “İnsan Kitap”ta düzenlenen Külliyat Yayınları’nın kitaplarının tanıtım toplantısında sorularımızı cevaplayan Yusuf Kaplan, ‘Türkiye’deki Marksist düşünce’yi batının papağanına benzetti. “Batının taşralılıktan kurtulması İslam medeniyetiyle tanışmalarıyla oldu” diyen Kaplan, Türkiye’deki Marksistleri ve solumtırak Arap düşmanlarını da uyandırıyor. Kaplan, bugün Kemalist rejimin her fırsatta aşağıladığı Arap dili için şu ifadeleri kullanıyor: “Dünyanın her yerinde Antik Yunan düşüncesine ait metinler Arapça değilse, ona itibar edilmez. Çünkü o dönemde Arapça medeniyet dili. Dünyada ürettiğimiz ilk küresel medeniyet dili Arapça üzerinden islam medeniyetinin ürettiği tecrübedir.”

- Yayıncılık tarihimizi özetleyebilir misiniz?
- Nurettin Topçu, Erol Güngör ile bir hareket kuşağından söz edebiliriz. Sezai Karakoç’la birlikte bir diriliş kuşağı var. Ama öte taraftan da bir batılılaşmacı, seküler sol Marksist dalga da gelişiyor. Fakat şu an Marksist dalga bütün cazibesini yitirmiş durumda. Fakat Türkiye’deki yayıncılık piyasasına bu Marksist dalganın ürettiği canlılık hakim.

Fakat, batıdaki entelektüel birikimi Türkiye’ye aktarmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Türkiye’de Yapı Kredi Yayınları’nı düşünün. Türkiye’de bir dalga kırmak ve bir dalga kurmak gibi bir kaygısı yok bu arkadaşların. Bir medeniyet fikrinden yola çıkalım. Türkiye’de yeni bir fikriyat üretelim. Dolayısıyla Türklerde ‘çok ciddi düşünce hareketi, entelektüel hareket üretebilir’ gibi bir düşünce olmadı şimdiye kadar. Çünkü beslendikleri kaynaktan kaynaklanan bir problemdi. Türkiye’de 1970’lerde İslami çevrelerde bir yayıncılık furyası başladı. Çok gelişigüzel bir yayıncılık furyasıydı bu.

BIRINCI SINIF BIR DÜŞÜNCE ORTAYA ÇIKMADI

- Sistematik bir yanı var mıydı bu yayıncılığın?
- Hayır. Daha reaksiyoner bir yayıncılık diyebiliriz... Marksistlerin Batı’da üretilen şeyi Türkiye’ye aktarmasına benzer bir şey.. Yani dışarıda üretilen şeyi sadece burada tüketme hikayesi... Kendisini nesneleştirme hikayesini İslami çevrelerde de görüyoruz. Orada da birinci sınıf bir düşünce ortaya çıkaracak sıçrama olmadı.

- İslami yayınevlerinde entelektüel anlamda bir yükseliş  ne zaman başladı?
1980’lerden itibaren Türkiye’de İslami yayıncılıkta entelektüel bir çeşitlenme görüyoruz. Çağdaş İslam düşüncesi ile klasik İslam düşüncesi arasında bir ilişki kurulduğunu görüyoruz. Ama öte taraftan Batı düşüncesine de islami çevrelerin bir şekilde açılmaya başladığını görüyoruz. Fakat bu, herkesi bilinçlendirecek bir yayıncılık etkisine dönüşemedi.

- Sadece yayıncılıkla olabilecek bir şey mi bu bilinçlenme?
- Değil tabii ki... Bir düşüncenin sanat hareketinin sadece yayıncılıktan beslenmesi mümkün olmayabilir. Fakat yayıncılık bu işin tohumunu yetiştiriyor, toprağını ekiyor. Oradan ister istemez bir dalga kırıyorsunuz. Ya da dalga kuruyorsunuz. Bu iki şeyi aynı anda yapmak gerekiyor. Yani dalga kıran vazifesi görecek bir yayıncılık yapılmadı Türkiye’de. İki örnek vereyim tarihten. Birisi Batı’dan, birisi islam medeniyet tarihinden...

 islam medeniyet tarihinde Beyt’ül Hikme dediğimiz bir hareket var. Beyt’ül Hikme, o zaman da bütün bir Antik Yunan düşüncesini, Pehlevi İran düşüncesini, Zerdüşt düşüncesini, Mezapotamya düşüncesini, Mısır düşüncesini 50 senelik bir zaman zarfında İslam dünyasına aktardı. Bu, müthiş bir entelektüel faaliyet. Çok iyi bir çeviri faaliyeti...

- Sadece çeviri faaliyeti yapmakla mı yetindi Beyt’ül Hikme?
- Hayır, bir tek çeviriyle sınırlı kalmadı. Batı düşüncesiyle tartışan düşünürlerin yetişmesine imkân hazırladı. Yani Farabi’ler, Kindi’ler, arkasından İbni Sina var... Özellikle felsefe de bu çeviri faaliyetlerinin ürünü olarak ortaya çıktı. Çeviri faaliyetleri ve Beyt’ül Hikme olmamış olsaydı, kesinlikle İslam dünyasının çok güçlü bir şekilde felsefî ve fikrî açıdan gelişmesini bekleyebilmek mümkün değildi. Bu çok önemli. İkinci hareket de Batı’daki Rönesans’la ortaya çıkıyor. Bildiğiniz gibi üç önemli Rönesans var. ‘Erken Erken Rönesans’ dediğimiz 9. ve 10. yüzyıllar, ‘Erken Rönesans’ 12 ve 13. yüzyıllar, bir de ‘Geç Rönesans’ var; 16. yüzyıllar.

- İslam medeniyetinin rolü nedir orada?
- Üç Rönesans’ın oluşumunda da İslam medeniyeti tetikleyici motiftir. Yani İslam medeniyeti üzerinden Antik Yunan düşüncesiyle tanışıyor Batılılar. Yani kendi atalarının düşüncesiyle tanışıyor. Eğer böyle olmasa, Avrupalıların taşralılıktan kurtulabilmesi mümkün değil. Barbarlıktan kurtulup medeniyet aşamasına geçebilmeleri mümkün değil. Düşünün; Hıristiyanlık 9- 10. asırda bir sıçrama gerçekleştiriyor. Hatta Batı’da Aristo veya Eflatun’a ait metinler Arapça değilse, ona itibar edilmez. Çünkü o zaman Arapça medeniyet dili. Dünyada ürettiğimiz ilk küresel medeniyet dili Arapça üzerinden İslam medeniyetinin ürettiği tecrübedir. Endülüs’ü düşünün. Endülüs’te Yahudi düşüncesi, felsefesi o tarihin zirve noktasına ulaşmıştır.

İSLAM, BATI DÜŞÜNCESİNİ OLUMLU ETKİLEMİŞTİR

- Daha önceki dönemlerde Yahudi düşüncesi bu anlamda bir sıçrama yaşadı mı?
- Hayır, böyle bir şeye tanık olmuyoruz.

- İslam, Batı için aracı rolü mü gördü?
- Sadece aracı rolü görmüyor. İslam düşüncesi, çok ciddi bir şekilde Batı düşüncesini etkiliyor. Mesela İbni Rüşdçülük diye bir akım üretiliyor. İbni Sina’nın kitapları 15-16-17. yüzyıla kadar Batı’da tıb fakültelerinde okutuluyor. Paris Üniversitesi’nde iki Müslüman düşünürün heykeli vardır. Birisi İbni Sina’dır, diğeri Razi’dir. İnsanlık tarihinin yapıldığı coğrafya Doğu Akdeniz ile Hint Okyanusu bölgesi.. Bu bölge, İslam medeniyetinin omurgası, merkez coğrafyası.

- Amerikalılar ne yapıyor?
- Amerikalılar şu an tarih yapıyor. Post modern süreçte, küreselleşme sürecinde dünya tarihini yapıyorlar. Amerikalıların dışındaki bütün ülkeler aslında tarihte tatil yapıyor. Yani bir Japonya, Rusya, Çin, Afrika ya da Latin Amerika’da bir medeniyet tecrübesinin üretildiğinden söz edemiyoruz. Yani üretilen seküler paradigma doğrultusunda aslında kendilerini var kılmaya çalışan bir hareketlilikten söz edebiliriz. Mesela Japonya şu an bitmiştir.

- Nasıl yani?..
- Ekonomide bu kadar gelişmeleri, onların medeniyet çapında esaslı şeyler söyledikleri anlamına gelmiyor. Aynı şeyi Çin de yapmaya başladı. Çin, önümüzdeki 25-50 yılda dünyanın en büyük gücü olacak, fakat sadece kaba güç... Afrika’dan söz etmeye zaten gerek yok. Rusların ne yapabilecekleri belli.
Latin Amerika’nın adı bile yok. Dikkat edin, Latin Amerika’da çok ciddi sanat hareketleri var. Romanı, resimi, sineması 70’lerden itibaren dünyayı salladı. Bence önce çok güçlü bir fikir hareketinin oluşması lazım Türkiye’de. Özellikle Meşrutiyet döneminde gerçekleştirilen köklü bir entelektüel hareket, cumhuriyet döneminde ortaya çıkmadı.

- Modern psikopatlığın hızla ilerlediği bunalım çağında neye ihtiyacımız var?
- Geldiğimiz süreçte bir medeniyet sıçramasına ihtiyacımız var. Dünyanın buna ihtiyacı var. Dünya esaslı bir medeniyet kriziyle karşı karşıya. Batı uygarlık tarihçileri Batı uygarlığını 4 döneme ayırarak incelerler. Şu an içinden geçtiğimiz süreç ‘bunalımlar çağı’ diye tarif ediliyor. Batı’daki düşünürlerin ortaya koyduğu şey budur.
İSLAM'IN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKMELİYDİK
Batı’da hiç olmadığı şekilde ateist- nihilist bir Niçe var Türkiye’de. “Tanrı öldü” sloganları duyulmaya başlandı. İstiklal Caddesi’nde bunu görebilirsiniz. Halbuki Niçe, iki büyük temel soruna meydan okudu. Birincisi; akıl sorununu tartıştı. Antik Yunan düşüncesi özellikle. ikincisi de modern düşüncedeki akıl sorununu tartıştı. Darmaduman etti. Sokrat’la başladı, Kant’la bitirdi. ikisini de madara etti. Niçe, “Deccal” kitabında “İslam’ın önünde diz çökmeliydik” diye bir şey söylüyor. Biz Müslüman olduğumuzdan Batılı bir filozof bu kadar sarsıcı bir laf ettiği için onu önemsediğimizi söyleyemeyiz. Bu saçma bir şey olur. Aşağılık kompleksi olur.

NIETZCHE'NİN İNTİHARI BATI'NIN İNTİHARIDIR
Nietzche’nin intiharı, Batı uygarlığınıın çıldırması ve intihar etmesinin metaforlarıdır. Bunu çok rahat bir şekilde söyleyebiliriz. Niçe evet bir put kırıcı ama bunun yanında bir hakikat arayıcı.
Kompleksli “salyangozcu imamlar”ımızın ve sözde aydınımızın Osmanlı’ya bakışında da sorun yok mu sizce?
Biz Osmanlı medeniyetine çok oryantalist bir şekilde bakıyoruz. Osmanlı medeniyetinin nasıl bir medeniyet olduğunu anlayabilecek bir durumda değiliz. Hatta 1939’da bir dergi var. Çok ürkütücü bir şey bu. Kapağına çıkardığı şey şu: “Unutturulan Osmanlı”. Yani Osmanlı medeniyeti kendiliğinden, zaafları yüzünden çökmüş bir medeniyet değil. Durdurulmuş bir medeniyettir Osmanlı. Avrupalılar farklı kültürlerle, medeniyetlerle, dinlerle yetişebilmiş değiller. işte bu yüzden Osmanlı ile ilgileniyor Amerika. Yani bizim ürettiğimiz tecrübe dışlayıcı değil, kuşatıcı ve kucaklayıcı bir tecrübe.

TÜRKİYE'DE ENTELİJANSİYA ÇÖKMÜŞ DURUMDA

- İslam dünyasının sorunu nedir?
- Pergel metaforundan hareket etmemiz gerekiyor. Hz. Mevlana’nın pergelin sabit ayağını kendi medeniyetimize basmak dediği şey... Diğer ayağını da diğer bütün medeniyetlere açmak... İnsanlık tarihindeki büyük sanat hareketleri, siyasi hareketler kesinlikle pergel metaforu üzerinden gerçekleşmiştir. Kendi sabit noktanızdan bütün dünyaya açılıyorsunuz. İslam dünyasının sorunu pergelin şaşırma sorunu. Pergelimizi acayip şaşırmız durumdayız.

- Şu zamanda bu ülkeden bir münevver (entelektüel) çıkar mı?
- Şerif Mardin, “Türkiye’de bir entelektüel tipi yok; bir literati tipi var” demişti. Yani sadece okur yazar bir tip var diyor.

- Bir iddiası, projesi olan tip değil yani...
- Evet, aynen öyle. Türkiye’de entelijansiya çökmüş durumda. Türkiye kendi kendini sömürgeleştirme tecrübesi yaşıyor. Dünyada sömürgeleştirilmeyen üç ülkeden biriyiz. Ama kendi kendini sömürgeleştiren tek ülkeyiz. Dünyaya esaslı şeyler söyleyen bir Türk sineması, bir şiir, bir roman, bir müzik dili çıkarıldığı söylenebilir mi? Neden yapamadık? Biz sıradan insanlar değiliz ki. Sinan’ı biz yetiştirdik, Itri’yi biz yetiştirdik. Mevlana’yı biz yetiştirdik. Adam, Matrix’i yapıyor. Mevlana’dan besleniyor. Bugün Amerika’da en çok okunan şair-düşünce adamı Mevlana. Amerikalılar geri zekalı mı?

- Entelektüellikten nasibini alamayan Türk aydını, Mevlana’yı anlayabildi mi?
- Hayır. Biz Mevlana ile çok ilkel bir ilişki kuruyoruz. Bizim Külliyat Yayınları olarak yapmak istediğimiz şey; pergelin sabit ayağını buraya kilitleyip diğer ayağını da bütün dünyaya açabilmek. Kant’ın sözünü tekrar ediyorum. Gayemiz; “kendinde şey” olarak aktarmaya çalışmak, “kendimize göre şey” diye değil.

(Ahmet Can-Vakit)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.