'Solcular benim şiirimi kıskanıyor'

'Solcular benim şiirimi kıskanıyor'
Vakit yazarı Abdurrahim Karakoç ile Ankara Keçiören Estergon Kalesi-Osmanlı Konağı'nda Ramazan tadında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Yaşayan en büyük şairlerimizden olan Karakoç, Habervaktim'e siyasetten sanata, şiirden edebiyata, yakın tarihin önemli olaylarından önemli simalarına, medyadan, günlük yaşama dair pek çok konuda çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

İşte söyleşinin ilk bölümü

KİMSEYİ KIRMAM AMA BİRİLERİNİ RAHATSIZ EDİYORUM

Y.DÖNMEZ:
Efendim öncelikle teşekkür ediyoruz. Kırmayarak bize vakit ayırdınız.

A.KARAKOÇ:
Ben kimi kırdım ki sizi kırayım? Sadece birilerini rahatsız ediyorum.

Y.DÖNMEZ:
Kimi rahatsız ediyorsunuz, kimler onlar?

A. KARAKOÇ:
Bu memleketi hep kendinin tekelinde zanneden, babadan dededen kalma sözüne buyruk mütekallibe ekibi…



DEDEM VE BABAM DA ŞİİR YAZARDI, ŞAİR OLACAĞIMI BİLİYORDUM

Y.DÖNMEZ:
Şairlik ya da sanatkârlık doğuştan, Allah vergisi bir özellik midir yoksa aileden mi ya da sonradan öğrenilen bir şey mi? Siz çocukluk ve gençlik yıllarında bugün geldiğiniz noktaya gelebileceğinizi tahmin edebiliyor muydunuz?

A.KARAKOÇ:
Biliyordum. Bir ailede en çok ne ile iştigal ediliyorsa, çocuklarda o işle uğraşıyorlar. Benim dedem şiir yazarmış, onu tanımıyorum, çocukluğumdan belki kıt kanaat tanırım. Babam şiir yazıyordu, şiir okuyordu. Sonra ağabeyim başladı yazmaya. Onları gördükçe beni de bir merak saldı. Allah vergisidir ama ben de üzerine düştüm tabii. Biz beş kardeşiz, beşimiz de yazarız.
Dördünün yayınlanmış kitapları var. Birisi henüz kitap yayınlatmadı. Yayınlatmamasının nedeni de: Diyor ki, “Ben sizler kadar meşhur olamam, olamayacağım için gerek yok.”



KİMSE ŞAİR OLACAĞIMA İNANMIYORDU

Y.DÖNMEZ:
‘Güneş ışığının olduğu yerde ayın ışığı görünmez’ diye mi düşünüyor?

A.KARAKOÇ:
Evet. Doğru söylüyorsun, öyle düşünüyor, öyle söylüyor. “Senin kadar olamam” diyor. Bir aileden birinci sınıf güreşçi çıkar, ya birinci olacak ya da o işi yapmayacak. Seviye meselesi çok önemli. Ben öyle düşünmedim. Benim kendi kafamdan geçen ta çocukluktan beri, “Neyi yapıyorsam en iyisini yapacağım” dedim. “En uca taşıyacağım. En iyisini yapacağım.” dedim. İnanmazlardı arkadaşlar şiir yazdığıma. “Bu bir sanattır, ben bu sanatı yürüteceğim” dedim ve yazmaya devam ettim. Bana arkadaşlarım, “Ankara’da, İstanbul’da her yeri parsellemişler. Sen bu köyde ne yapacaksın?” diyorlardı. Aslında dedikleri de doğruydu.
Benim oraya üç gün sonra gelirdi günlük gazete. Dedim, “O öyle değil, göreceksiniz tüm Türkiye’ye duyurduğum gibi, Türkiye’nin de dışında duyuracağım ismimi.” İnanmazlardı.

SANATINI KİM İÇİN YAPIYOR?

Y.DÖNMEZ: Öyle bir idealiniz varmış. Peki gelecek açısından sanatın şekli noktasında nasıl bir ideal belirlemiştiniz kendinize? Hiç bitmeyen “Sanat sanat için yapılır ya da sanat halk için yapılır” tartışması... Siz hangi tarzı benimsemiştiniz?

A.KARAKOÇ: Ben sanatı halkım için yaptım. Benim yazdığım şiirlerin hepsi halkım içindi. “Sadece doktor okuyacak, sadece hakim okuyacak”, öyle şey olmaz.
Merkezinde insan olmayan sanat, sanat değildir.

Gerek şiir olsun gerek roman olsun gerek mimari olsun; dikkat edin, hepsinin merkezinde insan vardır. Güzelliklerin hepsi insana hitap ediyor. Başka bir şeye değil. Onun için benim çalışmalarım hep insan merkezli oldu. İnsanın değerini hep bildim. Ancak değersiz insanlar da var ne yapayım, onlara da vurdum. Karakterim öyle.

DADALOĞLU, KARACAOĞLAN’A BEŞ ÇEKER

Y.DÖNMEZ: Mutlaka ilerde ya da bugün sizleri de kendine örnek alacak sanatçılar çıkmıştır ya da çıkacaktır. Sizin de gençlik yıllarında örnek aldığınız, gıpta ile baktığınız şair-sanatçı var mıydı?

A.KARAKOÇ:
Olmaz mı, gıpta ile baktığım? Ben mesela Fuzuli’yi çok severdim, çok da okurdum; çok değerli bir şair. Bugünküler kıymetini bilmiyor, lisan bakımından kıymetini anlayamamışlar. Bugün güya bize uymadığı için, ilgi göstermiyorlar.
Fuzuli dışında Dadaloğlu mesela. Benim gözümde bir Dadaloğlu beş Karacaoğlan eder. Hem şiir yazıyor hem de kendi benliğini unutmadan haksızlıklara kafa tutuyor. Köroğlu da böyledir. Bir hikâyedir Köroğlu. Ama Dadaloğlu bir gerçektir biliyorsunuz. Hem o dönemlerde ezilmişler bu insanlar. Hem kimsenin ezilmesine de gönlüm razı olmaz. 
Arif Nihat Asya sevilmez mi? Necip Fazıl Kısakürek sevilmez mi? 
Fakat ben kendime örnek olarak hiç kimseyi almadım. “Ben bana benzeyeyim, ben hiç kimseye benzemeyim.” dedim. 

Y.DÖNMEZ:
Orijinal olayım yani?..

A.KARAKOÇ:
Öyle olması lazım tabii.
Şimdi bana soruyorlar, “Gençlere tavsiyelerin nelerdir?”
Öncelikli tavsiyem…
Bir: Önce Türkçe’yi güzel kullanın.
İki: İllâki “Ben en uca kadar gideceğim” deyin. Siz öyle deyin, belki gidemezsiniz ama Allah’ın takdiridir. Gidemezsin ayrı mesele, zirveye çıkman lazım. Yarı yoldan döneceksen hiç lüzum yok o zaman.
Bazı gençler diyor ki: Biz de yazıyoruz ancak iddialı değiliz. Ben de diyorum ki: Evladım terk edin o zaman. İddialılar gelsin.
İddialı olmayan bir adam hiçbir şeye yaramaz. Mesele bu kadar basit: İddialı olacaksın. Şehirde imkânları olan, maddi olanakları olan ustaların yanında yetişmiş kimseleri köyden gelen birisi hepsini destelememiş! Niye? Azmi var, samimiyeti var, inancı kuvvetli.



“HAK YOL İSLÂM YAZACAĞIZ”IN DOĞUŞU

Y.DÖNMEZ:
Çocukluk yıllarımdan bu tarafa dikkatimi çeken bir şiiriniz var: Hak yol İslâm yazacağız. Bu şiiri nasıl bir atmosferde, nasıl bir duyguyla yazdınız?

A.KARAKOÇ:
1960 yılında yazdığım bir şiir. 27 Mayıs İhtilali’nden sonra. Bazı yerlerde o zamanda İslâm’a karşı aşırı laikler vardı. Türkiye’de İslâm’a karşı menfi bir tavır vardı. Ben o zaman o şiiri yazdım. Çünkü lüzumluydu. Bazı mesajların önceden verilmesi faydalıydı. Rahmetli Bekir Berk vardı, Said-i Nursi’nin avukatlarından. Bizim oraya bir dava için gelmiş, beni de gıyaben tanıyor. “Karakoç” dedi, “Marş olabilecek şiirin yok mu?” “Yeni yazdığım bir şiirim var. İster marş yapın, isterseniz öyle okuyun” dedim. Rahmetli bir okudu ve çok sevdi. Ve onun üzerine marşlar yapıldı. O dönemlerde otobüslerle Anadolu’da dolaşırken bu marşlar çalındı. Yine onlardan Said Özdemir var, bugün Kocatepe Camii Fuarı’nda kitap imzalıyordu. Önce beni tanıyamadı. İsmimi söyleyince çok sevindi, kucaklaştık. “Biz sizin o şiirinizi marş yapmış, ne günler yaşamıştık” dedi. Bu Allah’ın bir ikrâmıdır. O anda sana bir ilham veriyor, o ilham şiire dönüşüyor, şiir beğeniliyor.

Y.DÖNMEZ:
Bir günde mi yazdınız o şiiri?

A.KARAKOÇ:
Hiçbir şiirim iki günde yazılmamıştır. Hiçbir şiirimin kopyası yoktur. Daktiloyla yazar, çıkarım. Anlık. Onun için farkındaysanız ben hiç bilgisayar kullanmadım. 

Y.DÖNMEZ:
Yine meşhur şiiriniz “Hasan’a Mektup”, bu şiirden daha mı önce?

A.KARAKOÇ:
O zaman işte… İkisini de o zaman yazdım.

İÇİME DOĞUYOR, ŞİİR OLUYOR


Y.DÖNMEZ
: Şiir yazarken bir ön çalışma, kağıt kalem… Bir ön çalışma olmuyor mu?

A.KARAKOÇ:
Hiç hiç. Doğrudan daktiloyla yazar bitiririm. Zaten gezerken, bakarken, insanlarla konuşurken içime bir şeyler doğuyor. Ben onları analiz yapıyorum. Şiir kıvamına gelince oturuyorum, bitiyor.

Y.DÖNMEZ:
Bu süreç bir hafta falan sürmüyor mu?

A.KARAKOÇ:
Yok, Yener kardeşim. Bir saat bile sürmüyor.

Y.DÖNMEZ:
Evet bir saatte yazılan bir şiir dilden dile dolaşarak marş yapılacak. “Minarelerin ucuna, kuşların gözbebeğine hak yol İslam yazacağız.” Maşallah.

A.KARAKOÇ:
“Yazdığınızın hepsi güçlü müydü?” diyeceksiniz. Yok hepsi güçlü değildi. Zayıfları da vardı biliyorum, olabiliyor.
Şiirde ilham vardır. Şiir ilhamsız olmaz. Cenâb-ı Allah bir ilham veriyor. O ilham bana yazmayı emrediyor. Bakın yağmur yağarken bulutların geldiği gibi, Allah bulutsuz yağdıramaz mı yağmuru? Ama bir vesile ihdas etmiş. İnsana da bazı şeylere görerek, duyarak ihsas ettirdiği için yazdırıyor. Gece vakti yazıyorum; bazıları “romantik” falan diyor.

MİHRİBAN ROMANTİZM DEĞİL, O BİR GERÇEK


Y.DÖNMEZ:
Romantik dediniz de aklıma Mihriban geldi.

A.KARAKOÇ:
O romantik değil. Romantik olmak; hayali şiir demek, olmayan bir şey demek. Benim ki gerçek. Eğer olmasaydı yazamazdım. Ama ismi Mihriban değildi, o ayrı. 

Y.DÖNMEZ:
İsmini hatırlıyor musunuz şimdi?

A.KARAKOÇ:
Hatırlamaz olur muyum?.. (Gülüyor) Gerçek olmasaydı öyle güçlü bir şiir çıkmazdı. Herkesin de bu denli dikkatini çekmez, çevirmezlerdi. Benden sorarlardı: Bu kimdi? Yahu, kimini ne yapacaksın?

Y.DÖNMEZ:
Mihriban’ın Karakoç’a ait olduğunu bilen kadar bilmeyen de var…

A.KARAKOÇ:
Bizim koyunlar da bilmezdi benim yazdığımı. Bırak onları… Bugün sağcısı da biliyor solcusu da biliyor kime ait olduğunu. Fakat bazıları bildiği hâlde inkâra kalkışıyor.

SOLCULAR BENİM ŞİİRİMİ KISKANIYOR

Y.DÖNMEZ:
Onu demeye çalışıyorum…

A.KARAKOÇ:
Şöyle düşünüyorlar: Yahu böyle güzel şiirleri bizim solcular yazması gerekirken nasıl oluyor da bu adam yazmış. Kıskanıyorlar.
Nebil Özgentürk, bilirsiniz. Şiir, edebiyat çevirisi yapıyor. Bir gün yazmış, “Abdurrahim Karakoç’un değilmiş bu şiir” diye. Bu şiir Kahramanmaraş’ın Arguvan ilçesinde yüz elli yıldan beri söylenirmiş. Ben de cevap yazmıştım, “Nebil ne bilsin” demiştim. “Bir kere Kahramanmaraş’ın ‘Arguvan’ diye bir ilçesi yok, onu bilmiyorsun.” “Bak ben sana söyleyeyim” demiştim, “Arguvan, Malatya’nın kazasıdır. Ve orası tam Alevî’dir. “Sende de o var mı?” dedim. “Öyle olsaydı onu bilirdin. Yüz elli yıllık, 1961’den önce o şiiri bir yerde bul, ‘yazılmış, söylenmiş’ diye. Ben de sanatı terk ederim” dedim. “Sen de haklısın, bu şiiri sağ görüşlü birisinin yazması senin ağrına gidiyor” dedim. Sizin Marksistler, Lenistler, Stalinciler olsaydı severdin” dedim. “Bu seni kızdırıyorsa kızdırmasın” dedim. 

MARKSİSTLER ŞİİRLERİMİ ALIYOR

Y.DÖNMEZ:
Sağ kesimden sizin gibi değerli insanların çıkması niye yadırganıyor. Solun tekelinde olan bir şey mi?

A.KARAKOÇ:
Kindar olduklarından. “Bu tarafa itibar edilirde, fikirlerinden dönülür” diye korkuyorlar. Aslında ben biliyorum Almanya’dan gelip de Marksistlerden şiirlerimi alanları, fanatik Alevîlerden dahi sevenler var bu şiirimi.

Y.DÖNMEZ:
Besteleyenler sizden izin aldılar mı?

A.KARAKOÇ:
Çok oluyor, evet. Kullanmak için de izin isteyenler oluyor.

Y.DÖNMEZ:
Bestelenince daha çok duyuldu galiba?

A.KARAKOÇ:
O dönemde fazla okuyan yoktu ki duysun. Okuyan biliyordu. 
Daha sonra terennüm edilince daha çok duydular. "Türk’ün aklı gözünde yahut da kulağında” derler ya. Aynı kitabı üç, dört, beş hatta on defa okuyan adam, müzik olduktan sonra “Allah Allah! Lambada titreyen alev ne demek, bu ne demek” diyor. Sen okumuştun? Yok öyle anlamıyor. Daha bunun gibi çok şey var da müzik olmadığı için anlamıyor.

MİHRİBAN’A YAZILMIŞ ŞİİRLER

Y.DÖNMEZ:
Mihriban’ın hikâyesini hiç anlattınız mı bugüne kadar.

A.KARAKOÇ:
Yok hiç anlatmadım. Anlatmam da.

Y.DÖNMEZ:
Niçin?

A.KARAKOÇ:
Niye anlatayım. Gençken birini sevmişim, normal. Bu meşru bir şey. Bu sevgi insani bir sevgi, İslâmi bir sevgi…

Y.DÖNMEZ:
İstediniz de vermedi mi ailesi?

A.KARAKOÇ:
Olmamış. Olmadıktan sonra da bunu açığa vurmak da herhâlde erkekliğe yakışmaz değil mi?..

Y.DÖNMEZ:
Peki Mihriban’a yazılmış başka şiiriniz var mı?

A.KARAKOÇ:
Çoktur da isim yoktur ondan başka.
“Unutursun Mihriban’ım” diyorum. “Mektup üzerine yazılmış şiirdir. Unutmak kolay mı deme, unutursun Mihriban’ım. Mektup üzerine yazılmış. Oğlun kızın olsun hele unutursun Mihriban’ım.”

MİHRİBAN’I HİÇ AÇIKLAMADIM, BENİMLE TOPRAĞA GİDECEK

Y.DÖNMEZ:
İnternette antoloji diye sanat ve edebiyat sitesi var. Orada Mihriban’a birisi cevap yazmış. Size sitem var orada.

A.KARAKOÇ:
Ben bilgisayara bakmam, internet kullanmam. Dünyada bakmam öyle şeylere, bu yaştan sonra. Ben hiçbir arkadaşıma söylemedim. Mihriban açıklaması yapmadım. Ancak ben öldükten sonra, “Ben konuşmuştum, şöyle dedi, böyle dedi” diyenler çıkabilir. Yalan söyleyenler olabilir, belki arkamdan. Siz şahit olun. Mihriban hiç açıklanmamıştır, açıklanmayacaktır. Sırrı benimle toprağa gidecektir. Bunu söyleme ihtiyacı hissediyorum çünkü yalan söyleyenlerin haddi hesabı yoktur bizim ülkede…
Gazetede kızın birisi diyor ki: Eski sevgililerim… Ne demek bu sevgililerim? Bir de değil demek ki birkaç tane.
Bana diyorlar ki, “İkinci bir Mihriban daha olur mu?” Olmaz yavrum. Bir kişiye yıldırım iki defa düşmez. Bir kez düşer. Bitti.
Sivas’ta canlı yayındaydım. Telefon eden bir hanım diyor ki: Bu Mihriban yaşıyor mu? Bilmiyorum. “Nasıl bilmezsin?” diyor. Bilmiyorum, otuz-kırk yıl geçmiş, nereden bileyim. Benim memleketimde de değildi. Diyor ki: Eğer yaşıyorsa ve bu türküyü dinliyorsa Allah ona yardım etsin. Bilmiyorum o dosya o zaman kapandı işte.

32 YAŞINDA EVLENDİM

Y.DÖNMEZ:
İletişim koptuktan sonra ne zaman evlendiniz?

A.KARAKOÇ:
Onun zamanında 28 yaşındaydım; 4 yıl sonra, 32 yaşında evlendim. Her şey yukarıdan tayin edilmiş. Çocuklarımız oldu. Bilemiyorsun işte. Severek mi evlendim? Bilemiyorsun, bu da görerek oldu işte. Öbürü olsa daha mı iyi olurdu? Orasını da bilemem. Kötüde olabilirdi değil mi?

Y.DÖNMEZ: Buradan gençlere bir tavsiyeniz olur mu? Başlangıçta “Hem insani hem İslâmi olmalı” demiştiniz?

A.KARAKOÇ:
Tabii öyle olmalı. Mesela bazıları inkâra kalkışır. Yalan söylemek yasaklanmış. Bazıları yaşanmış şeyleri inkâr ederler.

İLÂHİ AŞKA GİDECEK YOL, BEŞERÎ AŞKTAN GEÇER

Y.DÖNMEZ:
Mesela Yunus Emre de diyor: “Beşerî aşk, ilahî aşka götürür” diye. Bunu nasıl yorumlarsınız?

A.KARAKOÇ:
Bir dostum var. Bir gün gençlere sormuş? “Hiç sevdiniz mi” diye. Gençler de demiş ki: Sevmedik. Onlara kızmış, “Olur mu öyle şey? Allah sizi sevmek için yaratmış, niye sevmiyorsunuz ki? İnsanı sevmeyen Allah’ı nasıl sevecek?” demiş. Seveceksiniz ama İslâmi ölçüler içerisinde. “Allah’ın yarattıklarına aşık olamayan Allah’a da aşık olamaz” diyor, doğru söylüyor. İlâhi aşka gidecek yol beşeri aşktan geçer. Otları, kuşları, kelebekleri toprağı seveceksin de eşrefi mahlûku sevmeyeceksen, ilahî aşka nasıl ulaşacaksın? Hangi yoldan gideceksin? Yollara tel örgü çekiyorsun, barikat kuruyorsun; sonra “Ben oraya gideceğim” diyorsun. Yalan, gidemezsin!

Y.DÖNMEZ:
Bugün sevginin içi boşaltılmış. İslâm’dan uzaklaşmaya bağlayabilir misiniz?

A.KARAKOÇ:
Evet. Temelinde İslâm’dan uzaklaşma var. Tüm bunlarda sistemli bir şekilde yapılıyor. (Ses kayıt cihazını göstererek) Bakın buraya haç işareti konmuş, bu ne?
Bakın bu artı işareti bilerek konmuş. Her yerde kullanıldığı için dikkat çekmiyor ama bilinç altına işleniyor. Senin hilâlini niye koymazlar bunlar? Hilâl daha cazip değil mi? Koymazlar.


YARIN:

‘Dalaksız Bulaşık Oğlan’ın hikayesi

Ahmet Hakan Vakit’e neden saldırıyor?

Süleyman Demirel’i neden reddetti?

MHP’de kimler elinde içki şişesiyle dolaşıyordu?

Alparslan Türkeş neden kitaplarını yasaklattı?

MHP’den ayrılırken Türkeş ne dedi?

Bahçeli’yi nasıl tanımlıyor?

Neden 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olarak gösterildi?

Milliyetçiliği ve İslamcılığı nasıl görüyor?



Yener Dönmez - Fatih Yıldız (habervaktim.com)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.