Bu film kemalistleri çok kızdıracak
Can Dündar’ın yönetmenliğini yaptığı “Mustafa” filmi bugün gösterime giriyor. Fakat film özellikle kemalistleri çok kızdıracağa benziyor. Belgesel formatında çekilen “Mustafa” filminde Atatürk, her gün bir büyük rakı içen birisi gibi gösterildi. Filme ilk tepki, Atatürk’ün manevi kızı Ülkü Adatepe’den geldi. Bunun yanında Turkcell de filmden sponsorluğunu çekti. Filmin müziklerini “müzik hırsızlığı” ile ünlenen ve büyük katliamların gerçekleştiği Bosna savaşı sırasında Sırplardan yana tavır takınan ve sonra Sırbistan’ın başkenti Belgrad’da yaşamaya başlayan Goran Bregoviç’in yapması ise tepkilere yol açtı. Filmin galasında ikram edilen rakı ve tuzlu leblebi, milleti sarhoş ederek buğulu sesli belgeselcinin filmini daha buğulu bir hale getirdi. Film bir tek kemalistleri değil, mütedeyyin insanları da hedef alıyordu. İşte “Mustafa” filmindeki diyaloglar:
Can Dündar anlatıyor:
(...) İlk yıl gençlik hayallerine ve eğlenceye daldı. İçkiyi ve kadınları tanıdı, vals öğrendi. Derslerini aksattı. (...) Gizli örgüt kurduğu iddiasıyla gözaltına alındı. Taşkışla'da bir hücreye tıkıldı. Her şey bitmiş gibi görünüyordu. Ya ordudan atılacak ya da sürgüne yollanacaktı.
Arap düşmanlığı İddiası
M.Kemal, Şam'daki askerler için şunları söylüyor: “Şam’daki ordu disiplinsizdi, yöneticiler cahildi. Subaylar Türklere karşı Peygamber soyundan geliyor diye Arap askerlerini kolluyorlardı. Bu subaylar askeri bilgiden tamamen yoksun. Bu cahil adamlar aynı zamanda hırsızdırlar. Bence Osmanlı ordusu dünyanın en talihsiz ordusudur. Bu orduyla kaz sürüsüne karşı konulamaz.”
Tekrar Can Dündar anlatıyor:
(...) Yanlış zamanlarda yanlış yerlerde olmuş, fırsatları kaçırmıştı. Tavlada bile yenilgiye tahammül edemeyen bir hırsı vardı. (...)
Atatürk:
“Sevgili Colin Çarşamba akşamı kollarında geçirdiğim günün tatlı anısıyla İstanbul'dan ayrıldım...”
HALKI AŞAĞILIYOR GİBİ GÖSTERİLDİ
(...) “Benim ihtiraslarım var. Hem pek büyükleri. (...) Elime bir gün kudret geçerse sosyal hayatımızda istenilen devrimi bir anda bir darbeyle uygulayabileceğimi sanıyorum. Zira ben başkaları gibi bu işin halkın anlayışını yavaş yavaş alıştırmak suretiyle yapılabileceğini kabul etmiyorum. Buna ruhum isyan ediyor. Ben bu kadar yıl eğitim gördükten, uygar yaşamı ve toplumu inceledikten ve özgürlüğümü elde etmek için hayatımı, yıllarımı harcadıktan sonra neden cahiller derecesine ineyim? Onları kendi düzeyime çıkarırım. Ben onlar gibi değil, onlar benim gibi olsunlar. (...) Örtünme kalkacak. Şapka giyilecek. (...)" Can Dündar, Atatürk'ü şöyle anlatıyor: Dünya ona karşıydı. Halife ona karşıydı. (...) Millet ona karşıydı. (...) Osmanlı Devleti’nin 700 senelik hayatının sona erdiğini duyuran adam şimdi saltanat ve hilafeti kurtarmak için yola çıktıklarını açıklıyordu.
istenen devrimi darbeyle uygularım
(...) Atatürk, “En büyük hatalarımdan biri evlenmekti” diyecekti. “Ordular idare ettim ama bir kadını idare edemedim.” (..) “Elime kudret geçerse ben sosyal hayatımızda istenen devrimi bir anda bir darbeyle uygularım” diye yazan adam, şimdi o kudretle söylediğini yapıyordu.
(...) Takrir-i Sükûn kanunuyla muhalefet hepten susturuldu. Bütün güç Gazi'nin elinde toplanmıştı. (...) Asırlık tekkeler ve zaviyeler bir günde kapatıldı. Saat ve takvim batıya uyduruldu.
(...)
Atatürk: “Şimdi çok iyi biliyorum ki gün gelir bu kalabalık, ipimi çekmek için de böyle toplanır.”
Dündar anlatıyor:
(...) Gazi muhalefeti silmiş, ülkedeki yegane gücün kendisinde olduğunu göstermişti. (...) Her yerden görülebilen kutsal bir varlık otoritesi, mutlak bir şef haline geliyordu. Artık söylediği kanundu. Gazete sütunları ona övgülerle doluydu. Muhalifi yoktu. Tek partinin amacı Avrupa basınına göre bir dikta rejimiydi.
Muhalifler temizlenmişti.
(...) Muhalifler temizlenmiş, büyük meydanlar heykelleriyle süslenmişti, ama Gazi biraz daha yalnızlaşmıştı.
(..) O günlerde bu kulübe, rejimini koruma uğruna en yakın bildiklerini gözünü kırpmadan idama yollayan adamın kendisiyle baş başa kalacağı gizli sığınağı olacaktı.
(...) Atatürk okullarda okutulsun diye kaleme aldığı notlarında Türklerin İslâmiyeti kabul etmeden önce de büyük millet olduğunu hatırlattı. İslâmiyetin Türkleri diğer Müslümanlarla birleştirmediği gibi, Türklerin milli bağlarını gevşettiğini, milli hislerini uyuşturduğunu yazdı: (...) “Cemaatin başına geçen adamlar cemaati Allah namına idare ederler. (MİKÂİL AKAD)
***
Araştırmacı-Yazar Fatih Uğurlu: Film tam bir hayal kırıklığı
Filmin galasında görüştüğümüz Araştırmacı-Yazar Fatih Uğurlu, “Mustafa” filmini seyrettikten sonra tam bir hayal kırıklığı yaşadığını söyledi. Galada baştan sona Can Dündar’ın konuştuğunu söyleyen Uğurlu; “Son derece sıkıcı, ağır tempolu bir film olmuş. Bir iletişim fakültesi öğrencisi, bitirme tezi olarak böyle bir film yapsa, sınıfı zor geçerdi. Göreceksiniz, seyirci ilk yarım saat zor dayanıp salonları boşaltacak. Kesinlikle hüsran olacak. Ancak ilkokul öğrencilerine filan, zoraki seyrettirebilirler. Filmin iddiası şu: ‘Bugüne kadar Atatürk tabulaştırıldı, ondaki insani vasıflar gözardı edildi. Biz onun etrafındaki bu tabuları temizleyip, onun insan vasfını ortaya koyacağız.’ Acaba öyle oldu mu? Koskoca bir hayır. İnsan vasfı olarak onun her gün bir şişe rakı içtiği söylenmiş. Her insan gibi Atatürk’ün de birtakım zaafları vardı. Önemli olan bu zaafların bir güzellik olarak ve genel kabul olarak topluma sunulmasıydı. Can Dündar belki bu filmiyle kabuğu bir miktar kırmış olabilir, o kadar! Daha fazlası yok. Üstelik bazı tarihi gerçekler de görmezden gelinmiş” dedi.
Uğurlu, Atatürk’ün ilk eşi Fikriye hanımın öldürülmüş olduğu noktasında genel bir kabul olduğunu söyledi ve sözlerine şu şekilde devam etti:
“Filmde, ‘Fikriye, İntihar etti’ deniliyor. Oysa 15 yıl kadar önce Amerika’dan seksen yaşındaki ağabeyi geldi ve kardeşi Fikriye hanımın öldürüldüğünü, sırtından kurşunlandığını, bir insanın sırtından kendisini vurmasının mümkün olmadığını anlattı. Ağabeyi, Fikriye’nin öldürülmesinden sonra, kendisine yetkililer tarafından, Türkiye’yi terk etmesinin can güvenliği açısından iyi olacağı söylendiği için Amerika’ya gittiğini, artık ölümün eşiğinde olduğu son günlerinde Fikriye’nin öldürüldüğü gerçeğini Türk milletinin bilmesini istediğini söyledi.
Bunun gibi bilgi saklaması olan tarihi gerçeklerin gizlendiği başka pek çok yer var. Bu film Can Dündar’ın kariyeri için kara bir lekedir.
Yazık olmuş Sakıp Ağa’nın paracıklarına.”
MİKÂİL AKAD
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.