'Sadri' göbek adı, soyadını hiç kullanmadı

'Sadri' göbek adı, soyadını hiç kullanmadı
Necip Fazıl'a öykünerek "Sadri" göbek adıyla ortaya çıktı. Gerçek soyadını uzun süredir kullanmıyor. İbrahim Sadri, şiir albümü yapmayı bıraktığını sahnelerde ise okumaya devam edeceğini söylüyor ve ekliyor: 

"Ben beyaz Türklerden değilim. Sonradan buna niyetlenseniz bile onu taşıma ağır bedeller istiyor. İnsanlar çırpınıyorlar. Görüyoruz ne hallere düştüklerini bazı arkadaşlarımızın. Böyle bir derdim olmadı ama dediğiniz şeyleri çok yaşadım. Her şeyin bir bedeli var Türkiye'de."

Sanatalemi.net'ten Harun Nihat'ın sanatçı İbrahim Sadri ile yaptığı mülakatı sunuyoruz; 

ŞİİRİ "ÇİLE"YLE SEVDİM

* Şiire alakanızın ilk kıvılcımlandığı zamanlarınızdan başlayalım müsaade ederseniz sohbetimize. Bahseder misiniz biraz. Nasıl başladı bu hikâye?
Türkiye'de sorduğun soruya ilişkin herkesin ortak bir cevabı olduğunu düşünüyorum. Çünkü şiire ilgi alaka küçük yaşlarda başlıyor. Herkes bir parça şair hissediyor ortaokul, lise çağlarında kendisini. Biraz da kolay aslında edebi bir değer olarak ele almadığımızda şiir belki. Belki bütün sanat dalları arasında en kolay yapılabilir şey gibi bir tarafı var. Şiir midir? Sana göre şiirse şiirdir.

* İbrahim Sadri şair midir?
Kendimi şair olarak değerlendirmedim hiçbir vakit. Öyle bir derdim ve niyetim de yok. Ben bir şiir okuyucusuyum. Söyleyicisiyim. Kitaptan okuma manasında değil. Seslendirme manasında. 

* Şiir okuma yarışmalarına katılır mıydınız?
Orta birinci sınıfta İstanbul ikincisi olmuştum. Böyle başladı şiire ilgi alakam ve uzun süre gitti. Ta ki lise son sınıfta çok sevdiğim bir ağabeyim, (erken yaşta aramızdan ayrıldı) Beyazsaray kitapçılar çarşısına götürdü beni. Necip Fazıl'ın Çile isimli şiir kitabını aldı. Sen dedi, bak okuyorsun, şiir okuyorsun, biraz da şiirle tanış babında.

"Gaiplerden bir ses geldi…"

* Necip Fazıl'ı tanıyor muydunuz o kitabı elinize almadan önce?
Ne duymuştum ne bilirdim. Entelektüel bir ilgim yoktu şiire. Hiç unutmuyorum Ayhan Songar hocamın yağlıboya ile yaptığı portre çalışması kitabın kapağıydı.

* Kitabın kalınlığını görünce korkmadınız mı?
Tuğla gibi kitap… Bu kadar kalın şiir kitabı mı olur demiştim. Sonra eve geldim. Kapağı kaldırdım."Gaiplerden bir ses geldi…" diye başlayan şiiri okudum ve birden bire başka bir şiirle tanıştım hayatımda.

* Nasıl bir şiir?
Ders kitaplarında yer almayan, yasal anlamda çokça gündeme gelmeyen ama okuduğumuzda insanı inanılmaz derecede etkisi altına ve dilin şiire yansıması gerektiğini adeta bir tokat gibi suratına çarpan bir şiirle tanıştım. Çok etkilenmiştim. İsmimi İbrahim Sadri diye bilmelerinin sebebi; Necip Fazıl'a öykünmemdir.

* Mahlasınız mı "İbrahim Sadri"?
İbrahim adım, Sadri benim göbek adım. 

* Soyadınız?
Hiç soyadımı kullanmadım. 

* Necip Fazıl'dan öykündüğünüzden bahsetmiştiniz.
Necip Fazıl' a benzeterek yazamaya başladım. Tabi o birdenbire açlığı getirdi. Edebi anlamda kimler şiir yazıyor ve kimler var diye.

* Sonra ne değişti?
Ben birden şiir söyleyen adamdan okuyan adama, kitaptan okuyan adama geçtim. Böyle bir süreç oldu. Sonra söyle bir şansım oldu; rahmetli Cahit Zarifoğlu ile uzunca bir dönem sayılabilecek kadar, yaklaşık dört, beş yıl birlikte olma şansı elde ettim. Mavera Dergisi ekolünden… Onun gözetmenliğinde bir parça şiire ilgim devam etti. 

* Şiire bakışınızdaki farklar ne oldu? Zarifoğlu'dan önce ve sonrasından bahsediyorum.
Bu işin görüldüğü kadar kolay bir şey olmadığını, öyle oturup ilk aklınıza gelen şeyleri alt alta koyup şiir yazılmadığını, yazılı metinler içinde belki de en zor olanının şiir olduğunu, kalıcı şiirin ne anlama geldiğinin farkına vardım. Bir taraftan da okumaya devam ettim. Aynı zamanda mesleğim olarak kaldı.

* Meslek dediniz. Biraz açar mısınız?
Ben ilk defa 1983 yılında sahneye çıktım. Nerdeyse 25 yıl bitti. Şiir okudum hep. Tiyatro oyunlarının arasında da şiir okudum, kendi başıma yaptığım gösterilerde de okudum. Radyo, televizyon programlarında şiir okudum hep. Şiirsel metinler yazdım kendim için. Böyle de devam etti. Devam da ediyor. 

* 14–15 yaşlarıma tekabül eder benim İbrahim Sadri ile tanışmam. Yalnızlığı da sevdiğimden belki, kulaklığımı kulağıma takar, okuduğunuz şiirleri dinlerdim. Kendimle muhabbet ediyormuşçasına bir duygu birikirdi bende. Bakıyorum şimdi o yaşlardaki çocukların dinlediklerine hip-hop deniyor sanırım, bu tarz müzikler dinliyorlar ve yalnızlığı da çok seviyorlar. Bu müzik tarzı da bir nevi şiir gibi metinlerden ibaret… Saçma gelebilir belki İbrahim Ağabey ama ne düşünüyorsun bu konu hakkında?

Benim yazdığım şiirsel metinlerin hepsinde, tamamına yakınında -ilk dönem yazdıklarım ayrı tutulabilir- bir öykü var. Aynı zamanda kahramanları var. Film senaryosu gibi… Sinopsis gibi… Başlar gelişir ve biter. Genellikle hüzünlü ve kederli biter ama mutlaka bir hikâyesi vardır. Bu dinleyici açısından çok kolaylık sağlayan bir şey… Çünkü gözünüzü kapattığınız zaman size hikâyeyi anlatan adamın anlattığı dünyayı canlandırabilirsiniz. 

* Yeşilçam izleri taşıyor diyebilir miyiz?
Aynı zamanda ben yazdığım metinlerin yine tamamına yakınında yine '70 ile '80 arasını anlatıyorum. Şimdi yine şöyle bir şansım var; bu dünyayı hepimiz tanıyoruz. Nereden? Televizyondan. Türk Filmlerinden. Münir Özkul, Adile Naşit, dostluklar, dürüstlük namus, ahlak… Bu filmler çekildiği tarihte bu ülkede yaşayan biriyim. Onları anlatıyorum ağırlıklı olarak. Onları anlattığımız zaman da zaten insanlar o filmleri izlediği için hayal güçleri anlattığımız şeylerle örtüşüyor.

* Şiir albümü enflasyonuna gelmek istiyorum yavaş yavaş. Sizinle başlayan bir popülaritesi oldu bu hususun. Fakat sonra -özür dileyerek soruyorum- cılkı çıkmadı mı?
Kibarlık yapmana gerek yok. İşin cılkı çıktı zaten. 1998'de yaptığım Adam Gibi albümü bir buçuk milyona yakın satışa ulaştı. Popülerlik yakalayınca işin rengi değişti. Sonuçta bunun ticari tarafı oluşuyor kendiliğinden. Bir anda ilgi oraya döndü. Şiir okuyan, okumaya hevesli, buna yatkın olan aynı zamanda bu işte maharetli insanlar cesaretlenerek, onlardan ziyade yapımcılar cesaretlenerek bu hale geldi.

"Şiir albümü meselesini kapattım"

* Ucuz da bir iş değil. Masrafları ağır. 
Tabi pahalı bir iş… Birdenbire görülen başarının ardından bir sürü şiir yorumcusuna albümler yapılmaya başlandı. 3–5 yıl böyle devam etti. Sonra tadından yenmez hale geldi. 

* Kaç yıl oldu siz albüm yapmayalı?
3–4 yıl oldu.

* Ne zaman yapacaksınız bir daha?
Bıraktım. Yapmayacağım. Öyle bir niyetim yok. Şiir albümü meselesini kapatmış durumdayım.

* Sahne?
Sahnede okumaya devam edeceğim. Önemsiyorum. Çünkü Adıyaman'dan Edirne'ye, Türkiye'nin tamamına yakınında sadece iş merkezlerinde değil, ilçelerde dahi şiir okumuş biriyim. Siirt- Tillo'da sahnede şiir okuyan dünyadaki tek adam benim. Bunlar Türkiye'de magazin niteliği taşımadığı için biz o anlamda devreye giremiyoruz. Şiir dinletileri yapmaya devam edeceğim. Tabi marifet iltifata tabi...

* Adam Gibi ile çıkış yakaladığınız zaman neler yaşadınız? Nelere kırıldınız?
İlk zamanlar alınıyorsun ama zamanla alışıyorsun. O albümle edebiyat çevrelerince çok eleştirildim bunlar edebi ürünler değil diye. Hâlbuki ben verdiğim tüm röportajlarda edebi ürün olarak nitelendirmedim. Siz kimseye ulaşamazken ben herkese ulaştım demedim. Acı olan bu eleştirileri yapanlar yanlarına bir bağlamacı alıp şiir dinletileri yapmaya başladılar. Onun ötesinde kırgınlık diye bir durum yok. Kızgınlık var. Kendi halinde mutlu bir insan iken, kimilerinin çok övdüğü kimilerinin de çok yerdiği birine dönüştüm. Bu dengeyi bozuyor ilk zamanlar. Sonra alışıp devam ediyorsunuz yolunuza. Sizi tanıyan zaten tanıyor. 

"Sanatçı muhalif olmak zorunda"
* Mecburen devam ediyorsunuz. Böyle yaklaşamasaydınız olaya?

Böyle yaklaşmazsanız içinden çıkamazsınız. Bir sürü depresyon falan. Benim böyle bir derdim yok. Kırgınlığım yok kimseye. Kızgınlığım var.

* Sormak istediğim suali nasıl hizaya sokacağım bilmiyorum ama bir tarafın adamı gibi gösterildiniz yahut algılandınız. Ne düşünüyorsunuz bu hususta? 
Ben beyaz Türklerden değilim. Sonradan buna niyetlenseniz bile – ki ben asla böyle bir niyet taşımadım- onu taşıma ağır bedeller istiyor. İnsanlar çırpınıyorlar. Görüyoruz ne hallere düştüklerini bazı arkadaşlarımızın. Böyle bir derdim olmadı ama dediğiniz şeyleri çok yaşadım. Bir dönem, bir basın yayın grubunda yasaklıydım. Her şeyin bir bedeli var Türkiye'de. Böyleyse böyle. Yapacak bir şey yok. Fakat şimdi yaşadığımız ülke bunları aşmaya başladı. En azından insanlar birlikte yaşamanın ne kadar değerli olduğunu anlamaya başladılar. Bizden değil demekten ziyade anmaya çalışıyorlar. Biz geç kaldık. Mesela bugün antolojilerin 10 tanesinden altısında Sezai Karakoç ya bir şiiri ile var ya hiç yok. Bu ayıp bir şey değil midir? Haksızlık bu. O da şair, o da vatanını seviyor. Hak etmiyor bu muameleleri bu insanlar. Bir sürü örnek verebilirim bunlara. Ama aşılmaya başlandı bunlar. Biz de bu konuda payımıza düşeni aldık. Zaten bizimkisi doğruydu. Şimdi bakıyorsunuz kimliksiz, renksiz çocuklar türemeye başladı. Edebiyat anlamında da, sanat anlamında da… Bu mu? O mu? Hayır, bizimkisi doğru… Sanatçı dediğiniz ressam da olsa şair de olsa, senarist de olsa muhalif olmak zorunda. Öbür türlü üretemez.

* Muhalifliği açsak biraz…
Politik anlamda değil. Genel gidişata karşı muhaliflik. Dünya zaten çok insani bir zeminde gözükmüyor. Bütün bunları görmezden gelerek arınık ürün ortaya koyamazsınız. 

* Size nesin sen diye sorsalar ne cevap verirsiniz? Muhafazakâr mısınız?
Muhafazakâr biri değilim. Statükocu değilim sözlük anlamına göre. Önce Müslüman'ım ben kardeşim. Sonra T.C. vatandaşıyım. Türküm. Devam eder ve sıralanır tercihlerim. Mesela ben demir doğramacı olsam açtığım dükkânın adını sağlam demir doğrama koyarım. Kıyam demir doğrama koymam. Sapla samanı karıştırmamak lazımn

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.