İşte Sykes-Picot'un Gerçek Yüzü
Osmanlı devletinin Arap yarımadasındaki topraklarını bölüp parçalamak için gizlice imzalanan Sykes-Picot anlaşmasının gerçek yüzünü öğrenmeye hazır olun. Ortadoğu’da yıllardır dinlemeyen gözyaşlarının müsebbibi bu anlaşmayı, imzalanışının 99. yılında DERİN TARİH kapağına taşıyor.
Mim Kemâl Öke, Altay Cengizer, Şükrü Hanioğlu, Glenn Beck ve Mehmet Çelik’in makaleleri anlaşmanın bilinmeyen yüzüyle tanıştırıyor bizi.
Ortadoğu’daki Batı “fobisi” bu anlaşmanın ürünüdür
Sykes Picot’nun 19. yüzyıl Batı emperyalizminin “böl ve yönet” siyasetinin en somut örneğidir olduğunu belirten Öke, buna Rusya’nın “partner” oluşuyla global bir perspektif kazandırıldığını belirtiyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
Düvel-i muazzamanın başat gücü Büyük Britanya, Ortadoğu’daki emellerini diğer sömürgecilerle uzlaşarak tahakkuk ettirebileceğini düşünmüştür. Osmanlı ya da onların deyimiyle “Hasta Adam” ölmeden diplomasinin çuha renkli masalarında mirası paylaşılmıştır. Sykes, istihbaratçı; Picot ise Fransa’nın Beyrut Başkonsolosudur. 1916’da (Mart-Mayıs) toplanarak haritaya yeni şeklini verirler.
Sykes- Picot cetvelle Ortadoğu’nun sınırlarının çizilemeyeceğini ispatlamıştır. Ortadoğulular kendi sınırlarını bilemezken bu işe dışarıdan cüret etmek, hezimete talip olmak demekti. Bence Sykes-Picot-Sazanov gizli antlaşması ile ilgili en doğru teşhis, İngiliz istihbarat yetkililerinden General Macdonough tarafından yapılmıştır: “Şu anda ayıyı öldürmeden derisini yüzmeye kalkan avcılardan farkımız yok!”
Ortadoğu’daki Batı “fobisi” bu antlaşmanın ürünüdür; yani “Ayı”nın intikamı!
Daha da önemlisi şudur: Ortadoğu’nun bugünkü kaotik durumu hem Ortadoğulular, hem de Ortadoğu heveslileri açısından “Osmanlı’nın laneti”nden başka bir deyimle izah edilemez.
MASA BAŞINDAKİ PAYLAŞIM SAVAŞI
Altay Cengizer yazısında İngiliz hükümetini temsilen Ortadoğu uzmanı Mark Sykes ile Fransız hükümetini temsilen Ortadoğu meselelerinde tecrübeli ve meslekten iyi bir diplomat olan eski Beyrut Başkonsolosu François Georges-Picot’nun Ocak 1916’da giriştikleri zorlu mücadele ile çizilen haritada şu hususlarda mutabık kaldıklarını açıkladı:
Arapların milliyetlerinin tanınmasını istemeleri anlaşılabilir bir şeydir. Buna mukabil, “Arap Birliği” fikri bir “ideal” olarak öne sürülemez.
Zira bu fikir Arapların siyasî yapısıyla uyuşmadığı gibi, büyük idarî ve malî sorunlar doğuracaktır. Bu sebeple Araplar bir “Prens”in önderliği altında oluşacak bir “Arap Konfederasyonu”yla yetinmelidir.
RENKLER BELİRLENİP HERKESE BÖLGE VERİLMİŞ
Bu konfederasyon kuzeyde Fransız koruması altında olacak ‘A’ bölgesi, güneyde ise İngiltere’nin koruması altında olacak ‘B’ bölgesi şeklinde ikiye ayrılmalıdır.
Suriye kıyılarından aşağı inecek şekilde maviyle gösterilen alan Fransa’ya, Basra’dan itibaren çizilen kırmızı alan ise İngiltere’ye bırakılacaktır.
Fransa ve İngiltere kendilerine bırakılan söz konusu alanlarda doğrudan ya da dolaylı, istedikleri tarzda idare ya da kontrol tesis edebileceklerdir.
ARAP DÜNYASININ SEVR SENDROMU
Bu durumda İskenderun Fransa’nın “mavi” sahasına düştüğü cihetle, İngiltere Filistin’deki Hayfa ve Akka limanlarını alacak, böylece kendi bölgesi Mezopotamya’yla Akdeniz arasında bağlantı kurabilecektir. Filistin’de verdikleri bu “taviz”e karşılık, Musul da Fransa’nın “Arap Konfederasyonu”ndaki “mavi” alanına dâhil edilecektir.
Kudüs’deki mukaddes mekânlar kahverengiyle gösterilen uluslararası idareye devredilecektir.
Şükrü Hanioğlu ise Sykes-Picot’nun na fikrini ve günümüz Arapları üzerindeki etkisine vurgu yaptı:
BU BİR YAPAY DÜZENDİR
Sykes-Picot’nun önemi, Londra ve Paris’te çizilen sınırlarla ve “dost” ve “kukla” yerel aktörleri iktidara getiren uygulamalarla hayata geçirilecek yeni bir Ortadoğu tasavvuru geliştirmesiydi. 1920 yılı Nisan ayında toplanan San Remo Konferansı Osmanlı Ortadoğusu’nun nihai şeklini belirlemiş ve Sevr anlaşmasının ana hatlarını da ortaya koymuştu. Sykes-Picot-Sazonov uzlaşmasının üzerinden sadece dört yıl geçmişti ama paylaşımın ayrıntıları fazlasıyla kapsamlı değişikliklere uğramıştı. İstiklâl Harbi bu tasavvurun bir kısmının uygulanmasını imkânsız kılacak ve yeni revizyonlara neden olacaktır. Ama önemli olan “ana fikrin” aynı kalmasıdır.
Bu ana fikir, “Osmanlı Ortadoğusu”nun dışarıdan ve bölgede yaşayanların istekleri gözönüne alınmadan düzenlenmesidir. Bu ise fazlasıyla yapay bir “yeni düzen” yaratmıştır. Bu anlamda Arap dünyasının sınırları kesinleştiren daha sonraki düzenlemeler yerine Sykes-Picot tasavvuruna atıfta bulunması anlamsız değildir. Sınırlarda meydana gelen değişiklikler ve süreç içinde emperyal güçlerin bölgeden çekilmesi Ortadoğu’nun önemli bir bölümünde tesis edilen düzenin bir asrı aşan bir zaman diliminde geçerli olmasına engel olmamıştır.
Arap dünyasındaki “Sykes-Picot” sendromu, Türkiye’de yaşanan “Sevr paranoyası” ile benzerlik gösterir. Aradaki fark, Türkiye’de Sevr paranoyası etkisinin marjinal olmasına karşılık Sykes-Picot sendromunun Arap dünyasındaki kapsayıcılığıdır.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.