Fikir Tarihimizin İhmal Edilmiş Kahramanı
Hareket, 1945’ten sonra Türkiye’de gündeme gelmeye başlayan rejim yumuşaması, normalleşme ve nihayet çok partili hayata geçiş kararından sonra çıkan bir çok dergiden de fikrî muhalefetinin mahiyeti ve islâmî eğilimleri ile ayrılır. Türkiye’de çok partili rejime geçiş devresinde yeniden yayınlanmaya başlanan dergi (1947-49), bu hâlde de siyasî particilikle sınırlı muhalefetten uzak durur. Bu devrelerden sonra, 1952-53 yayın dönemi derginin bu tavrının tam bir sağlaması olmuştur.
Demokrat Parti iktidarının o sıralar kültürel faaliyetleriyle Türkiye’nin bir çok yerleşme merkezinde zemin bulan Milliyetçiler Cemiyeti’ne karşı tavrı ve bu derneği “Malatya suikasti” olarak bilinen hadisenin ardından sudan bir bahaneyle kapatması, derginin bu devre yayınının kısa ömürlü olmasının belli başlı sebebi olmalıdır. Derginin 1953 mart sayısında Hareket imzasıyla, muhtemelen Nureddin Topçu tarafından kaleme alınmış olan “Son hadiselerin tahlili” başlıklı yazı yer almaktadır. Bu yazıda, Malatya hadisesi sonrasındaki durum değerlendirilmekte ve milliyetçilik ve dindarlığın katiyen siyasî bir partiye mal olmaması gerektiği belirtilmektedir.
PARTİLERE GÜVEN OLMAZ
“Son hâdiseler gösteriyor ki, dindarlık ve milliyetçilik müdafaası Türkiye’de çok zor bir duruma girmiştir. Bütün bunlar dindarlara ve milliyetçilere azami ihtiyatı tavsiye eden hakikatlerdir. Partiler çok çabuk fikir ve kanaat değiştiriyorlar. Bundan dolayı onlara asla güven olmaz. Milliyetçilik ve dindarlık katiyen siyasî bir partiye mal olmamalıdır. Bu iki kıymet serbest bir fikir olarak kalplerde yaşamalıdır. Bugünkü matbuata da güven olmadığını açıkça görmüş bulunuyoruz. Bunlara rağmen din ve milliyetçilik kalplerde tesirini gösterebilir. Dostluk, insanlık, ilim ve sanat yolları açıktır. Dindarlar ve milliyetçiler siyasilere ve gazetecilere karşı, imanlarını muhafaza ederek son derece sâkin bir tavır takınmak mecburiyetindedirler.”
Hareket, 1950 sonrası DP iktidarı sırasında da temel doğrultusunu değiştirmeden, daha çok Nureddin Topçu tarafından geliştirilen fikirlerin yayılmasına devam etmiştir.
Yeni dönem ve yeni isimler
Seçimle gelen Demokrat Parti iktidarının askerî bir darbe ile yıkılmasından sonra, bürokrasinin iktidar organlarını parçalayarak uzun vadeli hükümranlığını pekiştirmek çabaları yanında, millî ve islamî eğilimlerin güçlenmesine karşı da sosyalist/komünist hareketleri el altından destekleme yoluna gittiği görülmektedir. 1960’dan sonra gelişen olaylar, Türkiye’de entelektüel gelişmeleri sola kanalize etme şeklinde belirmiştir. 1966’da derginin Fikir ve San’atta Hareket adıyla yeniden yayınlanması, böyle bir devreye rastlamıştır.
Yeni dönemin ilk sayısında, “Hareketin sakladığı sır” başlıklı ve “Hareket” imzalı sunuş yazısında bir taraftan geçen zamanla ilgili değerlendirmeler yapılmakta, diğer taraftan bir hareketin, mücadelenin felsefî temelleri üzerinde fikir yürütülmekte ve tekâmülcülük, Anadolu toplumculuğu, İslâm ruhçuluğu ve ferdiyetçiliği esas olarak kabul eden idealizm prensipleri üzerinde durulmaktadır.
“Tabiata karşı asıl anlaşılmaz olan ölümdür. Biz muvaffakiyetin değil, hareketin sırrını arıyoruz. Bu sır hiç bir kuvvetin yok edemediği sonsuz rahmetle beslenen ümittir.”
Ölçüsüz tenkitlere maruz kaldı
Hareket, bu devresinde islâmî ve millî tezleri fikir planında müdafaa etmekle kalmamış, tarihî temellerini inceleme ve araştırmaya da yönelmiştir. Eski dönemlerden intikal eden isimler yanında yeni isimlerin katkısı giderek artmış ve dergi son yıllarına doğru kendi yetiştirdiği yazar kadrosunun etkili olduğu bir yayın hâline gelmiştir.
Topçu, bu dönemde, Türkiye’de gelişen ve istismara yönelen sol ve komünist akımlara karşı, İslâmiyetin sosyal yönünü vurgulayarak, İslâmda bir kul hakkı dâvası olarak da görülen insan-iktisat ilişkilerini ortaya koymuştur. “İslâm sosyalizmi, ruhçu sosyalizm, müslüman Anadolu’nun ruhçu sosyalizmi” gibi tanımlamalarla orta konulan bu fikirler, devrinde muhtevasına bakılmadan, ölçüsüz tenkitlere maruz kalmıştır.
Nureddin Topçu’nun Hareket değerlendirmesi
TOPÇU, Hareket dergisinin 30. yılında (37. sayı ocak 1969), “Hareketin otuz yılı” başlığı altında dergi ile ilgili bir değerlendirme yapar. Topçu, yazıya, vicdanında mes’uliyet yükü taşıyan bir insan olarak “Otuz yıldan beri ne yapmak istedik? Ne yaptık? Dâvamızı nereye kadar götürdük?” sorusunu sorarak başlamaktadır.
Topçu, bu yazıda mücadelesini üç safhaya ayırmaktadır. Birinci safhada işe “ahlâk ve iman kavramı” ile başlanmıştır. İlahî prensipleri Kur’an da bulunan bir kalb ahlâkının felsefi temelleri denenmiş, insanın içine çevrilinmiş, kâinat bilgisi veya siyasî muvaffakiyet için çaba sarfetmek yerine insanı tanıtma ve sevdirme yolu seçilmiştir. Teknik ihtirasının içinden boğduğu insana, kurtuluşun kendimize kavuşmakla olacağı anlatılmıştır. İki asırdır nesillerin ruhunu felce uğratan materyalizm, pozitivizm, sosyolojizm, pragmatizm gibi cereyanların ancak Yunus’un “Bir ben vardır bende benden içeri” sezgisi ile aşılabileceği gösterilmiştir. “İnsan ne kadar kendinden kaçsa da, kendini arayacaktır.” Topçu’nun birinci safha olarak takdim ettiği dönemin derginin ilk yayın devresi olduğunu söyleyebiliriz (1939, 1942-43).
İSLAMI SAHİPLENEN SAHTEKARLARA TEPKİ
İnsan ideali yeter derecede belirtildikten sonra, ikinci safhada insan ruhunun pak zemininde yükseltilmesi istenen “milliyetçilik” dâvasının ortaya konulmasına sıra gelmiştir. Milliyetçilik ideali, batının barbar milliyetçiliğinden ayrıdır. Millî tarihimiz 20-30 yıllık değil, bin yıllıktır; müslüman Anadolu’nun tarihidir; bütün dehamızı İslâm dini içinde ve onun sayesinde işlemişizdir. Topçu, burada, “İslâmın sahipleriymiş gibi sahneye atılan sahkekârları” da eleştirir. Hareketin ikinci safhası, 1947-49 ve 1952 sayılarına tekabül etmektedir.
Hareket neşriyatının üçüncü safhasında “sosyalizm dâvası” ileri sürülmüştür. İslâm ahlâkıyla milliyetçilik idealinin birleşmesinden sosyalizmin tabiî ve zarurî olarak doğacağını anlayanlar olmuştur. Anlamayanlarda eksik olan sosyoloji ile iktisat kültürü ve gerçek İslâm anlayışıdır. Topçu, değerlendirmesini şöyle bitirmektedir:
“Dosta da düşmana da çevrileceğiz. İmansıza da, Yahudi ve masona âlet olan, yedi defa haca gitmiş müslümana da çevrileceğiz.” “Birgün mutlaka muvaffak olacağımıza, muvaffakiyetin de ruhları ve kalbleri fethetmek demek olduğuna inanıyoruz.”
BİLMEYEN NE BİLİRBİZİ, BİLENLERE SELAM OLSUN
NUREDDİN Topçu, fikir tarihimizin ihmal edilmiş bir kahramanı... Cumhuriyet devrimlerinin meydana getirdiği zihin hasarını tamir yolunda ancak erbabınca takdir edilebilen kalıcı tesirler uyandırdı. Vatan kavramını tarihle birleştirerek millete varmak için Anadolu’yu İslâma açan Malazgirt zaferini başlangıç olarak aldı. “Bin yıllık tarih” kavramı ile Cumhuriyetin İslâm öncesini esas olan tarih tezine ve turancılığın belirsiz vatan kavramına karşı güçlü bir tez ortaya koydu.
Tek parti ideolojisinin ademe mahkûm ettiği hürriyet ve demokrasi kahramanı, Birinci Meclis’in unutulmaz hatibi Hüseyin Avni Ulaş’ı öne çıkarması da bu yöndeki çabalarından biridir. İstiklâl Marşımızın şairi olmasına rağmen, ülkesinde yaşama ortamı kalmadığından hayatının son dönemini Mısır’da geçiren Mehmed Âkif üzerinde ısrarı, 20. yüzyılda imal edilmiş “ata” kültüne karşılık, bir dönüm noktası olarak İstanbul’un fethini ve Fatih’ini öne çıkarmadaki kararlılığı bugün de tesirleri devam eden müşterek bir fikir zemini oluşturmuştur.
Siyaset dışında geniş bir alanda gençliğin yetiştirilmesi, ahlâkî kıymetlerin yerleştirilmesi, bizi biz yapan değerlerle ilim ve hakikat aşkının kazandıracağı bir idealizmin ortaya çıkması için gösterişsiz ve nümayişiz bir “muallim” ve fikir işçisi olarak çalıştı. Bütün bunlara rağmen gerektiği ölçüde bilinmemesinde şahsiyetinin de rolü olduğunu düşünebiliriz.
RUH CEPHEMİZİN GÖSTERİŞSİZ İŞÇİSİ
Hareketlerinde ve yazdıklarında hiç bir mübalağa, artistlik ve rol yoktu. Sözlerine veya fikirlerine asla “dram” katmazdı. İllüzyona başvurmaz, büyüleyici tesir uyandırmaktan bilerek kaçınırdı. Her zaman yalın, sade idi. Cezbedici olmak istemez, cezbe göstermezdi. Değil “teshir etmek”, “etkilemek” dahi onun sözlüğünde yoktu. Kendi önemini anlatmayan nâdir insanlardan biri idi. “Bak bu söylediklerim, yazdıklarım önemlidir”, demez; yaptıklarının öneminden kendi ehemmiyetine gönderme yapmazdı. Önemi, değeri ancak bilenlerince malûmdu. Çok sevdiği Yunus Emre’nin deyişiyle,
Bilmeyen ne bilir bizi, bilenlere selâm olsun!
Ruh cephemizin gösterişsiz ve nümayişsiz maden işçisi Nureddin Topçu’yu rahmetle anıyoruz...
N. Topçu: “Hareketin otuz yılı”. Fikir ve San’atta Hareket, sayı 37, Ocak 1969
Vahdet
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.