Tüm Adayların Dikkatine!

Tüm Adayların Dikkatine!
İşin sorumluluğunu vebalini görünce neredeyse herkesin kaçması gerektiği ‘Vekillik’ şimdi herkesimden herkesin koşa koşa, yalvara yakara istediği bir noktaya kadar varmıştır.

Liyakat ve şahsiyet aranan özelliklerin arasında yoktur. Bu aslında bizim toplum olarak da seviyemizi ortaya koymaktadır. Temsiliyet hakkını verdiğimiz insanlara “Bana, oğluma, kızıma mutlaka bir paye vermeli” ümidiyle sarılanların çokluğu, meseleyi ticarete dönüştürmüştür. Bunun böyle olduğunu bilen aday da tabiri caizse aynı kafadadır ve nereye dükkan açtığını çok iyi bilmektedir.

Bu cümlelere kızmak yersizdir. Bunu Anadolu sathında bilmeyen yoktur. Nerede ne arıyoruz? Bu arena da aranacak bir tavır değil elbette. Öğüt alan yok! Örnek alınacak insanların dahi altından bir çuval kabahatin çıktığı bir dönemi yaşarken, söyledikleriniz neredeyse “Eskilerin masalları” gibi geliyorsa da yine de hakkı söylemekten başka çareniz yoktur.

İki örnek hepimize ve özellikle-kazanma hırsı ile yarışa katılan-adaylara bir kulak küpesi olabilir mi? Bilmiyoruz! Fakat hakikatin zor ve bedel ödeten bir yönü olduğunu unutmamak gerekir.

ÖRNEK 1

Zamanında malumunuz İmam Ebu Hanife ile herhangi bir konuda tartışmaya girip de galip çıkan neredeyse hiç olmamıştır.  Derya gibi ilmi, zeka ve mantığı sayesinde her münazaradan galip çıkabilecek bir güce sahipti. Abbasi Halifesi Me’mun, Ebu Hanife’yi  Kufe’ye kadı yapmak istiyordu. İmam’ı çağırdı ve bu niyetini açıkladı.

Ebu Hanife yönetimin yanlışlıklarına alet olmamak için bu teklifi kabul etmedi.

l Ben kadılık yapamam, dedi.

Halife de herkes de kabul ederdi ki ondan iyi kadılık yapacak bulunamazdı.

Bu nedenle Halife sert çıktı:

l Yalan söylüyorsun, sen kadılık yaparsın!

Ebu Hanife herkesi susturabilecek o müthiş cevabı verdi:

l Eğer ben yalan söylüyorsam, yalan söylediğim için kadılık yapamam, çünkü yalancıdan kadı olmaz. Eğer “yapamam” dediğim zaman doğru söylüyorsam, sözümün gereği olarak kadılık yapamam. O halde her iki halde de kadılık yapamam.

ÖRNEK 2

Hz. Ömer’in oğlu Abdullah bir deve satın alır. Deveyi devletin develerini güden çobana verir. Devletin otlaklarında deve yer, içer, iyice semirir. Bir gün Abdullah semirmiş devesini satılması için pazara götürür. Hz Ömer deveyi pazarda görür, kimin olduğunu sorar. “Oğlunun” derler. Canı sıkılır. Oğlunu çağırır deveye nasıl sahip olduğunu ve nasıl böyle semirdiğini sorar. Oğlu, olanları anlatır. Bunun üzerine Ömer: ‘Vay, ne güzel. Hem halife oğlu olasın, hem böyle iş edesin. Deveni devlet çobanı otlatsın, devlet otlaklarında otlatılsın, satınca da kârı senin olsun. Olmaz böyle şey. Git deveyi sat. Deveyi aldığın tutarı sen al, gerisini götür devlet hazinesine teslim et’ der.

Örneklik böyle olur. Onun için tarihler geçer, bin yıllar deveran eder ama Hz. Ömer ve İmam Ebu Hanife ve onlar gibi şerefli şahsiyetler kıyamete kadar rahmetle anılır.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.