Operacılar 100 harcayıp 0.5 kazanıyor!
Devlete yaslanıp keyiflerine göre bağırıp çağıran, çalgı çalan üste bir de para alan operacıların külfeti dayanılır gibi değil. Yaşları 60-70 arasında olanların bile “balerin” sayıldığı, 130 kiloluk “balet”lerin dans yaptığını iddia ettiği Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü bu yıl da fakir milletin kaynaklarını tüketmeye hazır ve nazır.
SEYREDEN YOK, İNAT ÇOK
Kültür Bakanlığı’nın bütçe verileri, bir avuç mutlu azınlığın keyfi için paraların inatla harcanmaya devam edildiğini gösteriyor. Rakamlara göre, genel müdürlük 2009 yılı için 139 milyon 28 bin lira (139 trilyon) bütçeye sahip olan DOB, 2008 yılı gişe gelirlerinde ise tam bir çuvallama sergiledi. Bu yıl başında gişe geliri olarak 1.490.000 YTL (1,4 trilyon) öngörerek bu parayı kazanacağını taahhüt eden opera ve bale yönetimi, gişelerden gelir olarak ise sadece 745 bin 316 YTL (745 milyar) toplayabildi. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın verdiği bilgiye göre ise kurumun etkinliklerini izleyen seyirci sayısı 287 bin 152 kişi oldu. Bu seyircinin ne kadarının “bedavacı” olduğu bilinmezken, tamamının bilet alarak etkinliklere gittikleri varsayılsa bile seyirci sayısı, 139 milyon YTL’lik (139 trilyon) genel bütçeye bölündüğünde DOP’un her bir seyircisinin devlete maliyeti 584 YTL (584 milyon) oldu.
GENE TERECİYE TERE SATTILAR
Bu yıl da bol ödenekli dış gezilere çıkmayı ihmal etmeyen opera ve baleciler yine opera ve balenin beşiği ülkelere gidip “sanat icara ettiler.” Buna göre, DOP kalabalık heyetlerle Almanya, Fransa, İngiltere, Avusturya, Hollanda, Danimarka, Malta ve ABD’ye gitti. Ekipler ayrıca, “Müslüman mahallesinde” de etkinlik sergileyerek Mısır, Fas, Türkmenistan, Pakistan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne de turne düzenlediler. DOP ayırca Kore ve Gürcistan’a da sefer düzenledi.
RUM PATRİĞİ TERAVİH KILDIRIRSA!
Opera ve balenin halka yabancı ve kaynak yutucu özelliği ilk günlerden bu yana değişmedi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında devlet zoruyla gerçekleştirilen çalışmalara ilişkin “Ankara Dükalığı” isimli kitabında ilginç bilgiler veren Taceddin Ural’ın anlattığına göre, müzik alanında alınan kararlar, yeni yönetimin her icraatı gibi Ankara'da şekilleniyordu. Muzıka-i Hümayun Ankara'ya nakledilip, adı Riyaset-i Cumhur İncesaz Heyeti olarak değiştirilecekti. 1924'te kurulan Musiki Muallim Mektebi ise eğitim çalışmalarını yürütüyordu. Opera denemeleri de yapılıyordu. Bu denemelerden Halide Edip'in Kenan Çobanları'nı seyreden yazar Süleyman Nazif, operayı nasıl bulduğu sorulunca, “Rum Patriği teravih kıldırıyor sandım” diyecekti.
MİLLET SÜPÜRGE TOHUMU YERKEN…
Ama yönetim kararlıydı! Batı müziği hocası Zeki Üngör öğrencilerine, “Siz bizim mikroplarımızsınız, Türkiye'ye bu müziği siz yayacaksınız” diyordu. Yaşananların çıkar yol olmadığını gören nadir otoriteleri ise kimse dinlemiyordu. Rauf Yekta, “Konservatuarımızda sade Batı musikisi öğretiliyor. Böyle bir müessesemizden Türk bestekârı yetişebilir mi? Devletin sarfettiği paralara yazık değil mi?” diye soruyordu. Ülkede, dar bir kesime hitap eden, zaman zaman icracı ve sair ilgilileri dinleyicilerinden kalabalık olan Batı müziğinin “gelişmesi”, İsmet İnönü döneminde de sürecekti. Savaş yıllarında, milletin “süpürge tohumundan ekmek” yediği konuşulurken Avrupalı hocalara cömert ödemeler yapılacaktı. Paul Hindemith, Ernst Praetorius ve G.E. Lessing şişkin ödeneklerden yararlanan müzik adamlarından birkaçıydı.
(Ömer Gözüpek – habervaktim)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.