Tarih mi, tekerrür mü?

Tarih mi, tekerrür mü?
Akif’in hatırası, millet olarak, ümmet olarak dünden bugüne içine düştüğümüz bütün sıkıntıların ve buhranların sebeplerine ışık tutması bakımından oldukça düşündürücü olup bizleri bir kez daha tefekküre sevketmelidir… Tabi düşünce melekele

“OKU” buyurduğun kutsal kitabı,
Okudum, “bu dünya gurbet” diyordu.
Mezar taşlarının bana hitabı
Alacaksan “işte İBRET” diyordu…



TARİH Mİ TEKERRÜR MÜ ?...

“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beşbin senelik kıssa, yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi ?”


Âkif’in, “Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?” sualine vereceğimiz cevap ne olmalıdır! Sizleri bilmiyorum, nasıl bir cevap vermeyi düşünürsünüz. Ben diyorum ki;

-Çalışmadan, terlemeden, kısa yoldan köşeyi dönmek için piyango bileti almayı öğrendik…

-Allah’ın yasakladığı, rasûlünün ayaklarının aaltına aldığı FAİZİ almayı ve vermeyi öğrendik…

-Cemiyeti çürüten, bütün bir toplumu güve gibi yeyip bitiren RÜŞVET’i almayı ve vermeyi en ince detaylarına kadar öğrendik…

-Ama, itiraf edelim ki, İBRET almayı hiç öğrenemedik… Eğer öğrenmiş olsaydık, inanıyorum ki tarih böyle tekerrür etmeyecekti…

Nerede acı bir çığlık duysa, nerede akan bir gözyaşı görse onu dindirmek için… Nerede bir yürek yangını görse onu söndürmek için… Nerede bir tehlike varsa onu bildirmek için çırpınan, taşıdığı can emanetini kirletmeden cananına teslim etmenin derdinde olan İMAN ve İSTİKLAL şairi Mehmet Âkif, öz yurdunda kendini garip hissetmeye başladığı bir zaman diliminde:

“Cânı, cânânı, bütün varımı alsında Hudâ /Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ” dediği vatanından, bir gölge gibi sessizce çekilip gidecek, o çilelerle dolu hayatının son demlerini Mısır’da vatan hasretiyle geçirecektir…

Âkif, birgün Kastamonu Nasrullah Camii kürsüsünde; vatan sevgisinden, millet olmanın öneminden, milli birlik ve beraberliğin ehemmiyetinden bahsettiği, nasihatlarda bulunduğu vaazında, Mısır’da ikamet ettiği yıllardaki ibretamiz bir hâtırasını anlatmaktadır…

Âkif’in hatırası, millet olarak, ümmet olarak dünden bugüne içine düştüğümüz bütün sıkıntıların ve buhranların sebeplerine ışık tutması bakımından oldukça düşündürücü olup bizleri bir kez daha tefekküre sevketmelidir… Tabi düşünce melekelerimizi kaybetmemiş ve düşünmekten korkmuyorsak…

Bilindiği gibi, İngilizler tarafından 1882 yılında işgal edilen Mısır, uluslar arası hiçbir hukuki statüye bağlı kalmadan, tam 32 yıl İngilizlerin işgali altıda kalmaya devam etti…

“Mısr-ı Ulyâ ‘da (yukarı Mısır) dolaşıyordum, diyor Akif.. Orada aklı başında bir müslümanla görüştüm. Konu, döndü dolaştı, siyasete geldi…Dedim ki:

-Hayret ediyorum, koskoca 15 milyonluk Mısır’da, çok az bir kuvvet var..Bu kadar
az bir kuvvetle nasıl korunabiliyor ?..

O zât bana dedi ki;

-O yabancı devlet adamlarından birisiyle çok samimi görüşürüz. Sizin bu söylediklerinizi bende düşünmüş ve sormuştum:

-Meselâ, günün birinde Osmanlı Devleti 40-50 bin kişilik bir ordu hazırlayarak Mısır’a gönderseler ne yapacaksınız?

-Hiiç…Ne yapalım… Yapacak bir şeyimiz yok. Savunma imkânımız olmadığına göre, alın Mısır’ınızı der, teslim eder çıkarız… Fakat şunu iyi biliniz; biz Osmanlının başına öyle işler açar, ülkelerinde bitmez tükenmez öyle mes’eleler çıkarırız ki, bırak Osmanlının buraya 40-50 bin kişilik ordu göndermesini, 40 kişi bile gönderemez… Birbirleriyle uğraşmaktan vakit bulup da, dönüp Mısır’a bakacak halleri olmaz.”

Ve öylede oldu… Tarihten ibret alamadığımız için, vahşi BATI’nın çağdaş zalimleri ve onların aşağılık uşakları tarafından, değişik maskeler altında gerek ülkemizde, gerek bütün İslâm coğrafyasında aynı oyunlar oynanmaya devam etmektedir ve edecektir… Kuklalar değişse de, kuklacılar hep aynı… Peki, bu oyunlar ne zamana kadar devam edecek? Yeniden iman edip, yüreklerin topluca vurduğu zamana kadar… İster oy at, ister kurşun at… Kuklayı değil, kuklacıyı vuracağın zamana kadar…

Yıkılmaz denilen Osmanlı kalesi, rahmetli Âkif’in, 3 beyinsiz diye tarif ettiği kişilerin hırsı ve peş peşe yaptıkları hatalar yüzünden 4 yıl içinde çatır çatır çökertilmişti…

Arapları tehcir, tedhiş ve silahla Türkleştireceğine inanan Cemal Paşa, çapı küçük olsa da, etkisi ve sonuçları sanılandan çok daha büyük olan bu hareket tarzıyla, o toprakların büsbütün kaybedilmesinin ve Filistin’in hâlâ sürekli kanayan bir yara olarak kalmasının müsebbibi olmuştur…

31 Ekim 1917 de nihai İngiliz hücumuyla hayati önemdeki Gazze cephemiz yarılmış ve 7 Kasım 1917 günü Gazze işgal edilmişti.

Nasıl bir tesadüf ki, İngilizler Gazze’ye girmek üzereyken İngiliz Dışişleri bakanı Balfour: ‘ topraksız millet ‘ dediği Yahudilere, ‘ milletsiz toprak ’ olan Filistinde bir ‘yurt ‘ verileceğini ilan eder. Koestler’in ifadesiyle ‘ bir millet, ikinci millete, üçüncü milletin toprağını veriyordu’.

Dünya tarihinde bir daha eşi ve benzeri görülmemiş böyle garip bir mantıkla oluşturulan bu yapay devletin bedelini Filistin ödemeye mahkum edilmiş ve İttihatçı Cemal Paşa’da görevini(!) fazlasıyla yapmış olmanın huzuru içinde İstanbul’a döner.

Müslüman Araplara kan kusturan Cemal Paşa’nın, Siyonist yerleşimcilere daha iyiliksever bir şekilde davrandığını söyleyen İsrail’deki Hayfa Üniversitesi öğretim üyesi Ilan Pape, can alıcı bir noktaya dikkat çekiyor: ‘ Yoksa bunun sebebi Cemal Paşanın eşinin Yahudiliği olmasın’ diyor…

Öyle ya;

1869’da Prag şehrinde hamambaşı Simon-Ben-Yuhada’nın mezarı başında, haham Reichorn şöyle diyordu; ‘Erkeklerimizin Hıristiyan kızlarıyla evlenmelerine mani olmaktan sakınalım. Çünkü biz, o kızlar vasıtasıyla en kapalı mahfillere hulül edeceğiz.’

‘Kızlarımızın Musevi olmayanlarla evlenmeleri de bize, davamıza faydalı olacaktır. Yahudi bir ananın çocukları bizimdir. Hıristiyan kadınlarının, dinlerinin usul ve ameline bağlılıklarını gevşetmek için serbest izdivaç fikrini yayalım.’

Haham Reichorn, konuşmasının bir bölümünde ise şunları söylüyor;

‘Bütün ehemmiyetli sahalara adamlarımızı yerleştirmiş bulunuyoruz. Musevi olmayanlardan avukat ve doktor tedarikine çalışalım. Avukatlar bütün ilkelere vakıftırlar. Doktorlar bir eve girdiler mi, artık onlar o evin sırdaşları ve vicdanların güdücüleri olurlar.’

Evet, maalesef sivil toplum kuruluşu denen bir kısım örgütlerde, sendikalarda, çeşitli meslek kuruluşlarında, yazılı ve görsel medyada, siyasi partilerde ve hatta üniversitelerde kendi tarihini kültürünü dinini inkâr ve tahkir ile gönüllü Yahudi avukatlığı yapan zavallılara ne demek lazım? Allah akıl ve izan versin.

Ey peygamber katili lanetli kavim…
Allahın bütün laneti sizin üzerinize olsun…
Ve zulmünüze destek veren zalimlere lanet olsun….
Ve çığlıklara sessiz kalan sağır dünyanın kahpelerine lanet olsun…
Ve doğmuş ve doğacak erkek çocukları ile birlikte kız çocuklarını da katleden çağdaş Firavunlara da lanet olsun…
Ve insan haklarından, demokrasiden, özgürlükten, barıştan bahseden kör dünyanın Nemrutlarına lanet olsun…
Ve size lanet okumayanların…
Ve size kin duymayanların…
Ve size sevgi besleyenlerin…
Ham evrahına yuh olsun…


Elbette o mazlumların ahının eriştiği bir yüce divan var.
Elbette mazlumca ölenlerle, zalimce gidenlerin bir hesaplaşma yeri var.

Ve siz mazlum ve mağdur Filistinli kardeşler…
Allahın rahmeti, lütfü, keremi ve inayeti de sizin üzerinize olsun
Dualarımız sizinle…

Siz; Ey benim dünümü, yarınımı satanlar
Sizlerden daha alçak size alkış tutanlar
Siz bir dilim ekmeğe bir ton zehir katanlar
Sizlerden daha alçak size alkış tutanlar

Siz kovboy köpeğine yağlı kemik atanlar
Sizlerden daha alçak size alkış tutanlar
Siz Birleşmiş Milletler, bir leş gibi yatanlar
Sizlerden daha alçak size alkış tutanlar


Abdullah GÜLCEMAL

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.