Rıhle Dergisi'nin 4. sayısı çıktı
Operasyon son derece ustaca kurgulandı: Şuurumuzda önce "âlim" imajı örselendi. "Peygamber varisi" adam, yerini "emekliye ayrılmış" adama bıraktı. Problem şurada ki, onların yerine ikame edilenler, önceki âlimlere talebelik dahi yapamayacak kadar niteliksiz, çapsız ve daha da önemlisi hedefleri farklı kişilerdi.
Arkasından mezhep kurumu hedef tahtasına oturtuldu, bir sonraki adımda Sünnet-i Seniyye… Bütün bu aşamalarda Batı'dan ithal edilen adamlar, fikirler, metotlar hep baş rolde oldu. Ağzını "zamanın değiştiğini" söyleyerek açan herkes, bir sonraki cümleyi "ihya", "ıslah", "tecdid", "yenilenme"… kelimelerini merkeze alarak kurdu. Enteresan olan şu ki; âlimi, mezhebi, Sünnet'i… devre dışı tutan hiç kimse, bunu açıktan, yiğitçe ve cesurca yapmadı/yapmıyor…
Ve sonunda "olması gerektiği" gibi iş gelip Allah'ın Kitabı'na dayandı. Kur’ân'ın mucizevî özelliklerinden birisi olarak bilincimizde yer etmiş bulunan "beşer müdahalesine uğramamış tek kaynak" olma özelliği, şimdilerde doğrudan Kur’ân'ın tahrifi olarak değerlendirilebilecek girişimlere basamak olarak kullanılıyor.
Kurgu şu: Mademki Kur’ân dışında güvenebileceğimiz başka bir kaynak mevcut değil; o halde gelin Kur’ân'a gidelim. Oysa gidilen Kur’ân değil, kitleleri Kur’ân'a çağırdığı düşünülen kişinin/kişilerin Kur’ân'dan anladığı şey. Bu ikisi arasındaki farkı fark edemeyen kitleler, Allah'ın Kitabı'na yöneldikleri vehmiyle oradan oraya savrulup gidiyor…
Peki Kur’ân'a gitmek nasıl olacak?
En basit şekliyle söyleyelim: 1400 küsür yıldan beri nasıl gidiliyorsa, öyle!
Eğer birileri size Kur’ân'ın 1400 küsür yıldır yanlış anlaşıldığını söylüyorsa, ya aklından veya niyetinden şüphe etmenizi istiyor demektir! Muhatabınızın durumuna göre bunun kararını siz vereceksiniz. Ancak bir noktayı hatırınızdan hiç çıkarmayın: Allah Teâlâ Kur’ân'ı bu Ümmet'in Kur’ân'a olan bağlılığı, aşkı, liyakati ve itaati ile muhafaza buyurmuştur. Bugüne kadar böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak. Kur’ân'ı eşi benzeri görülmemiş bir muhabbet ve ta'zim ile yüreğinde taşımış olan Ümmet'in, onu gereği gibi anlama ve hayata aktarma noktasında gerekli dirayet ve ehliyetten mahrum bulunduğunu söylemek belki kolaydır da, bunun isbatı ancak bu Ümmet'in geriye bıraktığı ilim mirasından istifadeye mütevakkıftır! Anlamayanlar için özetleyelim: Bu, "imkânsızın" ifadesidir!
Elinizdeki sayı, Kur’ân konusunda sahih/müstakim bir bilince ulaşmak için gerekli alt yapı konusunda sadece kimi ipuçları verme düşüncesiyle hazırlandı. Dosya makalelerinin, içinde bulunduğumuz zaman diliminde bu noktada ortaya çıkmış arızalı yaklaşımları tartışmak kadar, meselenin doğrusunu göstermeyi hedefleyen muhtevaya sahip olmasına da dikkat ettik.
Bu sayımızda yer alan makalelerle ilgili olarak, Dr. Ebubekir Sifil, meal olgusunun bizi muradullaha ulaştırmasının imkânını sorguladı. Dr. Serdar Demirel, "Muhammed'siz Kur’ân" projesini ve altında yatan saikleri yazdı. Talha Hakan Alp "Meallarde Referans Sorunu ve Şaz Kıraatler" başlıklı yazısında Esed ve İslamoğlu meallerindeki iki örnekten hareketle bir "yaklaşım tarzı"nı mercek altına aldı. Prof. Dr. Selahattin Sönmezsoy, oryantalistlerin Kur’ân hakkındaki iddialarını tartışan yazısıyla konuya farklı bir açıdan ışık tuttu. Doç. Dr. Orhan Atalay, vahiy olgusunu "mahiyeti ve keyfiyeti" açısından ele aldı. Dr. Şevket kotan'ın Kur’ân'ın tarihselliği iddialarını konu edinen yazısını zevkle okuyacaksınız. Daru'l-Hikme hocalarından Orhan Ençakar'ın "Yedi Harf" başlıklı yazısı, Kur’ân tarihinde önemli bir yere sahip olan "yedi harf" ve "mütevatir kıraatler" meselesi konusunda teknik bilgiler veriyor.
Serbest yazılar içinde Prof. Dr. Tahsin Görgün'ün, ilk bölümünü geçen sayıda okuduğunuz Modernizm ve İslam: İslam Modernizmi Neye Tekabül Ediyor başlıklı yazısının ikinci bölümü yer alıyor. Murat Türker de bu bölümde her sayı katkısını aldığımız bir diğer yazarımız. Yrd. Doç. Dr. Faruk Gürbüz İslam'ın bir "Din" olarak ne ifade ettiğini, nasıl anlaşılması gerektiğini ve onu yaşamanın nasıl mümkün olacağını anlatıyor yine bu bölümdeki Bir Ömürdür İslam başlıklı yazısında.
Ve bu sayıyı bizim için önemli kılan bir diğer bölüm: Mülakat. Bu sayıda Gazze'de direnişin destanını yazan Hamas'ın Suriye'deki lideri Halid Miş'al ile yapılan bir sohbet var. Hamas'ın gözlerden kaçmış, farklı, ama son derece önemli bir yanını dikkatimize sunması dolayısıyla son derece önemli. Hamas sadece silahlı bir direniş hareketi değil; siyasî faaliyetleri, sosyal hizmetleri ve teşkilatları yanında, aynı zamanda, "ilmî" sahada da altı çizilmesi gereken hizmet ve anlayışa sahip bir kurum. Bildiğiniz gibi Hamas'ın ilmî tarafını temsil eden ve Müslim'e şerh yazacak kadar dirayet ve birikim sahibi olan Nizar Reyyan, son Gazze işgalinde şehadet şerbetini içmiş, böylece şahsında üç zirve hasleti birleştiren ender bir insan olduğunu ortaya koymuştu: İlim, cihad ve şehadet!
Hamas'a karakterini veren esas unsurlardan birisini (ilim) ortaya koyması bakımından dikkatle okunması gereken bir mülakat gerçekten.
Tabii dergide her zaman olduğu gibi dosya yazıları dışında dosya konusunun daha rahat anlaşılır tarzda işlendiği "Soruşturma" kısmında yine yurt içinden ve yurt dışından ilim adamlarının dosya konusuyla ilgili görüş ve düşüncelerini taşıdık sayfalarımıza.
Bu sayının İntikad bölümünde Dr. Ebubekir Sifil, “Operasyonel Meal Yazıcılığı ya da Meal Üzerinden Din Tasavvuru İnşası’ başlığı altından Mustafa İslamoğlu’nun gerekçeli mealinin -ilk 65 ayetini ele alarak- değerlendirmesini yaptı.
Ve her sayıda olduğu gibi Kitabiyat'ta dosya konusuyla örtüşen kitap tanıtımları yer aldı. Bu bölümün özel bir ilgiyle takip edildiğini biliyor, biz de bu ilgiyi diri tutmak için gayret gösteriyoruz.
Bir dahaki sayıda buluşmak ümidiyle, Allah’a emanet olunuz…
Rihle dergisine www.rihledergisi.com.tr / www.darulhikme.org.tr adreslerinden veya 0212 531 50 30 / 0212 631 24 43 no’lu telefonlardan ulaşabilirsiniz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.